1984 yılında beri Venedik Film Festivali’ni izlerim. Zaman zaman da Cannes, San Sebastian gibi Avrupa’daki diğer festivallere katılırım.
Bu yıl Venedik Film Festivali’ndenhemen sonra Antalya Film Festivali’ne davet edildim. Hemen ilk izlenimimi söyleyeyim. Zaten kan kaybetmekte olan Venedik’le kıyaslanınca, Antalya Film Festivali çok daha enerjik ve kaliteli göründü gözüme...
Venedik’in festival başkanı Marco Müller, son dakika çaresizliği ile Joel kardeşlerin "Burn After Reading"ini açılış galasına getirtti. George Clooney şöyle bir kendini gösterdi ve hemen kayboldu. Charlize Theron ve Anne Hathaway’inde Clooney’den farkı yoktu, sadece şöyle bir göründüler, o kadar... Yani meydan daha çok İtalyan filmlerine kaldı.
Peki Venedik Film Festivali’ni kim kurtardı dersiniz? Ünlü moda tasarımcısı Valentino ile ilgili bir belgesel ve 70 yaşındaki şarkıcı Adriano Celentano’nun "Yuppie" adlı 70’li yıllarda çevirdiği filminin tamir edilip dijitale dönüştürülme töreni...
Pardon bir de Antalya Film Festivali’ne de katılan Mickey Rourke ve emektar köpeği Loki var!
Bakın, benim kaldığım otel, festivalin altıncı gününde neredeyse boşaldı. Çünkü ortada bir şöhret kalmamıştı. Mickey Rourke’a "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü kazandıran "The Wrestler" (Güreşçi) filmi ise festivalin sonunda yarışacaktı. Yani Venedik Film Festivali’ni o sarhoş denilen, botokslu, çaresiz, mutsuz, bitik Mickey Rourke kurtardı!
Antalya ise bambaşka geldi bana... Venedik’te ünlü konukların yanına yaklaşamazsınız. Gazeteciyseniz, basın toplantısına gider ve ancak orada görürsünüz. Organizasyon, paparazzilerden ve hayranlarından korumak için ünlüleri neredeyse odalarına hapseder, kapılarına da iki, hatta üç koruma diker. Partiler ise VIP davetlilerin dışında kimselerin gidemeyeceği küçük adalarda yapılır.
Oysa Antalya’da durum farklı... Hillside Su Otel’deki sabah kahvaltınız sırasında, büfeden kendi tabağını dolduran, kendi kahvesini alan Kevin Spacey, Adrien Brody, Matthew Modine, Danny Glover, Michael York ya da Marisa Tomei ile yan yana gelmeniz olasılık dahilindedir. Plajda aynı ünlülerle yan yana güneşlenmek veya partide birlikte dans etmek de mucize sayılmaz!
Venedik’te festival sırasında her şey yüzde yüz pahalanır: Otel ve restoranlardan tutun da ulaşıma kadar...
Antalya’da ise konukların rahat etmesi için her şey düşünülüyor. Bakın İstanbul’dan döndüğümde, Roma Film Festivali için havalimanında kurulan irtibat masası portatifti ve bir ayağı kırıktı. Bilgilendirme dışında hiçbir hizmet de vermiyordu. Roma Film Festivali, bu yıl onur konuğu olarak sadece Al Pacino’yu getirebildi üstelik... Çünkü festival doğmadan ölmüştü.
Bu bakımdan Antalya uluslararası alanda emeklemeden hızla yürümeye geçti. Elbette eksiklikler var. Öncelikle bir sinema sarayı kompleksi şart... Bir de Cengiz Semercioğlu’nun önerdiği gibi ulusal ve uluslararası yarışma final gecesini ayırmak lazım...
Ayrıca ödül adaylarını sahneye yakın oturtmak ve fotoğraf çekimlerini basın toplantıları öncesinde yapıp toplantı sırasında konuşmacının flaşlardan rahatsız olmasını önlemek de var. Tabii bunlar zamanla giderilebilecek küçük kusurlar, detaylar...
Zaten bütün bu ayrıntıları AKSAV sorumlusu Erol İşbilir ile konuştuk.
Son söz: Bence Portakal, Altın Aslan’ı gölgede bıraktı.