Paylaş
Aslında mutfağımız için 100 yılda bir gelecek bir fırsatı tepmek üzereyiz. Üstelik bu fırsatın hemen yanında öyle derin bir tuzak var ki biraz saparsak ucu derin kuyularda kaybolmak.
“Nedir bu fırsat?” derseniz; yemeğin inanılmaz popülerleşmiş olması: Aşçılık okulları, aşçı olmak isteyen insan sayısı, kalitesi, dışarıda yemek yeme oranı, TV programları, dijital medyada yemek paylaşımlarının yoğunluğu, festivaller, dernekler...
Peki bu fırsatın hemen yanındaki tuzak ne? Konunun taklitçilikle para yapması, vasatlaşması, var olan yemek kültürünün evrim geçirmesi yerine
kısırlaşması.
* * *
Ama bu kadar fırsatı ne için kullandığımız çok önemli. Samimi ve derin bir şeyler üretmek için kullanabiliriz, Batı’da yapılmışları taklit etmek veya uygulayıp çuvalı doldurmayı seçerek de. Benim algılamakta en zorlandığım konu da taklit etmenin ne ‘alan’ ne de ‘yapan’ tarafından ayıp görülmemesi. Kendim de yemek programı yaptığımdan yıllarca yemek programlarıyla ilgili yorum yapmaktan kaçındım. Ama hepimizin ismini bildiği insanların “Sahleple mahlep aynı şeydir” veya “Eti mühürlüyoruz” diyerek bir kilo kuşbaşı eti tavada haşlaması ‘üslup farkı’ değil, düpedüz yanlıştır. ‘Öze, doğaya dönüş’ savıyla yola çıkıp kinoalı karides yapmak neden?
Memleket mutfağımız çok büyük bir dönemeçten virajı alamayıp kenara savrulursa bunun sorumluluğu hepimizin olacak. Sesimizi çıkarmalı, kanallardan, yöneticilerden doğru taleplerde bulunmalıyız.
Neden böyle oluyor?
◊ Reyting sistemi: Hangi politik görüşten olursa olsun şu anki reyting sistemini doğru bulan yok. “Televizyonda izlediğiniz içerikten memnun musunuz?” sorusunun cevabı da net. Sistem kurucu ve kanun yapıcılara duyurulur!
◊ Sponsorlar: Markalar yemek programlarına görünür olmak ve iyi, sağlıklı, kaliteli olanla yan yana durmak için sponsor olur. Markalar bunu ısrarla talep ederlerse çok başka sonuçlar doğabilir.
◊ Kanal yöneticileri: Kanal yöneticileri kafalarındaki klişelerden kurtulmalı. Yedi yıl önce ilk TV programımda yanıma manken vermek istemişlerdi. “Kimse 25 dakika yemek yapan birini tek başına izlemez” diyerek... Mankenlere itirazım yok ama görev tanımlarında neredeyse yemek yememek olan bir meslek erbabının lezzetle, iştahla, samimiyetle alakalı programımda yeri olmamalıydı. Neticede o dönem kanalın en çok izlenen programlarından biri oldum. Şimdi öngörülmesi gereken yeni ve başka mevzular var: Cesaret, vizyon ve dünyada trendlerin nereye gittiğini çok daha iyi takip etmek.
◊ Bedavaya iş yapmaya hazır aşçılar: Ucuz etin yahnisi gibi bir durum. Bu işe soyunan insanın çalışmasını iyi yapabilmesi için belirli bir kazancı olmalı. Ama piyasa sıfırlandığı için sistem kendini yenileyemez oldu...
◊ Takım çalışması olduğunun anlaşılması: Dünyadaki farklı TV kanallarının Türkiye’de çektikleri programlara konuk oluyor ve ekipleri gezdiriyorum. Bu ekiplerde ışıkçıdan prodüktöre herkesin tutkusu yemek. İştahla bakan kameramanın çektiğiyle, ertesi gün araba çekimine gidecek olanın çektiği o kadar farklı oluyor ki... Bu koşulların oluşturulması önemli.
◊ Tepkisiz izleyici: Ben de bugüne kadar kendimdeki en önemli eksiğin bu olduğunu fark ettim. Beğenimizi belirtmek, yanlışı gerek kanallara, gerek işi yapan insanlara bildirmek, beklentilerimizi yavaş yavaş yükselterek iyiye talepkâr olmamız gerekiyor.
* * *
Mutfak en kıymetli değerlerimizden biri. Sahip çıkmazsak, hamburger ve pizzacı diyarı olacak medeniyetin doğduğu Anadolumuz.
Bunlar da beğendiklerim
◊ Wilco Van Herpen: “Türkiye'nin hepsini göstermeniz imkânsız. Bir hayat yetmez, belki dört hayatta...” diyen, demekle kalmayıp böyle yaşayan bir adamın programını izlemek kim istemez ki... (İz TV)
◊ Görevimiz Yemek: Mehmet Yaşin ile Teoman Hünal‘ın görmüş geçirmiş değerinden faydalanmak, onların okul kırıp gezmeye çıkmışlarcasına heyecanlarını tatmak çok güzel. (Bein Gurme)
◊ Bıçağın İki Yüzü: Gerçek bir şefin bakış açısından malzeme bazlı yaratma sürecine tanık olmak yanlış bilgilerle kirlenmektense çok daha iyi geliyor insana. (Bein Gurme)
Paylaş