Paylaş
Süleyman Demirel törene katılan tek cumhurbaşkanıydı. Sınırlı sayıda Balkan ve Orta Avrupa ülkesi başbakan düzeyinde hazır bulunmuştu törende. ABD’yi ve AB ülkelerini Zagreb’deki büyükelçileri temsil ediyordu.
Batı dünyası Tudjman’ın cenazesine de mesafeliydi. Nedeni, Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde ve Bosna’da patlak veren savaşlarda kendisine atfedilen savaş suçlarıyla ilgiliydi. Tudjman, ayrıca otoriter liderlik tarzı ve insan hakları alanındaki siciliyle de Batı’da genel olarak rahatsızlık yaratmıştı.
Cumhurbaşkanı Demirel, yaptığımız sohbette her şeye rağmen Türkiye’nin cenaze merasiminde en üst düzeyde temsilinin doğru bir karar olduğunu belirterek, bu tür jestlerin ikili ilişkilerde ileriye dönük kalıcı olumlu izler bırakacağını anlatmıştı.
*
Evet, Demirel’in Zagreb’e cenaze törenine katılmak için yaptığı günü birlik gezisini izleyen gazetecilerden biri de o dönemde Hürriyet’in Ankara Temsilcisi sıfatımla bendim.
Tabii bizler Tudjman’ın cenazesini izlesek de, aklımız o hafta sonunda Türkiye’nin önünde açılmış olan Avrupa Birliği’ne tam üyelik perspektifine kilitlenmiş durumdaydı.
Galiba biraz ayaklarımız yerden kesilmiş gibiydi. İçinde bulunduğumuz yüksek ruh halinin gerisinde bir cuma gününe denk gelen 10 Aralık 1999 tarihinde Helsinki’de başlayan AB Zirvesi’nde alınan tarihi bir kararla Türkiye’nin tam üyelik adaylığının resmen açıklanmış olması yatıyordu. Avrupa Birliği’nin Dış Politika Temsilcisi Javier Solana bu kararla ilgili son detayları müzakere etmek üzere Ankara’ya gelmişti.
Ankara’nın önerilen çerçeveyi kabulünün ardından dönemin başbakanı Bülent Ecevit, ertesi gün beraberinde Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile birlikte uçağa atlayıp doğruca Helsinki’ye gitmiş ve zirvenin kapanış günündeki Avrupa Birliği aile fotoğrafına katılmıştı. Sonunda AB’den içeri ilk adımımızı atmıştık.
Hürriyet, 11 Aralık 1999 tarihli birinci sayfasını olduğu gibi bu karara ayırmış ve “Müslüman İlk Aday” manşetini atmıştı. Başlığın altında AB Temsilcisi Solana ile dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem’i birbirlerine sıcak bir şekilde sarılmış halde gösteren fotoğraf yer alıyor. Ertesi günkü 12 Aralık tarihli Hürriyet’in birinci sayfası ise Başbakan Ecevit’i Helsinki’de çekilmiş aile fotoğrafında bütün AB liderleriyle birlikte gösteriyor. Dokuz sütun manşete “Türkiye Rüzgârı” başlığı atılmış.
*
İşte Tudjman’ın cenaze törenine bu rüzgârla gitmiştik.
Ve karşımızda devlet başkanlarının cenazesine Batı dünyasının mesafeyle yaklaştığı bir Hırvatistan bulmuştuk.
Demirel, Zagreb’e giderken uçakta kendisini izleyen gazeteci grubuna Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin tarihi perspektifi üzerine çok çarpıcı bir konuşma yapmıştı.
15 Eylül 1961 günü, yani darbe mahkemesinde idam kararlarının açıklanmasından sonra Demokrat Partili hükümlülerin elleri kelepçelenmiş bir durumda hücumbotla Yassıada’dan İmralı’ya nakilleri sırasında yaşanan bir olayla başlamıştı Demirel.
Bilinen hadisedir. Hücumbotta sessizlik hâkim sürerken Cumhurbaşkanı Celal Bayar, ertesi sabah darağacında asılacak olan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya dönüp şöyle demiştir:
“Fatin Bey, bize şu Ortak Pazar’ı anlat...”
Demirel, ardından eklemişti:
“Onlar idama giderken Ortak Pazar’ı konuşuyorlardı. O Celal Bey ki, Atatürk’e olan sadakatinin kimsenin kendisinden alamayacağı bir imtiyaz olduğunu söylerdi. Cumhuriyet’in kurucuları başından beri Avrupa kavramına ve fikrine angaje olmuşlardır.”
*
Demirel, daha sonra dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün 12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye ile Ortak Pazar arasındaki ortaklık ilişkisini kuran Ankara Antlaşması’nın imza töreninde yaptığı konuşmadan şu alıntıyı aktarmıştı:
“Ortak Pazar tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur eserdir. Milletler topluluğu için yeni bir dönem başlamaktadır. Bu, müstakbel nesillere bırakılacak en büyük mirastır. Bu antlaşma Türkiye ve Avrupa’yı ebediyete kadar bağlamaktadır.”
Ardından 1970 yılında kendisinin başbakanlığı döneminde Katma Protokol’ün imzalandığını, Turgut Özal’ın da 1987 yılında başbakanlığı sırasında AB’ye tam üyelik başvurusunu yaptığını hatırlatmıştı.
En sonunda da “Bu bir çizgidir. Bu çizgi bugüne kadar geliyor” demişti Demirel. Bu çizgi idam mahkûmu DP’lileri İmralı’ya götüren hücumbottaki Ortak Pazar brifinginden de geçmişti.
*
Hırvatistan gezisinden dönüş yolunda, Avrupa kıtasında Balkanlar’la Orta Avrupa’nın birleştiği kavşaktaki bu ülkenin AB’ye katılabilmesi ihtimalinin o tarihlerde çok uzaklarda olduğunu düşünüyorduk. Coğrafi olarak Avrupa’nın içinde olmasına karşılık, Batı’nın değerler dünyasının sınırlarının çok uzağında bir ülke gibi görünüyordu Hırvatistan.
Oysa bizler AB’ye çok yakın hissediyorduk kendimizi.
Derken, Türkiye cephesinde tam üyelik müzakerelerinin başlayabilmesi için gerekli ön hazırlıklara girişildi ve özellikle siyasi kriterlerin karşılanmasında güçlükler belirdi. Örneğin, uzun süre idam cezasının kaldırılması ve radyo-televizyon yayınlarında Kürtçe konuşulsun mu konuşulmasın mı tartışmaları gündemi kapladı. Bu arada süreci yakından ilgilendiren Kıbrıs sorunu da ciddi tartışmaları tetikledi.
Sonuçta süreç ağır bir şekilde ilerledi. Bunu 2001 ekonomik krizi ve ardından patlak veren siyasi çalkantılar izledi. Sonra 2002 Kasım ayındaki seçime gidildi.
Bu süreçte müzakerelerin başlayabilmesi için bir türlü tarih alınamıyordu. Neyse ki, 17 Aralık 2004 tarihindeki AB Zirvesi’nde müzakereler için 2005 Ekim ayına zar zor tarih verildi.
Türkiye tarih almaya çalışırken, AB’nin 1997 Lüksemburg Zirvesi’nde adaylıkları kararlaştırılmış olan 10 ülke bütün hazırlık süreçlerini tamamlayarak 1 Mayıs 2004 tarihinde tam üye olarak AB’den içeri girdi. AB’nin bu genişleme dalgasında Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Litvanya, Estonya, Letonya, Malta, Kıbrıs Rum Yönetimi yer aldı.
*
Bu sırada Hırvatistan ne yaptı diye merak edilebilir.
Hırvatistan, kendisini hızla toparlayarak AB’ye 2003 yılında tam üyelik başvurusunu yaptı ve birbiri ardına attığı reform adımlarıyla müzakereleri başlatma noktasına geldi. AB, 2004 yılında Hırvatistan’la da bir sonraki yıl müzakereleri başlama kararını aldı.
Müzakereler için ilk aşamada 2005 Mart ayı planladıysa da, Hırvatistan’ın bazı savaş suçlularını BM mahkemesine vermesiyle ilgili çıkan pürüzler sonucu süreç uzadı. Sonrasında, AB’nin en azından başlangıç döneminde Türkiye ile Hırvatistan’ın tam üyelik müzakere süreçlerini birlikte yürüttüğü bir akış çıkıyor karşımıza.
Örneğin, her iki ülkenin tam üyelik müzakereleri 3 Ekim 2005 tarihinde eşzamanlı olarak başlatılmış. Keza 8 Kasım 2005 tarihinde bazı başlıkların müzakereye açılması için gerekli tarama süreci de yine eşzamanlı başlamış. Hatta Brüksel’deki ilk tarama toplantısının açılışı iki heyetin birlikte katılımıyla gerçekleştirilmiş.
*
Sonrasında olanları burada özetlemeye gerek var mı bilmiyorum. Türkiye’nin müzakere süreci 2010’lu yılların ortalarına doğru bir noktada fiilen durdu. Hırvatistan ise başlıkların müzakeresini çok daha süratli bir tempoyla tamamladı ve
1 Temmuz 2013 tarihinde tam üye olarak AB’den içeri adımı attı.
Hakkını teslim edelim, tam üye olduktan sonra AB içinde genel çizgileriyle Türkiye karşısında yapıcı bir tutum sergiledi.
Bu yazıyı neden kaleme aldığımı merak edebilirsiniz. Geçen yılbaşı gecesi Hırvatistan’ın tam üyelik sonrasındaki iki önemli aşamayı daha geride bırakması beni bu eski dosyaları yeniden açmaya yöneltti. Hırvatistan, 1 Ocak tarihi itibarıyla Avrupa Para Birliği Bölgesi’ne, yani Eurozone’a ve aynı zamanda Schengen sistemine de girdi. Saatler 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlarken Hırvatistan ile sınırdaş diğer iki AB üyesi Slovenya ve Macaristan arasındaki sınır kapılarında kontrol işlemlerine son verildi.
Bu gelişme Türk kamuoyunda ne kadar fark edildi, emin değilim. Ben ise Demirel’le 1999’daki Zagreb gezisine eski hatıralara daldım gittim.
O gün Zagreb’teki töreni izlerken 23 sene sonra bu satırları yazacağım nereden aklıma gelebilirdi ki?
Paylaş