Sahrap Soysal

Soslu patates kroket

2 Mayıs 2013
Patatesler iyice yıkanıp tencereye yerleştirilir. Üzerine çıkacak kadar su ve 1 çay kaşığı tuz eklenerek haşlanır. İyice yumuşayan patatesler süzülüp soyulduktan sonra ezilip püre haline getirilir.

Püre derin bir kaseye aktarılıp üzerine un, 2 adet yumurta ve rendelenmiş kaşar peyniri ilave edilir. İncecik kıyılmış dereotu, tuz ve karabiber de eklenip yoğrulur.
Kuru nane, kuru fesleğen ve tozbiber de katılıp yoğrulmaya devam edilir.
Yoğrulan harçtan ceviz büyüklüğünde parçalar koparılır ve bu parçalardan büyük yuvarlak köfteler yapılır.
Köfteler önce galeta ununa, sonra yumurta akına bulanıp kızgın yağda önlü arkalı kızartılır.
Sosun hazırlanması için ılık su, ketçap ve salça küçük bir tencereye aktarılıp tuz ve karabiber serpiştirilir. Kısık ateşte, sık sık karıştırılarak kaynayıncaya kadar pişirilir.
Kaynayan sos ocaktan alınıp sıcak köftelerin üzerine gezdirilir ve sıcak sıcak servise sunulur. Soslu patates kroket et için çok uygun bir garnitürdür.
Not: Bazı patatesler haşlanırken çok su çeker bazıları da daha az su çeker. Bu da kroketin kıvamını etkiler. Bu yüzden patatesler 1 gün önceden haşlanıp buzdolabında bekletilir. Kullanılacağı zaman ezilip püre haline getirilir.

Malzeme listesi

Yazının Devamını Oku

Küresel sorunlardan biri: Obezite

1 Mayıs 2013
Amerika’ya gitmiş olanlar bilirler; restoranlardaki porsiyonlar, marketlerdeki ambalajlı yiyecek ve içecekler çok büyüktür.

Restorana gittiğinizde önünüze koydukları et miktarına inanamaz, “Bunu nasıl bitirebiliyorlar?” diye sorarsınız kendi kendinize.
Elbette ki bunun sebebi Amerikalıların çok büyük paketlerde alıp çok yemeleri. Ve bununla bağlantılı olarak da nüfusun hatırı sayılır bir kısmı obez ya da normal kilonun çok üzerinde. 
Sanmayın ki obezite sadece Amerika’nın sorunu. Yapılan araştırmalar, aşırı kilonun ülkemizde de sorun olmaya başladığını gösteriyor.
Yetişkin nüfusun yaklaşık yüzde 17’lik kısmı obezlik sınırının üzerinde kiloya sahip. Evet, yetişkinlerin neredeyse beşte biri aşırı kilolu. Üstelik, araştırmalara göre obez olma hızımız gittikçe artıyor.
Yani son yıllarda aşırı kilolu insan sayısı büyük oranlarda artmış durumda.
Aşırı kilo özellikle kırsal kesimdeki kadınların sorunu olarak dikkat çekiyor. Oran ise yüzde 21.
Tablo pek iç açıcı görünmüyor ve aşırı kiloyla doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkili sağlık sorunları da gittikçe artıyor.

Yazının Devamını Oku

Yaz geliyor komposto yapalım

30 Nisan 2013
Biraz su, biraz şeker ve biraz da meyve... Bu üç basit malzemeden yapılan, hafif ve besleyici olan “sulu tatlılar”dır kompostogiller.

Kompostogiller diyoruz, çünkü aynı malzemeleri kullanarak şerbet, hoşaf ve komposto yapılabiliyor.
Kompostonun ana malzemesi olan suyun nereden geldiğinin ya da tadının nasıl olduğunun Türk mutfağında büyük önemi varmış. Eski İstanbullular şehrin en iyi içme suyunu evlerinde bulundurmaya gayret ederlermiş.
Suya verilen önem, geleneksel tatlarımızda da kendini belli eder. Örneğin Farsça kökenli bir sözcük olan hoşaf “hoş su” anlamına gelir.
Genellikle ramazan aylarına özgü bir içecek olan komposto ve şerbet, Osmanlılar zamanında yalnızca bir ay içilmiyormuş.
Evlerde kadınlar tarafından yapılan şerbet evin vazgeçilmez içeceğiymiş.
Ayrıca şekerci dükkanlarında cam kaplarda saklanan şerbetler, içlerine atılan buzlar sayesinde her daim soğuk olurlarmış.
Saray mutfağının da olmazsa olmazıymış şerbetler. Sofralara ibriklerle getirilen şerbetler, yemek sırasında su yerine içilirmiş.

Yazının Devamını Oku

Seferlerin can simidi

29 Nisan 2013
Özellikle Yükselme Dönemi’nde hayatı yollarda ve fethedilecek topraklar peşinde geçen Osmanlı ordusunun beslenmesi başlı başına bir kitap konusu olabilecek niteliktedir.

Osmanlı ordusuna mensup “satın almacılar” imparatorluğun dört bir tarafına gönderilir ve bu çok uzun ve yorucu dönem için yiyecek almaları sağlanırmış.
Ancak sonra bakmışlar ki, seferler çok uzun sürüyor ve bu uzun sürede yiyecekler bozularak ziyan oluyor ya da düşman orduları tarafından talan edilip yağmalanıyor, çözümü daha pratik bir yemekle beslenmekte bulmuşlar.
Yanlarında taşıdıkları tarhana ve kurutulmuş yoğurtla beslenmeye başladıklarında ihtiyaç duydukları tek şey gittikleri yerde alacakları bir miktar su olmuş. Bu üç malzeme birleştiğinde koyu kıvamlı bir çorba çıkıyormuş ortaya ve bu çorba askerlerin yemek ihtiyacını karşılamaya yetmese bile acil durumlar için can simidi niteliği taşıyormuş.
Tarhanayı sefer sırasında kullanan tek ordu Osmanlı ordusu da değilmiş üstelik. Selçuklular da bu besleyici yiyeceği çok kullanır ve ordunun yemek listesinden hiç eksik etmezlermiş.

Taze fasulye diblesi pilavı

Pirinci bol tuzlu sıcak suda 50-60 dakika kadar bekletin. Fasulyelerin uçlarını kesip kılçıklarını ayıklayın. İyice yıkayıp süzdükten sonra 1 santim kalınlığında parçalar elde edecek şekilde doğrayın.
Soğanları incecik doğrayın. Domatesleri soyup tavla zarı formunda küp küp dilimleyin. Sarmısakları pirinç tanesi büyüklüğünde doğrayın.

Yazının Devamını Oku

Keşkek UNESCO korumasında

28 Nisan 2013
Türklerin kutlama, özel gün yemeği olan keşkek, aynı zamanda törensel nitelik taşıyan tarihi, geleneksel ve muhteşem bir ziyafettir.

Türk yemek kültür tarihinin bilinen en eski yemeklerinden biri olan keşkek, yüzyıllardan beri aynı malzemeler ve aynı metotla, hiç değişikliğe uğramadan yapılmaktadır.
Düğün, nişan, sünnet törenleri gibi özel günlerimize ve davet mönülerimize eşlik eden keşkek, 2011 yılında UNESCO koruması altına alındı. Bir yemek olarak ilk kez UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras listesine giren keşkek artık “milli” oldu.


HEP AYNI NEŞE VE AYNI HÜZÜNLE PİŞİRİLİR
Yurtdışında yaptığım sunumlarda ve televizyon programlarında Tokat’tan gelen tahta tokmakla -tokacımla- saatlerce döverek pişirdiğim keşkeğin milli olması, tahmin edeceğiniz üzere beni çok sevindirdi.
Keşkek aynı zamanda Ermenilerin, Azeri Şialarının da törensel nitelik taşıyan ulusal yemeğidir. Herise-helise ortak kültürümüzün bir mirası olan keşkek hep aynı tat, aynı neşe, aynı hüzünle pişirilir.
Batı, Doğu, Orta Anadolu’nun ve Trakya’nın ortak yemeği keşkeğin içine konan malzemeler yörelere göre farklılık gösterse de temel olarak aşurelik buğday ve ettir.


Yazının Devamını Oku

Yorgun gözkapakları

27 Nisan 2013
Sabahları saatlerce ocağında çay kaynayan evler vardır.

Tıpkı bizim ev gibi. Sabah yataktan ilk kalkan hemen bir çay koyar ateşe ve en son kahvaltı eden de kahvaltısını bitirdikten sonra kapanır ocağın altı. Çay içmeden kendine gelemeyenler vardır. Bu vazgeçilmez içeceğin nasıl olup da bardaklarımıza kadar geldiğiyle ilgili pek çok rivayet vardır aslında.
Kimileri çay bitkisinden yararlanmayı Çinlilere malederken, kimileri de bu işi Hintlilerin yaptığını söyler durur. Ama öyle bir hikaye bilirim ki çayın icadıyla ilgili; daha dokunaklısını duymamışsınızdır eminim. Zen Budizmi’ni Çin’den japonya’ya taşıyan Bodhidarma dokuz yıl sürecek bir meditasyona başlar. Karşısındaki duvara gözlerini kırpmadan bakması gerekir.
Ancak gözkapakları daha fazla dayanamaz yorgunluğa ve kapanıverir.
Bodhidarma da kendini cezalandırmak ve aynı şeyin tekrarlanmamasını sağlamak için gözkapaklarını keser ve hemen yanıbaşındaki toprağa atar. İşte o gözkapaklarının atıldığı yerde biter ilk çay.
Hikayeye göre çayın uyku kaçırıcı özelliği de buradan gelir.
Kapandığı için cezalandırılan gözkapakları sabahın ilk saatlerinden itibaren bizi ayıltan ve gözlerimizi açmamızı sağlayan bitkiye dönüşmüştür yani. Belki benim de çayı gün boyu kendime yoldaş etmemin nedeni onun bu uyarıcı özelliğidir. Ne dersiniz?

Ayşe’nin elmalı keki

Oda sıcaklığında bekleyen yumurtaları derin bir kaba kırın. Tozşekeri ekleyip mikserin yüksek devriyle 2-3 dakika kadar çırpın. Üzerine yoğurt ve yağı ilave edip 2-3 dakika daha çırpmaya devam edin. Vanilya, kabartma tozu ve unu da katıp tekrar çırpın ve pürüzsüz ve koyu kıvamlı bir kek hamuru elde edin.

Yazının Devamını Oku

Çay deyince aklınıza ne geliyor

26 Nisan 2013
Çok değil, bundan sadece 10 yıl önce çay deyince aklımıza gelen şey demleme Türk çayıydı. Gerçi, bir yerlerden kaçak çay getirtip bizim çayla karıştırarak daha keskin tatlar yakalamaya çalışanlar da vardı ama yine de bir numaramız Rize’nin demleme çayıydı.

Bitki çayı da içiyorduk elbet ama o da çaydanlıkta demlenerek yapılıyordu. Şimdilerdeyse, hem yaşam temposunun artması, hem de teknolojinin gelişmesiyle poşet çay içer olduk.
Üstelik, poşet çayların en popüler olanları da bitki ve meyve çayları. Eskiden bitki çayı deyince aklımıza ıhlamur ve kuşburnu gelirken, şimdi çilekten yeşil çaya, şeftaliden elmaya, çay çeşitleri saymakla bitmiyor. Yerli ve yabancı pek çok çay şirketinin devreye girmesiyle de bitki ve meyve çaylarının hem çeşidi arttı, hem de daha pratik ve sağlıklı poşetler üretilmeye başlandı.
Örneğin, ilk içtiğimiz meyve çaylarının ipleri poşetlere metal zımbayla tutturulurken, bu yöntem sağlığa zararlı bulundu ve ipler poşetlere dikilmeye başlandı. Son yıllarda öne çıkan sağlıklı yaşam trendinin de etkisiyle içtiklerimize daha çok dikkat etmeye başladık ve bunun sonucu olarak da meyve çaylarını tüketmeye.
Bitkisel tedavi yöntemlerinin ön plana çıkmasının da bitki ve meyve çayı çeşitlerinin artmasında payı büyük tabii. Uykusuzluğa, kabızlığa, kadınların özel günlerinde çektikleri sıkıntıya, mide rahatsızlıklarına iyi gelen bitki karışımları da poşetlerdeki yerini alıyor artık. Üstelik çay butikleri de en işlek caddelerde yerini almaya başladı bile.

PEYNİRLİ DEKA MAKARNASI  

Makarna haşlanır ve haşlama suyundan bir su bardağı kadar ayrıldıktan sonra süzülür ve tekrar aynı tencereye aktarılır. Ayrılan haşlama suyu makarnayla karıştırılır. Sos hazırlanırken makarnalar birbirine yapışmasın diye 2-3 yemek kaşığı sıvıyağ da eklenebilir.
Sosun hazırlanması için; sarmısaklar tuzla dövülüp geniş ve derin bir kaba koyulur. Üzerine zeytinyağı, tozşeker ve limon suyu eklenip karıştırılır. Varsa ince kıyılmış taze fesleğen ya da toz fesleğen ilave edilip çatal yardımıyla iyice çırpılır.

Yazının Devamını Oku

Çay içmeyi seviyoruz

25 Nisan 2013
“Ocağa hemen bir çay koyalım mı”, “Bir çay demleyeyim de günün yorgunluğu gitsin” ya da “Yemeğe mi gelecekler, çaya mı?” hepimizin pek çok kez duyduğu ya da bizzat söylediği cümlelerdir. Çay günlük hayatımızın içine öyle bir sızmıştır ki, farkında olmadan paylaşırız onunla hayatımızı.

Peki ne zamandan beri durum böyle? Osmanlı İmparatorluğu zamanında yemeklerden sonra kahve içmek adetti. 17. yüzyıl Osmanlı’sında kahvenin yanında çay da içilmeye başlandı, hatta 1800’lerde çay yetiştirilmeye de çalışıldı. Ancak bu girişimler başarısızlıkla sonuçlandı ve nihayet 1917’de ilk kez Doğu Karadeniz’de yapılan tarım başarılı diyebileceğimiz sonuçlar verdi.
Tarımının yapılıyor olması elbette Türkiye’deki çay içicilerinin sayısını artırdı. Ancak bu artış asıl II. Dünya Savaşı’nda gerçekleşti. Kahve tiryakisi olan Türkler, savaşın zor şartlarında yurtdışından kahve gelememesi nedeniyle “başka içecekler” içmeye mecbur kaldı. İşte bu içeceklerden bize en yakını çaydı ve böylece arttı Türkiye’deki çay tiryakilerinin sayısı. 
Çayın rengini görmeyi seven bir millet olarak biz Türkler, önceleri yaygın olarak kullandığımız porselen fincanlardan da vazgeçip cam bardaklara yönelmişiz. Cam sektöründeki gelişmeyle birlikte cam bardaklarımızdaki çeşitlenme de çoğalmış ve biz ince belli bardakta çay içmeye bayılır olmuşuz.  

Zeytinyağlı domates lepesi

Pirinci bol tuzlu suda 60 dakika kadar bekletin. Kuru soğanları incecik doğrayın. Domatesleri soyup tavla zarı formunda doğrayın.
Yeşil sivri biberleri temizleyip tohumlarını yıkadıktan sonra, çok ince halkalar halinde dilimleyin.
Diğer taraftan, zeytinyağının yarısını geniş bir tencereye aktarıp orta ısılı ateşin üzerine oturtun.

Yazının Devamını Oku