HAYAT korkanları affetmez! başlıklı yazımdan sonra mektuplar ve mesajlar, korkmadıklarını kanıtlamak için, imzalı gelmeye başladı. Bu bir gelişmedir. Memnun oldum.
Bu arada sitem dolu mektuplar alıyorum. Hayat boyu çok ezildikleri için her şeyden korktuklarını ifade edenler, onların durumlarını anlamadığımı söylüyor.
"İşimi kaybetmemi istiyorsanız kimliğimi açıklayın" diyerek adını ve adresini veren bir öğretmen okurumun mektubu, insanlarımızın içinde bulunduğu korku ve eziklik psikolojisi hakkında yeteri kadar bilgi veriyor. Şöyle diyor:
* * *
"Sayın Turan... Her zaman olduğu gibi yazılarınızı severek okuruz. Ancak ’Hayat Korkanları Affetmez’ başlıklı köşe yazınızdan sonra günler, haftalar boyu bunu düşündüm, üzüldüm.
’Korkanlar, bana yazmasın!’ mealindeki siteminizde haklı sayılmazsınız. Evet, korkuyoruz. Hayat, sizin pencerenizden kolay görünebilir. Ancak gerçek öyle değil!
Ben öğretmenim. Uzun yıllar bu mesleğin çilesini çektim, hálá da çekiyorum.
Yıllar boyu başımıza çok şey geldi. Sürgünler, işkenceler, aşağılanmalar, meslekten uzaklaştırmalar... Evet, bütün bunlar neden mi oldu? Fikir ve davranışlarımız egemen güçlerin hoşuna gitmediği için oldu. ’Peki, o halde neden susuyorsunuz?’ diyorsunuz.
Aslında susmuyoruz. Bu iktidardan da hiç memnun değiliz. Ülkemin birliğini sarstığı, milletimin bütünlüğünde gedikler açtığı için bu iktidardan hoşlanmıyoruz.
Dediğim gibi, pek çok kişi benimle aynı duygu içinde ama iktidarın hışmından korkmakta... Elbette korkunun ecele faydası yok, bunu biliyoruz. Dediğiniz gibi hayat korkanları affetmiyor. Ancak, başka bir ekonomik gücün yoksa bu güçsüzlük, bazı şeylere yutkunarak ses çıkarmanı engelliyor.
* * *
Evet, ben bir öğretmenim. Maaşımdan başka bir gelirim yok. Bir yaşlı anne, baba, iki çocuk ve bir eş... Meslekten uzaklaştırıldığım an ben ve elime bakan ailem sokakta, aç ve sefil kalacağız.
Açlık çekmenin, sokakta kalmanın ne olduğunu ancak yaşayan bilir. Ben bunu yaşadım. Geçmiş yıllarda iktidarın hışmına uğrayıp görevden alındım. Bir kış günü, kirasını ödeyemediğim için evden atıldık.
5 yaşındaki evladınız gözlerinizin önünde açlıktan eriyip giderken, ezile büzüle, bir fırından ekmek istemenin ne olduğunu bilen var mı? İşe başladığımda ücretini fazlasıyla öderim sözüne fırıncının ’Biz de o zaman ekmek veririz’ şeklindeki acımasız cevabının yarattığı yıkılışı yaşadınız mı? Ben yaşadım!
Elbette yürekli çıkışınız alkışlanacak bir tavır. Keşke sesimizi biz de sizler kadar yüksek çıkarabilsek... Keşke, iktidarın hışmına uğradığımız zaman aşsız, evsiz kalmasak da, her düşüncemizi korkusuzca haykırabilsek... Ancak, olmuyor, olmuyor! Biz de, sevdiğimiz sizin gibi yazarlara mektuplar yazıyor, kahrolası bu korku yüzünden de adımızı, imzamızı saklamak durumunda kalıyoruz.
Sadece kendimiz olsaydık, inanın bu kadar korkmazdık. Yeri gelir aç yatar, yeri gelir ot yerdik. Ancak, bebekler bunu yapamıyor. Bu yüzden, elimiz kolumuz bağlanıyor."
* * *
Demokratik olduğu, düşünce özgürlüğü içinde halkın mutlu yaşadığı iddia edilen ülkemizde ıstırap çeken bir öğretmeninin haykırışları bunlar. Aslında yıllardır insanlarımızı bu duruma getiren sistemi yaratanlar utanmalı, ama utanmaları var mı ki?