Paylaş
Fakat gittikçe kötüleşti dün gece artık kendi başıma ayakta duramaz hale geldim. Sabah çok erken uçağım vardı zaten, hastaneye gitmedim.
Bu kadar şiddetli olmasa da bir kere daha başıma gelmişti sanırım potasyum eksikliğinden kaynaklanıyor.
Aldım bir potasyum desteği, bu yazı bittiğinde hâlâ hafiflememiş olursa bana doktorun yolları...
Size asıl anlatmak istediğim benim gibi tekerlekli sandalyeye ihtiyaç duyacak hale geldiğinizde havaalanında neler yaşadığınız.
Bodrum Havalimanı’nın yolcu girişine geldiğinizde kapının hemen yanında, daha önce hiç dikkatimi çekmemiş olan siyah bir telefon var.
O telefondan arkadaşım içerideki görevlilere ulaştı. İki dakika geçmemişti ki kadın bir görevli tekerlekli sandalyeyle yanımızdaydı.
Beni en hızlı olacak şekilde acil geçişlerden geçirdi.
Kontuara geldiğimizde bütün işlemlerimi öncelikli halletti. THY memuresi de uçağın içinde yürürken zorluk çekmeyeyim diye arka sıraya kesilmiş olan biletimi ön sıraya çekti. Kadın görevli uçak saatini beklemem için beni dinlenme lounge’una bıraktı.
İnsanlar orada da pervane:
Büfeden bir tabak hazırlayayım mı?
Laptop’unuzu bavula koyacaksanız yardım edeyim mi? Peki beni lounge’dan uçağa kim götürecek?
Bana bir hemşire şefkatiyle davranan kadın görevli “Merak etmeyin efendim, hangi uçakla gideceğinizi biliyoruz, takipteyiz, vakti gelince sizi buradan alacağız...”
Bu kadar ilgi karşısında insan biraz şımarmıyor değil hani.
Dediği gibi de vakit gelince, beni yine öncelikli olarak son kontrolden de geçirdi. İşin daha ilginç yanı burada.
Çıkış kapısının önünde bizi tuhaf bir araç bekliyordu. Bir ben bir de yine tekerlekli sandalyede yaşlı bir teyze. Ambulans desen değil. Yere kadar inebiliyor.
Bavullarımız ve tekerlekli sandalyelerimizle bindirdiler bizi o şeye. O ambulansımsı şey koca uçağın kapısına kadar yükselebiliyor. Bir basamak bile merdiven çıkmadan doğrudan uçağa geçebiliyorsunuz.
Yolculuk bitti, İstanbul’a indik. Benimki gibi özel bir yardıma ihtiyaç duyuyorsanız bütün yolcunun inmesini bekleyeceksiniz. Teyze de ben de bekliyoruz.
Hostesler bizi almaları için çoktan ekiplere haber vermiş.
Yine tekerlekli sandalyelerle geldiler, hosteslerin yardımıyla bizi oturttular ve havalimanının çıkış kapısında bekleyen transfer aracıma kadar götürdüler.
Tıkır tıkır işleyen bir sistem. Bravo, bravo ki ne bravo.
Hem yer hem de kabin ekibine teşekkürü borç bilirim.
Aileye bravo
Otelin asansörü katlarda dura dura lobiye doğru iniyor.
Benden başka yabancı olduklarını tahmin ettiğim iki kadın var.
Katlardan birinde bir çift ve çocukları bindi. 5-6 yaşlarında, nasıl şirin bir oğlan çocuğu...
Zaten yarısı sırf kirpik.
Aradan birkaç saniye geçti, birden kafayı kaldırıp bana baktı ve “Sakın bir daha bana dokunma!” dedi.
“Sana dokunmadım ki” dedim gülümseyerek.
Babası araya girdi, “Ben sevdim oğlum kafanı” dedi. Aileye bravo.
Bu tür sapıkların olduğu bir ortamda yabancı birinin asla çocuğun bedenine dokunmaması gerektiği konusunda güzel terbiye vermişler oğullarına.
Hatırlarsınız, daha birkaç hafta önce bir sapığın işlettiği su bayisinin arka tarafına çocukları taciz etmek için ses geçirmeyen oda yaptığını, yavruları okuldan kaçırıp buraya götürdüğü ortaya çıkmıştı.
O yüzden çok hak veriyorum Bergüzar Korel-Halit Ergenç gibi ebeveynlerin çocukların fotoğraflarını bile sosyal medyaya koymaktan imtina etmesine.
Marmara’nın yağmur ormanları
Birçok ülkenin denize kıyısı var ama kaçının Türkiye gibi, tamamen kendine ait bir iç denizi var?
Bu açıdan bakıldığında Marmara Denizi bizim gözbebeğimiz. Peki kıymetini biliyor muyuz?
İşte orası tartışılır.
Üç yaz önceki müsilaj yani deniz salyası felaketini hatırlarsınız. Deniz yüzeyi ve kıyılarımız bu çamurumsu maddeyle kaplanmıştı.
Bir arkadaşım o yaz bir ton para verip Bayramoğlu’ndan yazlık tutmuştu. Sezon boyunca ayaklarını bile denize sokamamışlardı.
Çünkü çok hoyrat davranıyoruz bu gözbebeğimize. Kıyıları betonlaştırıyoruz, kaçak avcılık yapıyoruz, atık sularımızı arıtmıyoruz.
Uçakla Marmara Denizi’nin üzerinden geçerken özellikle İzmit Körfezi tarafında uzun-ince, müsilaj tabakalarına benzer hatlar görüyorum. Yine aynısı olur mu diye içim sızlıyor.
Çünkü ben yüzmeyi bile bu denizde öğrendim. İlk balığımı Marmara’da tuttum. İlk kez kayığa bu denizde bindim.
Neyse ki güzel gelişmeler de var Marmara’yla ilgili.
Deniz Yaşamını Koruma Derneği ve Anadolu Efes iş birliğiyle geliştirilen “Denize +1 Nefes” Marmara Denizi’nin dibine mercan kökleri ekiliyor.
Bu mercan tarlalarının büyüyüp serpilebilmesi için düzenli kontroller yapılıyor, sualtı kameralarıyla izleniyor.
Gelişen mercan tarlaları da denizler için orman görevi görüyor ve sualtı yaşamının çeşitliliğinin zenginleşmesini sağlıyor.
Hatta ve hatta ilginç bir ayrıntı: Bu özel alanlara sualtı kayıt cihazları yerleştirip canlıların seslerini kayıt altına almışlar.
Müzisyen Mercan Dede de bunları dinleyip “Mercanların Senfonisi” adında bir eser çıkarmış ortaya.
Peki bu mercan tarlalarının müsilaja karşı koruma etkisi var mı diye sordum Deniz Yaşamını Koruma Derneği uzmanlarına.
Şöyle diyorlar:
“Direkt olarak müsilaja karşı etkilidir gibi bir cümle kurmak zor. Ama denizlerin yağmur ormanları olarak nitelendirilen mercanlar sualtındaki habitat ve yaşam oluşumu için anahtar tür. Deniz canlılarının yaklaşık yüzde 25’i mercan resiflerinde yaşamını sürdürüyor.”
Paylaş