Ayrıntıları önemseriz, “Aaa, ayrıntılara takılıyor, meselenin özünü kaçırıyor” derler. Ayrıntıların üzerinden atlar sadece meselenin özüne eğiliriz, bu kez de “İlişkiler fedakârlık ve özen ister. Ayrıntılar önemlidir, kişiye kendini özel hissettiren, o kişiyle ilgili ayrıntılara verdiğimiz önemdir” derler.
Ben de ilişkilerdeki heyecanın ilk günkü gibi kalmasından ve bunun da ancak ayrıntılı yaşamaktan geçeceğine inananlardanım. Ayrıntılara dikkat etmek, çoğu insanın sandığı gibi ayrıntılardan mutsuzluk çıkarmak anlamına gelmiyor. Aksine, çevremizde olup bitenlere ayrıntı sever bir bakışla bakarsak aslında bizi mutlu edecek ne kadar çok şey olduğunu fark ederiz.
Yemek pişirirken ya da pasta yaparken fark ettiğim bir şey var; yapılan yemeğin esas lezzeti ayrıntılarda gizli. Bazen seçilen bir kap, bazen bir limon damlası, bazen bir tutam biber, bazen de fırının kaç derecede ısıtıldığı... Bunu yemek yaparken keşfettiğime göre, yaşamın diğer alanlarına neden uygulamayayım?
Belki de ben yolun daha başındayımdır. Bunları farkında olarak ve yapmak isteyerek yapıyorum henüz. Ama esas olması gereken, belki de bunu bir iç ses haline getirmek ve farkında olmadan yapabilmektir.
Yemeklerden sofralara, sofralardan yuvalara, yuvalardan çocuklara ve eşlere taşıyalım bu ayrıntı merakını ve öyle yaşayalım hayatı.
Ananaslı diyet sütlaç
· Türk kahvesi fincanıyla 1 fincan pirinç
Aslında çayın bizdeki tarihi o kadar da eskilere dayanmıyor. Ancak, çayın tadını bilmeden önce de kurabiye yediğimiz kesin. Belki de kurabiyeyi çay harici geleneksel içeceklerimizin yanında yiyoruzdur eskiden.
Bisküvi ilk asker yiyeceği olarak ortaya çıkmış. Romalı askerlerin ve Haçlı seferlerinde savaşan askerlerin temel yiyecekleri arasındaymış. Hem dayanıklı olması, hem de şekerli olmasından dolayı enerji vermesi nedeniyle asker yiyeceği olmaya çok uygun kurabiye ve bisküviler. Zaten Batı dillerinde kurabiye ve bisküvi aynı sözcükle anılıyor. Fransızca kökenli olan “bisküvi” sözcüğü iki kere pişirilmiş anlamına geliyor.
Keten tohumlu dolunay kurabiyesi
Eritilip, ılıtılmış margarini derin bir kaba koyup üzerine sıvıyağı ve toz şekeri ekleyin. Mikserin yüksek devriyle 2 – 3 dakika çırpıp yoğurdu ve yumurta sarısını ilave edin. Mikserle birkaç dakika daha çırptıktan sonra vanilya ve kabartma tozunu katın. Unu da azar azar ilave ederek kulak memesi yumuşaklığında ve elinize yapışmayan bir hamur elde edinceye kadar yoğurun. (Hamurun kıvamını tutturmak için un ekleyebilirsiniz.)
Hazırladığınız hamurdan kabuklu ceviz büyüklüğünde parçalar kopararak yuvarlayın.
Yuvarlak hamurları avuçlarınız arasında hafifçe bastırıp, yassılaştırın. Ortalarına başparmağınızla bastırarak çukurlaştırın. Yumurta beyazını çatalla çırpıp fırça yardımıyla kurabiyelerin üzerine sürün. Çukur kısımlarına keten tohumu yerleştirin. İsterseniz üzerlerine toz şeker de serpiştirebilirsiniz. Kurabiyeleri yağlanmış fırın tepsisine aralıklı olarak yerleştirin. 10 dakika önceden 150 dereceye ayarladığınız fırında 25 dakika kadar pişirip hemen çıkarın. Soğudukça sertleşen kurabiyeleri servise sunun.
· 125 gr eritilmiş margarin
Hiç unutulmayacakmış gibi gelir verilen sözler. Biterken yaz, gözyaşı dökülür çünkü zaman ayrılık zamanıdır. Yine de güzeldir, acısı geçtiğinde hatırlamak yaz aşklarını.
Okullu olmaktan çıkıp para kazanma telaşına düşüldüğünde bütün bir kış yorgunluğunu yok etmek ve sabah erken kalkmaların acısını çıkarmak için bir haftalık tatildir yaz. Ailemize ve çocuklarımıza ayıramadığımız zamanları telafi etmenin mevsimidir, heyecan mevsimidir.
Evi ya da barınacak bir yeri olmayanlar için geceleri üşümekten kurtulmanın, çocuklar için okul telaşından kurtulup kendini sokağa atarak özgürce oyun oynama, yaşlılar için, belki bütün yıl özlemi çekilen torunla bir haftalığına da olsa hasret giderme mevsimidir yaz.
Yaşı, mesleği ne olursa olsun yaz denince kimin aklına kötü bir şey gelir ki…
İşinizi bitirdikten sonra kavanozun ağzındaki balı parmağınızla sıyırdınız.
Kavanozu daha önce olduğu yere koydunuz. Epeydir de orada bu kavanoz. Ve epeyce uzun bir zaman daha kalabilir. Ne kadar mı? Mesela eğer uygun şartlarda saklarsanız, sizin kavanozun içine koyduğunuz balı torununuz bile yiyebilir. Çünkü uygun şartlarda saklanan bala tam 100 yıl boyunca hiçbir şey olmuyor. İnanılması çok güç değil mi? Peki uygun şartlar deyip durduğumuz şartlar neler?
Öncelikle bal ışığa duyarlı olduğundan, saklama kabının ışığı geçirmemesi gerekiyor. Balın suyla temas etmemesi ve ağzının sıkı sıkı kapalı olması da şart. Çünkü balın içinde bulunan maddeler havadaki nemi ve kokuyu emme özelliğine sahiptir ve ağzı açık kalan kavanozdaki balın üzerinde bir süre sonra köpürmeler başlar.
Balda zamanla meydana gelen bir başka değişiklik de şekerlenmedir. Şekerlenen bal, akışkanlığını kaybeder. Peki ama şekerlenmenin asıl açıklaması nedir? Bizim balın artık kullanılmayacağına dair bir işaret olarak algıladığımız şekerlenme, balın içindeki glikozun kristalleşmesidir.
Yani sandığımızın aksine şekerlenen bal yenebilir olma özelliğini kaybetmez. Umarım şekerlendi diye arıların onca emek vererek yaptığı bu mucizeyi çöpe atmıyorsunuzdur.
ISPANAKLI ENTELEKTÜEL BONFİLE
Ispanakların köklerini kesip atın ve bol su koyduğunuz bir kapta birkaç kez yıkayıp süzün.
En bilinen içeceğimiz ayrandır ama son yıllarda eskisi kadar içilmiyor ayran. Ve ayranın hak ettiği yeri alabilmesi için daha çok tanıtıma ihtiyacı var. Yoğurttan yapılan ayran varken asitli içeceklere prim vermek ve yemeğin yanında kola içmek bana her zaman haksızlık gibi gelmiştir.
Peki diğer ülkelerde yaşayan insanlar neler içer, hiç merak ettiniz mi? Kendilerine has yeme içme kültürleriyle dikkat çekici bir toplum olan Hintliler’in ne içtiğine bakalım şimdi...
Onların en çok sevdikleri yerli içecekleri “nimbu pani”dir. Ülkenin hemen her yerinde yemekle birlikte bu içecek sipariş verilir. Su ya da sodaya şeker veya tuz ve limon suyu katılarak yapılan bu içecek, Hindistan’ın en popüler içeceklerinden biridir.
Lassi ise bizim ayranımıza çok benzer. Önce yoğurt kuvvetli bir şekilde çırpılır, sonra da üzerine su ilave edilerek iyice karıştırılır.
Bu yerel içecekler dışında evrensel tatları da seviyor elbette Hint insanı. Çay ve kahve de Hindistan’ın hemen her yerinde çok içilen içecekler arasında. Ama bu insanlar çayı da, kahveyi de içlerine koydukları baharat karışımları ve sütle değişik bir şekle sokmayı başarmışlar. Yani öyle çay deyip geçilecek bir durum yok ortada.
Pek çok yönüyle “orijinal” olmayı başaran Hintliler’in içecekler söz konusu olduğunda da yaratıcı davrandıkları açıkça ortada.
Etli patlıcan dolması
· 1,5 kg dolmalık ince patlıcan
Hatta o kadar iyi yapmışız ki bunları, bazıları Türk adıyla birlikte anılır olmuş. Hamur işi yapmakta bu kadar usta olan ve yemeyi de bu kadar çok seven bir millet olarak, bakalım geçmişte yaptığımız börekler nasılmış... “Geçmiş” derken, Osmanlı Devleti dönemini kastediyoruz elbette...
Börek denen şeyin yufkası mutlaka evde açılırmış bir kere. Yani öyle alınıp beş dakikada börek yapılabilen hazır yufkalar yokmuş o zaman. Böreğin hamuru ise genel olarak has un, su, tuz ve yumurtayla yoğrulurmuş. Yufkalar açılır ve içleri bugün olduğu gibi çeşitli malzemelerle süslendikten sonra sac ateşinde yavaş yavaş pişirilirmiş.
Bugün kullanılan peynirli ve kıymalı börek harcı, Osmanlılar tarafından da sıkça kullanılıyormuş. Ancak tavuk etinin haşlanıp soğanla birlikte pişirilmesiyle yapılan tavuk böreği, soğanın iyice kavrulmasıyla elde edilen harçla yapılan soğan böreği ve en ilginci bugün hemen hiç yapılmayan paça böreği zamanın en popüler böreklerindenmiş.
Koyun paçası pişirildikten sonra küçük kemikleriyle birlikte böreğin içine konurmuş o günlerde. Ve bu muhteşem börek, Osmanlılar’ın en sevdiği lezzetler arasındaymış. Şimdi, değil paça böreğini, evde açılmış yufkayla yapılan su böreğini bile kırk yılda bir yiyoruz.
Ve ben ne zaman güzel yapılmış bir su böreği yesem, “Umarım torunlarımın çocukları da alır bu muhteşem lezzeti” demekten kendimi alamıyorum.
Patlıcan dilşeker
· 4 adet orta boy kemer patlıcan