2011 yılında yaşanan Van Depremi bir çok hayatı değiştirdi. Bu hayatlardan biri de mesleğine tutkuyla bağlı olan bir foto muhabiri, Ahmet İzgi. Hamile eşini ve çocuğunu Ankara’ya göderdikten sonra 15 gün boyunca yıkılan memleketinde deklanşöre basmayı sürdüren İzgi, “Üç çocuğum var. Üçününde doğumunda yanında olamadım” sözleriyle mesleğinin zorluğunu aktardı.
EVİM YIKILDI AMA
Anadolu Ajansı’nda çalıştığım yıllardan bu yana renkli kişiliğiyle yakından tanıdığım, mesleğine olan bağı tartışılmayacak dostlarımdan Ahmet İzgi ile memleketi Van’da başlayan, depremin ardından Ankara’ya kadar uzanan öyküsünü konuştuk. “Hayalim Ankara’da foto muhabiri olmaktı. Olaylara iyi tarafından bakmaya çalışıyorum. Derprem evimi yıktı ama bir hayalim gerçekleş oldu” diyen Ahmet İzgi’nin anlattıklarını bir meslektaşı olarak büyük bir heyecanla dinledim. İşte Ahmet İzgi’nin anlattıkları:
ŞEHİT CENAZELERİNİ UĞURLAMAK ÇOK ZOR
“1998 yılında Van’da başladım mesleğe. Yalnızca Van değil, Hakkari, Şemdinli bu bölgedeki pek çok yerde görev yaptım. Bölgede gazetecilik yapmanın en zor anlarından biri ki bugünde tekrar tekrar yaşanıyor. İnsanın memleketinden şehit cenazelerini uğurlaması çok zor, ağır bir yük. Pek ok zorlupu var. Ama buna rağmen foto muhabirliği gazeteciliğin en renkli branşı bence. Pek çok farklı coğrafyada, pek çok farklı alanda deklanşöre basıyoruz. Bir muhabir bir alanda branşlaşır. Biz ise bir gün bir futbol maçında, ertesi günü parlamentoda, bir başka gün farklı bir coğrafyada çatışmaların içinde çalışabiliyoruz. Haber bir zaman sonra hafızalardan silinir ama bellekte her zaman bir fotoğraf karesi kalıyor.
KIZIMI AYAĞI ÇIPLAK UĞURLADIM
Van Depremi yaşandı. Evim hasar gördü. Ama ben bir taraftan işimi yapmayı sürdürdüm. Her arkadaşımda bunu yaptı, bizim mesleğimiz için özel bir durum değil. Bir taraftan evet depremzedeyim, ama diğer taraftan bir gazeteci olarak yaşananları aktarmak benim en azından tarihe karşı sorumluluğum. Ama eşim hamileydi. Erken doğum riski olunca eşim, askeri uçakla Ankara’ya gönderildi. Hamile eşim ve kızım Badesu uçağa bindi. Uçağa binerken kızımın ayağında ayakkabı bile yoktu. Ben uçağa alınmadım, o kargaşada. Ama çalıştığım Anadolu Ajansı Ankara’da eşime sahip çıktı, karşılayıp ilgilendiler. Bir süre daha görev yaptıktan Ankara’ya geldiğimde oğlum Yusuf dünyaya gelmişti. Ankara’ya geldikten sonra burada ev tuttum, buraya yerleştim. Anadolu Ajansı, bu süreçte bana çok destek oldu.
Bu kez fotoğrafa yaratıcılığı ile yeni bir boyut kazandıran bir ismi sunmak istiyorum, Sercan Akduman. Mesleği elektronik mühendisliği olan ve endüstri mühendisliği konusunda yüksek lisans yapmış Akduman, 80 fotoğraf makinesini tek bir kare çekecek şekilde düzenleyerek kurduğu bu özel stüdyo ve yazılım sayesinde 3D yazıcılardan baskı alınmasını sağlayarak fotoğrafa yeni bir boyut kazandırdı.
İŞİNİ BIRAKIP MİNYATİP’İ KURDU
Savunma sanayinde mühendis olarak görev yaparken, 3D baskılar için kurduğu Minyatip ve bu sistemi geliştirmek için işinden ayrılan Sercan Akduman’la fotoğrafa kazandırdığı yeni boyutu ve bu teknolojiyi konuştuk. Türkiye’nin ilk 3D Fotoğraf Stüdyosu Minyatip’i kuran Akduman, “Fotoğrafçılık, yazılım ve elektronik temelim sayesinde bu sistemi yarattım” dedi. İlk kurulumdaki Ar-ge çalışmalarının 3 ay sürdüğünü ve hala sistemi farklı alanlarda kullanılacak şekilde geiştirmeye çabaladığını aktaran Sercan Akduman’ın anlattıklarını hayranlıkla dinledim. Fotoğrafın geleceğini Akduman’ın sözleriyle aktarıyorum:
FOTOĞRAFIN GELECEĞİ
“İnsanı bilgisayarda modelleyebilmek zor bir iş. Ancak bir o kadar da keyifli ve yelpazesi geniş, yapabileceklerinizin neredeyse sınırı yok. Sadece insan minyatürleri üretmiyoruz, prototipleme ve 3D tarama alanlarında da kendimizi çok hızlı geliştiriyoruz. Örneğin inşaat, mimarlık, reklam, sağlık, üretim gibi bir çok yeni ürettikleri bir ürünün prototipini görmek isteyen şirketler modellerini bize gönderiyorlar, 3D yazıcı ile hızlı bir şekilde bu prototipi iletebiliyoruz. Ancak insanların ilgisini çeken elbette kendi fotoğraflarından hazırlanan minyatürlerini ellerinde tutabilmek. Önümüzdeki 2-3 sene içerisinde Türkiye’nin her kentinde, insan minyatürleri üreten stüdyoları, 3D baskı merkezlerini göreceksiniz.
TIP ALANINDA DA KULLANILABİLİR
Yarınki fotoğraf söyleşisinin konuğu ise Fazıl Yıldırım. Amatör olarak başladığı fotoğraf tutkusunu asıl mesleği haline getiren Yıldırım, ‘sokak fotoğrafçılığı’ ve ‘aynasız makineler’ üzerine söyleşisiyle fotoğrafseverlerle buluşacak.
Fazıl Yıldırım’la bu söyleşisi öncesinde sokak fotoğraflarını, aynasız makineleri ve fotoğraf tutkusunu konuştuk. Asıl mesleğinin makine mühendisliği olduğunu aktaran Yıldırım, hobi olarak başladığı fotoğrafın Fototrek Fotoğraf Merkezi ile tanıştıktan sonra hayatında daha ağır bir yer almaya başladığını söyledi. Yıldırım, “Fotoğraf hayatımda çom fazla yer almaya başlayınca bir seçim yaptım. 2008 yılında ise Şişecam’daki mesleğini bırakarak, mutlu olduğum işi yapmaya karar verdim. Artık tek işim fotoğraf” sözleriyle tukusunun peşinde koştuğunu ifade etti.
FOTOĞRAF İÇİN GEZİYOR
Fototrek Fotoğraf Merkezi’nde Cenk Gençdiş ile birlikte fotoğraf temel fotoğraf eğitiminden, belgesel fotoğrafçılığa, sokak fotoğrafçılığından stüdyo fotoğrafçılığına eğitimler verdiklerini anlatan Yıldırım; Hindistan, Tibet, İran, Nepal, Fas gibi ülkelere fotoğraf gezileri düzenlediklerini, merkezin galerisinde de sergiler sayesinde sanat severleri fotoğrafla buluşturduklarını söyledi. Yıldırım, “İki yıldır ‘Olympus Yollarda’ etkinlikleri ile fotoğrafa dair eğitimler ve söyleşiler yürütüyoruz. Bu etkinliklerimizi de ücretsiz olarak yapıyoruz. Geçtiğimiz hafta Edremit, Burhaniye, Bergama ve Aliağa’da fotoğraf severlerle buluştuk” dedi.
SOKAK FOTOĞRAFÇILIĞI
Sokak fotoğrafçılığının son dönemde popüler olsa da geçmişten bu yana aslında fotoğraf dünyasının en ilgi çeken alanlarından biri olduğunu hatırlatan Yıldırım, şöyle konuştu:
“İnsanı bulunduğu mekanla birlikte fotoğraflamak aslında fotoğrafın bu dalı. Adı sokak ama hayatın sürdüğü her alanda yaşadığı yerle kişiyi fotoğraflamak. Henri Cartier-Bresson sokak fotoğrafçılığının bu tarzın en önemli ustası. Aynasız fotoğraf makinelerine gelince avantajlı ve dezavantajlı oldukları pek çok nokta var. Ama sokak fotoğrafçılığı için çok uygun. Sokak fotoğrafında hem dikkat çekmemek, hem de iyi sonuçlar elde edebilmek adına aynasızlar iyi bir tercih. Aslında bu da yeni değil, baktığınızda. Geçmişte de sokak fotoğrafı ile ilgilenen pek çok kimse Leica’ları tercih ediyordu. Sokak fotoğrafı için DSLR’er iddialı kalıyor. Temelde iki makine arasında fotoğraf kalitesi değil mekanizmaları farklı yalnızca”
FAZIL YILDIRIM KİMDİR?
Ama soğuk ve kar denince Türkiye’de belki de akla ilk gelen kent Erzurum. 35 yıldır Erzurum’u yaptığı haberlerle Türkiye gündemine taşan usta isim Cem Bakırcı, medya dünyasının yakından tanıdığı isimlerin başında gelir. Yolu Erzurum’dan geçen her meslektaşımın kahvesini içmeden dönemeyeceği usta gazeteci ile Anadolu’da gazeteci olmayı konuştuk. Bakırcı, “Fotoğrafı, haberi babam dahi olsa kimseyle paylaşmadım” sözleriyle mesleğine olan tutkusunu anlattı.
HÜRRİYET HABER AJANSI’NDA BAŞLADIM
Hürriyet Haber Ajansı’nın (HHA) Erzurum bürosuna 1980 yılında ortaokul yıllarında adım attığını, ‘Ofisboy’ olarak girdiği büroda hızla yükseldiğini aktaran Cem Bakırcı, “Alaylıyım. Fotoğrafa ve gazeteciliğe tutkum karanlık oda serüveni ile başladı. HHA Benim için bir okul oldu. Dönemin HHA muhabirlerinden Yusuf Şenocak ağabeyden öğrenerek fotoğraf çekmeye de başladım. Rahmetli Yusuf Şenocak, Cemal Çelebi, Berat Yurdakul’un yanı sıra Yaşar Uçar’ın üzerimde katkıları büyüktür” dedi. Bakırcı, Erzurum’da gazeteci olmayı ise şöyle anlattı:
TEKNİK ZORLUKLARLA YARIŞIRDIK
Anadolu’da, hele Doğu Anadolu’da gazetecilik yapmak hiç de kolay değil. Şartlar teknik anlamda şimdi daha iyi. Dijital fotoğraflar, internetin daha yaygın olması mesleği teknik olarak daha kolay hale getirdi. 30 yıl öncesinde, eksi 30-40 derece soğuk hava, çektiğiniz fotoğrafı bir yerden bir yere ulaştırmak bile büyük bir sorun olabiliyordu. İlkel araç ve gereçlerle İstanbul, Ankara gibi merkezlerde görev yapan arkadaşlarla yarışıyorduk. Bir de tabii ‘Taşra muhabiriydik’ sosyal anlamda da güvence altında olmak kolay değil, Anadolu’da. Ben şanslıydım, Hürriyet gibi bir kurumda çalışıyordum. Dönemin HHA Genel Müdürü rahmetli Hasan Yılmaer sayesinde 1983 yılında sosyal hakları ve güvencesi olan profesyonel bir gazeteci oldum.
YEMEK MASASINDA POLİS TELSİZİ
Fotoğraflarım ve renkli haberlerimle Türkiye’nin bildiği gazetecilerinden biri olsam da yıllarca polis telsizi dinledim. Anadolu’da gazeteci olmak çok farklı bir duygu. Buralarda önemli olan mesleğe olan bağlılıktır. Artık Anadolu’da da ajansların temsilcilikleri var. Arkadaşlarımız sosyal haklardan yararlanabiliyor. Sigortaları var. Teknolojinin imkanlarından yararlanıyorlar. Ancak daha birkaç yıl öncesine kadar ‘Taşrada gazeteci olmak’ gerçekten çile ve sabır işiydi. Bu bölgelerde branşlaşma olmadığı için, herkes her alanda kendisini yetiştirmek zorundadır. Taşrada gazeteciyseniz her habere koşarsınız. Meslekte bana çok destek olan sevgili eşim Asiye’nin, ‘Bıktım şu telsizinden bir akşam şu telsiz sesini duymadan yemek yemek istiyorum’ sözleri ile yıllarımız geçti. O telsiz asla kapanmadı ve onun sayesinde yüzlerce özel haber yaptım. Başarılı olmak için en temel sır, ‘Mesleğini sevmek ve özverili olmaktır’ 35 yılı aşkın süredir bu işin içerisindeyim. Zaman zaman ‘yoruldum’ desem de her gün sırtımdaki 12 kiloluk çantayla haber kovaladım. Hala da çantamı sırtımdan indirmiş değilim.
HIRSIZLAR AÇIĞA BEN YOĞUN BAKIMA ALINDIM
Fotoğraf çekmeye 2004 yılında başladığını belirten Çolak, siyah-beyazı tercih etmesinin sebebini ise “Tanık olduğum yaşamlar, yaşadığımız bölge renkli değil. Bu yüzden fotoğraflar da siyah-beyaz” sözleriyle aktardı.
İYİ BİR FOTOĞRAF İZLEYİCİSİYİM
“Fotoğrafı bir ifade biçimi ve yaşanılan zamana tanıklık olarak algılıyorum” diyen Serkan Çolak, mesleki öyküsünü ve Mahzen Photos’u anlattı:
“Öncelikle çok iyi bir fotoğraf izleyicisim. Pek çok fotoğraf yayınını yakından izlerken 2004 yılında Gaziantep’te öğretmenlik yaptığım dönemde bir meslektaşım sayesinde fotoğrafla profesyonel olarak tanıştım. İyi bir izleyiciyken fotoğraf üreticisi oldum. Kendi çabalarımla öğrendim. Fotoğrafı öğrenirken belli kalıplar içinde kalmamak adına belki de doğru bir tercih kullandım. Daha özgür bir ifade biçimine kavuşmamı sağlamış olabilir. Ama sonrasında belgesel fotoğraf üzerine daha fazla düşünmeye başlayınca bu alanda Özcan Yurdalan ve Birol Üzmez’in atolyelerine katıldım.
Fotoğraflarım siyah-beyaz, kontrastı yüksek birazda kasvetli bir havaya sahip. Bu benim seçimim, siyah beyaz fotoğrafa daha dramatik bir etki katıyor. Hayata bakışımdan da kaynaklanıyor belki. Çünkü tanık olduğum yaşamların çok da renkli olduğunu düşünmüyorum. Etrafımızda, bölgemizde yaşanan sıkıntılar. Bugün kime sorarsanız, siyah-beyaz yaşıyoruz.
BELGESEL KENTSEL DÖNÜŞÜMLE BAŞLADI
Belgesel fotoğraf ise 2010 yılında üniversiteden arkadaşım olan Sinan Kılıç’la hayatıma girdi. O yıl İzmir’de Kadife Kale’deki kentsel dönüşüm başlıyordu. Birlikte bir proje olarak başladık önce oradaki yaşamı tanıyalım, anlayalım ve anlatalım derken bugün bir çok üniversitenin ve kitabın yayınlarında bizim karelerimiz tercih edilmeye başladı. Uzun soluklu bir işti, belgesel fotoğraf anlamında da oldukça güçlü bir hikaye ile yola başladık.
Dünyaca ünlü film yönetmeni Abbas Kiarostami’nin sahip olduğu farklı bakış açısını yansıttığı fotoğrafları 10 Nisan’a kadar CerModern’in anagalerisinde gezilebilecek. Türkiye’nin dünya markası ressamlarından Burhan Doğançay’ın ilk kez sergilenen fotoğraflarıysa 13 Mart’a kadar Ankaralıların ilgisini bekliyor. Fotoğraf dünyasının önemli isimlerinden Mehmet Arslan Güven’in küratörlüğünü yaptığı “Solmayan ışıklar” karma sersisi ise 5 Şubat’a kadar açık kalacak.
GÜVEN İMZALI “SOLMAYAN IŞIKLAR”
Geçtiğimiz hafta açılışı yapılan “Solmayan Işıklar” sergisinde Ankara’da yaşayan ve benimde aralarında bulunduğum 28 fotoğrafçının 53 karesi sergileniyor. “Solmayan Işıklar” da yer alan fotoğraflar ve fotoğrafçılar ise Küratör Mehmet Arslan Güven’in seçimi. Güven, sergi fikrini açtığı tüm fotoğrafçılardan olumlu yanıt almasının, zihninde yarattığı projenin pozitif bir şekilde aktarılması adına kendisi için sevindirici olduğunu söyledi. Küratör Mehmet Arslan Güven sergilenen fotoğrafları, “1976 yılından bugüne, Ankara’da izlediğim fotoğraf sergileri, günlüklerime yazdığım notlar, fotoğraf albümleri, kataloglar, dergiler hatta sayfa kenarlarına düştüğüm notlarla seçtiğim öznel, yargıya dayalı kareler. 28 fotoğrafçıdan yaklaşık 40 yılda, kendi yerini edinmiş, tutunmuş, solmayan özgün 53 fotoğraf” diyerek anlattı. “Fotoğraf insanı” olarak tanınan Mehmet Arslan Güven, sergide ayrıca aramızdan ayılan 3 sanatçının Fikret Otyam, Mustafa Türkyılmaz ve Adnan Veli Kuvanık’ın da birer kareyle anıldığını söyledi. Sergiyi gezenleri bekleyen bir farklılık ise Devlet Sanatçısı ünvanlı Ozan Sağdıç’ın müzikler eşliğinde ekrana yansıtılan “Demir ejderlere ağıt” isimli fotoğraf gösterisi.
ABBAS KIAROSTAMI
Sinema alanında onlarca önemli ödülün sahibi, ünlü iranlı yönetmen, senarist ve yapımcı Abbas Kiarostami bu kez bambaşka bir yüzü ile Türk sanat severlerin karşısına çıkıyor. Geçtiğimiz yıl Antalya Film Festivali’nde de Altınportakal Yaşam Boyu Onur Ödülü’ne layık görülen İranlı usta sinemacının, 1970’ten bu yana kısa film ve belgeseller de dahil olmak üzere, 40’tan fazla filmde imzası var. “Köker Üçlemesi”, “Kirazın Tadı” ve “Rüzgâr Bizi Sürükleyecek” filmleriyle sinema sektöründe dikkatleri üzerine çeken Abbas Kiarostami, şiirleri, fotoğrafları, resimleri ve çizimleriyle de tanınıyor. Abbas Kiarostami’nin CerModern’deki sergisi ise Türkiye’de bugüne kadar açılmış en kapsamlı sunumu. Ankaralı sanatseverlerin ilgisini çekecek sergide büyük ölçekli 43 fotoğraf yeralıyor. Sergi alanı içerisinde oluşturulan sinema salonunda ise Abbas’ın video yapıtları izlenebiliyor.
BURHAN DOĞANÇAY
Türkiye’nin en önemli ressamlarından Burhan Doğançay bu kez fotoğraflarıyla sanatseverlerin karşısına çıkıyor. Doğançay’ın ilk fotoğraf sergisi “Picture The World” CerModern’de 13 Mart’a kadar açık kalacak. Eserleri dünyanın en önemli müzelerinin daimi koleksiyonlarında yer alan Türkiye’nin dünyaya sunduğu değerlerden biri Burhan Doğançay’ın fotoğraflarındaki başarı ise resimlerini aratmıyor. 100 eserin sunulduğu sergiyle ressam Doğançay, sosyal medyadaki fotoğraf platformlarıyla moda olan sokak fotoğrafçılığının en iyi örneklerinden birini sunuyor. Doğançay’ın resimlerine ilham kaynağı olduğunu söylediği fotoğraflarda, New York’tan Togo’ya dünyanın dört bir yanından izler bulunuyor. Doğançay, ülkenin, şehrin, mahallenin ve sokağın sosyo-ekonomik yüzünü, toplumun aynası olarak gördüğü kent duvarlarından fotoğraflarla yansıtıyor. Ayrıca dünyanın dünyanın dört bir yanından insanlar, caddeler, köprüler onun farklı bakış açısıyla Ankaralıları bekliyor.
Takvimdeki fotoğrafların büyük bölümü, hava fotoğrafçısı Ertuğrul Birel’in karelerinden oluşuyor. Bu çok özel 2016 takviminin fotoğraflarının büyük bölümünün sahibi Ertuğrul Birel’le ‘SoloTürk’ü fotoğraflamayı konuştuk. Birel’in, “Başka bir hava aracını fotoğraflamaya benzemiyor. O gerçekte bir savaşçı. Yapmış olduğu gösterinin, savaşçı ruhunu, savaş meydanlarındaki becerisini anlatan küçük bir piyes olduğunu bilmek başlı başına ayrı heyecan” sözleri SoloTürk’e duyduğu hayranlığı fazlasıyla anlatıyor.Ankara Akıncı Hava Üssü’nde konuşlanan SoloTürk’ün, ilk lansmanının yapıldığı 2011 yılından bu yana bütün gösterilerini takip ettiğini belirten Ertuğrul Birel, SoloTürk’e olan bağını ve hava fotoğrafları çekmek isteyenlere tavsiyelerini şöyle aktardı:
HAYRANLIĞIM, BAĞIMLILIK DÜZEYİNDE
“SoloTürk’le artık bir fotoğrafçı ile çektiği konu ilişkisinin çok ötesinde bağım var. Hayranlığım, bağımlılık düzeyinde bir sevgi belki. F16’yı bu şekilde izlemek, en başta bu ülkenin bir ferdi olarak bana gurur veriyor. Bir çok hava aracının fotoğraflarını çektim. Ama arşivimde binlerce karesiyle SoloTürk’ün yeri ayrı. Bu takvimde fotoğrafların bir kısmı benim, bir kısmı arkadaşlarımın. Tasarımını ben yaptım. Ama bu takvimin hiç bir yerinde adım bile yok. Ben istiyorum ki daha çok kişi çeksin, SoloTürk’ü. Başkalarının da bu işe girmesi daha farklı bakış açıları getirecektir.
İZLERKEN HİÇ BİTMESİN İSTİYORSUNUZ
İlk başlarda SoloTürk gösterileri sırasında daha fazla fotoğraf çekebilmek için, gösterilerin daha uzun sürmesini istiyordum. Doyumsuz kareler çünkü izlerken hiç bitmesin istiyorsunuz. Ama sonradan sonraya ekibi de tanıyınca bu kez çok alçaktan yapılan, çok tehlikeli manevraları izlerken yine doyumsuz karelere imza atsamda bu kez içimden, ‘Yeter artık, hadi artık bitsin’ demeye başladım. Uçan her bir arkadaşım benim ailem gibi çünkü.
‘ÖNCE KUŞLARLA DENEME YAPIN’ TAVSİYESİ
Uçak fotoğraflamak için en başta iyi performans sağlayacak bir makine ve sağlam bir lens parkı gerektiriyor. Aklınızdaki fotoğrafı kareye yansıtma isteği çoğu zaman birden fazla lens kullanmanıza sebep oluyor. Uzun yıllardır hava fotoğrafları çektiğim için çok fazla gözlem yapma şansım oldu. Yüklü uçakların daha uzun piste ihtiyaç duyduklarını, paraşüt açarak duran uçakların nerede pistle buluştuğunu, nerede paraşütlerini açtığını, pist başına giden uçakların izlediği yolu biliyorum. Uçak fotoğrafları çekmek isteyenlere tavsiyem öncesinde kuşlar üzerinde onları takip ederek çalışabilirler.”
Amerika kıtasındaki ilk sergisini Kolombiya’nın başkenti Bogota’da açan Yalçın’ın fotoğrafları Ekvador Ulusal Müzesi ve Ekvador Parlamentosu’nun ardından bu kez Dominik Cumhuriyeti’nin başkenti Santo Domingo’da sergilenmeye başladı. Yalçın’ın kareleri Türkiye’nin Acun Ilıcalı imzalı yarışma programlarından “Survivor” sayesinde yakından tanıdığı Dominik Cumhuriyeti’nin en önemli merkezlerinden Güzel Sanatlar Sarayı’nda Ocak sonuna kadar gezilebilecek.
TANITIM ELÇİSİ OLMAKTAN MUTLU
“Anadolu ruhumun manzarası” sözleriyle sergide yer alan fotoğrafların kendisinden izler taşıdığını aktaran usta fotoğrafçı Yalçın, Türkiye’yi bir kültür elçisi gibi tanıtmaktan mutlu olduğunu söyledi. Yalçın, Amerika’da 3 ülkede açtığı 4 serginin önümüzdeki yıl Peru ve Panama ile devam edeceğini söyledi. Dışişleri Bakanlığı ve ilgili ülkelerin büyükelçiliklerin davetiyle sergilerin ortaya çıktığını aktaran Yalçın’la uzak kıta Amerika’daki sergilerini konuştuk:
EKVADOR’DA PARLAMENTO’DA AÇILDI
“Kolombiya’daki sergimi Kasım 2013’te başkent Bogota’da açmıştım. Bu sergi ile başladı ‘Anadolu’dan renkler’in Amerika kıtasındaki turu. Kolombiya’da ülkenin iki büyük Üniversitesi National ve Externado Üniversiteleri sergiye ev sahipliği yaptı. Güzel olan sergi ile birlikte bu iki üniversitede Türkiye ile ilgili sunumların yapılmasıydı. Serginin ikinci durağı ise bu yıl Mayıs ayında Ekvador’un Başkenti Quito’daki Türk haftası oldu. Quito Ulusal Müzesi’nde açılan sergi burada büyük ilgi görünce, Ekvador’lular bu kez aynı kareleri parlamentolarına taşımak istedi. Ekvador-Türkiye dostluk grubu parlementerleri serginin Ekvador Ulusal Parlemantosu’nda açılmasını sağladı. Nisan ayında da Ekvador Ulusal Parlemantosunun fuayesinde ilk kez bir ülkenin fotograf sergisi açılmış oldu. Ekvador meclis üyeleri ve milletvekilleri Türkiye’yi ve Anadolu’yu bu fotoğraflar sayesinde yakından tanıma fırsatı buldu. Burada beni mutlu edense serginin açıldığı 7 Nisan günü Ekvador parlemantosuna sunulmak istenen Ermeni tasarısının geri çekilmiş olmasıydı.