Paylaş
Elektronik posta veya İngilizce deyimiyle e-mail'in ne derecede önemli bir devrim olduğunu insan ancak zamanla anlıyor.
Ve bana öyle geliyor ki henüz bu devrimin başlarındayız.
Okurlarla olan ilişkiyi alalım.
ESKİ-YENİ
Okurlar öteden beri köşe yazarlarına mektup yazarlar. Ama bu mektuplar gazeteye gider, köşeye gelen mektupları okumak en az 10 gün alırdı. Bu köşe yazıları için uzun bir zaman. Konunun güncelliği geçerdi.
Okurlara tek tek cevap yazıp bunları postaya atmak da imkânsız denecek bir şeydi.
Şimdi yazı sabahleyin gazetede çıkıyor. Hatta bazı okurlar gecenin 02.00'sinde, 03.00'ünde İnternet'e girip yazınızı okuyorlar. Daha siz uyanmadan oturuyorlar makinenin başına, bir iki dakikada size bir e-mail geçiyorlar.
Uyandığınızda daha siz gazeteyi elinize almadan okurlardan haber almış oluyorsunuz. Konusuna göre, hemen ertesi günkü yazıda okurların görüşlerini yansıtmanız mümkün oluyor.
Bugün bana gelen son e-mail'lerden söz etmek istiyorum. Çünkü burada aniden bir değişiklik oldu.
SİTEM
İlk kez karşı karşıya olduğum bir durum. Birbirinden tamamen ilgisiz kişiler, bugünlerde e-mail çekip, aynı diyebileceğim görüşleri belirtiyorlar.
Bir örnek olarak Tennesse'den yazan Sayın Gökhan Usanmaz'ın e-mail'ini vereyim. Sayın Usanmaz şöyle diyor:
‘‘Sayın Neftçi,
18 Aralık 1998 tarihli yazınızı en önemli yerinde kesip attınız ve biz okurlarınızı mağdur ettiniz. Türkiye'deki gazetelerde objektif olarak ekonomiyi analiz eden birkaç yazardan birisiniz ve lütfen faizlerin bu durumuna daha sık olarak değinin, ama daha da önemlisi çözümler önermekten sakınmayın... Lütfen, sesinizi yükseltin. Saygılarla.’’
Evet, ilginç bir olay. Bugünlerde yazdığım yazılara gelen cevaplar yukarıdaki çizgide.
Okurlar, reel ekonomide yaşananlar, reel faizler ve ekonominin sorunları karşısında yeteri kadar detay vermediğimi düşünüyorlar. Daha ‘‘açık’’ yazmamı ve detaylara girmemi öneriyorlar.
NEDEN?
Bugünlerde konulara neden dolaylı değindiğimi açıklayayım.
1994 yılında bu yana izlenen bazı sakat politikalar Türkiye'de bazı kurumların bilançolarını çok olumsuz etkiledi. ‘‘Para kazandıklarını’’ düşünen bu kurumlar bilançolarındaki bozulma üzerinde gerektiği kadar durmadılar.
(Bu, serbest piyasa ekonomisinin en zayıf yönü. Batı'da gayet iyi bilindiği için de finansal piyasaların denetimine orada büyük önem verilir. Merkez bankaları ve diğer denetleyici kurumlar önemli yetkilerle donatılmışlardır. Bu gücü sonuna kadar da kullanırlar.)
‘‘Bilançoların kötülemesi’’ sanırım okurlar için teknik bir terim. Burada bir ‘‘sınır’’ geçilirse, ne yazık ki ekonomiler ciddi açmazlar içine girebiliyor.
İşte, Japonya örneği.
Dünyanın belki de en dinamik sanayi gücü. Ama bazı kurumların bilançoları bozulmuş. Ekonomi bir açmazda. Sağa gitseler olmuyor. Sola gitseler olmuyor.
Japonya'da sanayi, inşaat sektörü ve dolayısıyla da istihdam olumsuz etkileniyor. Dünyanın en dinamik sektörleri ‘‘tekliyor.’’
Çünkü, bazı kurumların bilançolarını düzeltmek için gerekli olan adımlar, riskli olarak görülüyor, bir yerde de haklı olarak atılamıyor. Olan sanayi ve inşaat sektörüne oluyor.
Yani ekonomi daha önce izlenmiş olan politikalardan dolayı bir ‘‘açmazda.’’
SONUÇ
Böyle bir açmaza girilince de ne yazık ki süper dikkatli olmak şart.
Yapılacak tek bir şey var: Konuları öyle bir şekilde işleyeceksiniz ki, sorunun ne olduğunu okurun kendisi bulsun. Görebildiğim kadarıyla bu noktada başka çare yok. Üzerinde çok düşündüm.
Paylaş