Paylaş
Aşağıdaki fiktif bir öykü. Yani, gerçek olmayan... Hayal mahsulü.
Yazının, kredi darlığı, fahiş reel faizler, TL'nin uluslararası rekabet gücü, düşen üretim vs. gibi sorunların çözümü konusunda ‘‘donmuş’’, hareketsiz bekleyen kurumlarla olan ilişkisi de okurun kendisine kalmış.
BOĞA
Olay İstanbul'da geçmişti galiba. Yazının icabı, değiştireceğiz.
Bir azgın boğa düşünün, ipini koparmış. Sağa sola saldırıyor.
Ona vuruyor. Buna vuruyor. Kaçışan kaçışana. Yakalamaya çalışanlar var. Ama para etmiyor.
Olay büyüyor.
Bir ‘‘kriz’’e dönüşüyor.
Meraklılar toplanıyor.
‘‘Ne var? Ne oluyor?’’
Kalabalık genişliyor. Seyredenlerin sayısı artıyor.
Ama ‘‘kriz’’ devam ediyor.
Sonunda birisinin aklına geliyor. Soruyor:
‘‘Yahu, bu mahallenin bir polisi yok mu?’’
OLMAZ OLUR MU?
Olayı izleyenler etrafa bakıyorlar.
Mahallenin polisi elbette var. Ama...
O da ne?
Bir de bakılıyor...
Polis de ‘‘seyirciler’’ arasında değil mi?
Sahada olacağına tribünlerde.
Yaşananları üstüne alınmamış.
Krizi olayın sanki tarafsız bir tanığı gibi uzaktan izliyor. Alınacak tedbir varken, yapılacaklar durup dururken, seyirciler arasına karışmış.
Pasif.
Olan bitene bakmakla kalıyor. Üstelik meraklı seyirciler kadar bile olamıyor.
‘‘Bir şeyler yapın!’’ da demiyor.
Sessiz...
Seyrediyor.
SONUÇ
Elbette suskunluk sona erse de işe yarar mı belli değil. Ne diyecek?
‘‘En iyi biziz.’’
‘‘Biz işleri en iyi şekilde götürdük.’’
Veya...
‘‘Asya krizinden etkilenmedik.’’
Çocukça olmaz mı?
Paylaş