Pucca Günlük

14 Şubat’ta bana sakın bunu alma!

12 Şubat 2017
Yine geldi çattı 14 Şubat! Yok emperyalist düzenin bir oyunu. Vayy insan sevgilisini bir gün değil her gün anmalı gibi şeyler söylense de geçiniz efendim bu işleri. Bu 14 Şubat hediye alınacak! Anladın mı sevgilim, özellikle sen alacaksın... Ama lütfen şu klişeler dışında olsun!

OYUNCAK

Allah aşkına kadınların ‘oyuncak ayı’ sevdiğini kim söyledi? Kim bu dedikoduyu etrafa yaydı ve bütün erkek ırkı buna inandı? Bir kadına alınacak şey mi Allah aşkına? Bu bize yapılan haksızlık yüzünden liseden beri yatağımız, dolabımızın üstü, raflarımız, kitaplığımızda bulduğumuz her boşluk o iğrenç tüylü, ne işe yaradığını anlamadığımız oyuncaklarla dolu. Ne olursunuz artık almayın bize bunları.

PAHALI HEDİYELER

Aslında şiir gibi duruyor, özellikle ‘yükte hafif, pahada ağır’ denilince insanın aklı başından gidiyor kabul ama maalesef insanı biraz geriyor. “Şimdi buna kaç para verdi bu, neden bu kadar pahalı aldı ki, yarın ayrılmak istesem geri vermek zorunda mıyım? Bunu satsam kaç lira eder acaba? Sahte mi lan yoksa lak diye koydu önüme gibi paranoyak düşüncelere sürüklüyor insanı.

EL YAPIMI HEDİYELER

Şimdi burada “Bana kendinden bir parça versin, işte içine aşkını koysun yeter” gibi romantik laflarla sizi kandırmayı düşünüyordum ama maalesef. İki kâğıt parçasını uhuyla yapıştırıp bana getirirse biraz üzülürüm. Elbet önemli olan maneviyat, tamam ama iyi bir resim yeteneğin varsa eyvallah. Ne bileyim, sesin güzeldir; şarkı söylersin ona da tamam ama diğer türlüsüne yokum açıkçası.

ÇİFTLER İÇİN KOMBİNLER

Yazının Devamını Oku

Bebekle köpek olur mu?

5 Şubat 2017
Hani hep diyorlar ya, “Çocuğun olmadan anlamazsın” diye. Aynı şekilde bir hayvan sahiplenmeden bunun ne demek olduğunu anlayamazsınız!

Valla bal gibi olur. Hem de o ev var ya nasıl cümbürtülü, eğlenceli olur. Bu aralar, bizde yaşayan köpekleri gören çokbilmiş ablalar, “Ayy atsana artık bunları”, “Köpekleri yolla, hastalık kapacaksınız”, “Bebek gelince bu köpekler ne olacak?” diye saçma sapan şeyler söyleyip, benim sinirimi tepeme çıkartıyorlar. Bu köpekler bir yere gitmeyecek. Çünkü onlar da benim çocuklarım. Ben doğurmadım, insan da değiller (iyi ki değiller!) ama savunmasızlar; bana muhtaçlar; en önemlisi, biz beraber büyüdük. Şimdi sırf kendi rahatım için o köpekleri bir yere yollayacak değilim. Üstelik insanın doğası gereği hayvanlarla beraber yaşaması gerekirken, kendimizi bu kadar izole etmenin ne anlamı var? Onları sahiplenirken zaten başıma gelecekleri biliyordum. Çocuğumun köpeklerle yaşayıp, hayvan sevgisini bilip, yaşayan herhangi bir canlıya zarar vermeden büyümesini istiyorum.
Hani hep diyorlar ya, “Çocuğun olmadan anlamazsın” diye. Aynı şekilde bir hayvan sahiplenmeden bunun ne demek olduğunu anlayamazsınız! Arkadaşım yeni köpeğini korkunç bir olay sonucu kaybetti. Onun yazdıklarını okuyunca, köpeklerimizin bizim çocuklarımız olduğunu bir kez daha hatırladım.
Sushi anlatıyor
Ben anneme sabrı öğretmek için gittim. Melek oldum ben. Koca ömrümü iki buçuk seneye sığdırdım. Çok hızlı, çok deli yaşadım.
Annemle babamı hiç yalnız bırakmadım. Tuvalette bile takip ettim. Duşta kapılarında bekledim. Her sabah suratlarını yalayarak uyandırdım. Aman maazallah birbirlerini öpmesinler, hemen aralarında bitip aşk puanlarını topladım.



Yazının Devamını Oku

“Çocuğumun anası” da bir yere kadar!

29 Ocak 2017
Mevzu ne olursa olsun, kadın-erkek ilişki kavgalarında her zaman kadını tutmuş, adama demediğimi bırakmamışımdır. Hayatımda ilk defa bir erkeğe hak veriyorum! Caner Erkin ve Asena Atalay’ın boşandıktan sonra olan olaylarında, kimse kusura bakmasın ama Canerciyim. Sen neymişsin be Asena, Allah düşmanına yardım etsin senin!

İlişkilerde, etik olan, beraber olduğun; belli bir süre hayatına ortak olmuş hiç kimse için konuşmaman gerekliliğidir ama kimi kandırıyoruz allasen. Hele evli çocukluysan, hiç ağzını açmaman lazım. “Çocuklarımın anası-babası” artık neyiyse o kişiye laf söyletmemek hayatının amacı haline gelir. Caner Erkin ve Asena Atalay’ın evliliğinin bitişinde yaşanan tam böyle saygı çerçevesi içinde örnek bir ayrılıktı ki, kadın dayanamadı gerçek yüzünü gösterdi.

Valla ben konu ne olursa olsun, haksız bile olsa hep kadından yana olmuşumdur. Caner-Asena olayında ise kendimden beklenmeyen bir performansla Canerci oldum. Yani oradan tutmaya çalıştım, buradan burkmaya çalıştım yok, yok, yok! Asena Atalay’ı bir yerde bile haklı bulamadım. Evlilikleri boyunca zaten skandal üstüne skandal yaşattı kadın. Adam ağzını açmadı, kadına laf söyletmedi, arkasında durdu. Yeter ki mevzular bitsin dedi, yurtdışına transfer oldu. Sonrasında güzel güzel ayrıldılar. Asena Atalay her yeni ayrılan futbolcu eşi gibi kendini tasarıma verdi. “İşimin başında olacağım, işime aşığım, kocamdan tek kuruş para almadım, bi ceketle çıktım evden” gibi kendisinin bile inanmadığı demeçler verdi. Tek bir konuda inanılmaz zeki davrandı. Nasılsa bütün magazinlerde boy boy çıkacaktı; bari gideyim magazin programı sunayım dedi.

Sonra tabii işler istediği gibi olmadı. Tasarımları tutmadı, sunuculuğu vasat kaldı, aşk hayatı büyük ihtimalle evliyken daha hareketliydi. Hikayenin diğer tarafında ise, Caner zil zurna aşık oldu. Adam, bütün geçmişi bir kalemde silmiş, kendine yepyeni bir sayfa açmış gibi davranmaya başladı. Beşiktaş’a transfer oldu. Hayatı artık daha düzenli, daha güzel gitti. Bi de tuttu evlendi. Allaaaah! Zaten ne olduysa oldu ondan sonra oldu.

Madem benim huzurum yok, senin de huzurun da olmasın diyerek Caner Erkin’e icra üstüne icra, dava üstüne dava. Çocuğuna bakmayan bir baba imajı ekleyerek, kendisini vefakar ana, çilekeş Asena gibi gösterdi de kurban olayım, hiç mi basına çıkmayacaktı istediğin para?

Çocuğunun masrafı için Caner Erkin’den istediği parayı duyunca derin bir yutkundum. 451 bin liralık bir masraftan bahsediliyor. Şöyle diyeyim, kayak masrafına 45 bin TL, barınma masrafına 89 bin TL bir para istiyor. Yani ben çocuğa o kadar masraf yapsam, büyüyünce astronot, yazar, büyük müzisyen ve bunların yanında ABD devlet başkanı olmasını beklerdim. Onca emekten sonra kuru kuru bir vatandaş olarak çıkarsa valla kahrımdan ölürdüm. Sen Türkiye gibi bir yerde yaşayıp, çocuğuna bakmıyor diye bu masrafları adamdan istersen nasıl seni tutsun, arkasına alsın insanlar. Zaten mimlisin, örnek eş klasmanında durmuyorsun. Şurada yapacağın en mantıklı şey, sinsilikti. Mutluluklarını dileyecektin, kendini sadece çocuğuna adamış anne gibi gösterip, neyim var neyim yoksa oğlumundur diye konuşacaktık. Bak senden iyisi mi olacaktı o zaman. Hırs, kötüdür, insanı hep daha dibe götürür. Bunu en iyi bu olayda anladık sanırım.

 

Yazının Devamını Oku

Çocukken Sezen Aksu’yu annem zannediyordum

22 Ocak 2017
Nasıl oldu, kim kafama kazıdı, hiç hatırlamıyorum ama buna delice inanıyordum. Yeni albümünü dinlerken yine o günleri hatırladım...

Acı çekmekten nefes alamaz duruma geldiğim anlarda okul penceresinden dışarı bakarken ‘annem Sezen Aksu’ bahçe kapısından girecek ve ‘Senelerdir seni arıyordum, sonunda buldum!’ dedikten sonra beni alıp götürecek sanıyordum. Gelmedi tabii. O gelmedikçe, umudum da bitti. Belki uzaktan gördü, çirkin bir kız olduğum için benden utanıyor falan diye düşündüğüm de oldu. Allah’tan, büyüdüm de akli melekelerim yerine geldi, kadının peşine sapık gibi takılmadım. Hoş, geçen yıllarda “Bak Sezen Aksu’nun evi burasıymış” diye bana bir ev gösterdiler. Evin bahçesine kitaplarımı attım. Görevli az kalsın polis çağırıyordu!

ELBETTE TARAFLI DAVRANACAĞIM

O yüzden Sezen Aksu denilince hep bir burukluk, bir akraba hissiyatı, bir ‘Onu en iyi ben anlarım’ duygusu yaşıyorum. Son albümü çıkınca çocukken yaptığım gibi bütün şarkılarını sözlerini ezberleyene kadar dinledim. Elbette taraflı davranacağım. Yani, Tarkan’a yaptığı şarkıyı bile beğenmek için çok uğraştım açıkçası.  Ama bu albüm için gerçekten kalbimle söylüyorum ki; çok güzel olmuş. ‘Düğün ve Cenaze’ albümü gibi ama sanki onun daha hafifi... Kendi top beşimi bile hazırladım:

 Canımsın Sen: Boşuna mı yaprak gibi / Rüzgârına kapıldım ben / Unutup kendimi / Bir divaneye takıldım ben!

 Kördüğüm: Bu kördüğüm eski bir yara / Ta çocukken kestiler beni / Bir gün bile iyileşmedi ki / Ben kopardım hep kabuğundan

 Ey Benim Çocukluğum: Ne yapsam, nereye gitsem olmuyor / Hayattayken araftayım / Bir hatıraya sevdalı / Hem kazanan hem kaybeden taraftayım

 Benim Karanlık Yanım: Bak gözüme gör kendini / Koyu kopkoyu asfalt rengini / Söyle neyi arıyorsun / Hangi tartıya göre dengini

 Koca Kıçlı:

Yazının Devamını Oku

İçimde bebek diye çiğköfte büyütüyorum!

15 Ocak 2017
Oysa ne hayallerim vardı... Hamile kalmadan önce prensiplerimi belirlemiş, hamileliğimi en sağlıklı, en fit, en düzenli ve mutlu şekilde geçirmeyi planlamıştım. Tabii ki başaramadım!

"Asla strese girmem, bebeği en fazla etkileyen stres” dedim. Türkiye’de yaşayıp stres nedir bilmeyen var mı Allah aşkına? Keşke bebeğe en iyi gelen şey; sinir, öfke gibi şeyler olsaymış. O zaman var ya mis gibi olacakmış.

“Sağlıklı beslenmeliyim, iki canlıyım. Ben ne yersem, bebek ondan beslenecek, bunu unutmamam lazım” dedim. Hayatımda daha kötü beslendiğim bir dönemim daha olmamıştır. Oysa ilk üç ay öyle çok mide bulantım vardı ki, “Ohooo ben bu hamileliği Ebru Şallı gibi bitiririm” diyordum. Öyle olmadı ama. O üç aydan sonra midemin içinde bir delik açıldı, hayatım sadece yemek yemek üzerine devam etti. Üstelik pastalar, börekler, Adana dürümler... İçimde bebek diye çiğköfte büyütüyorum!

“Spor yapacağım, hamilelik rutinlerimi değiştirmeyecek” dedim. Popomu kaldırıp şuradan şuraya zor gidiyorum. Yogaya başladım, en kolayı odur diye ama orada da fazla huzurdan huzursuz oldum. Pilatese başladım, her sabah kalkıp, “Bugün gitmeyeyim yaa” diye kendi kendime bahaneler uydurdum. “Bari günde 10 bin adım atayım” dedim. İki adım attım, 15 dakika soluklandım.

“Hamilelikle ilgili bütün yararlı kitapları okuyacağım, kulaktan dolma bilgilerle asla hareket etmeyeceğim” dedim. Kadınlar Kulübü’nde olumsuz bütün doğum hikâyelerini okuyup kendi kendimi yedim bitirdim.

“Bebek dünyaya gelmeden her şeyi hazır olacak, o geldiği zaman sadece onunla ilgileneceğim” dedim. Neredeyse yedi ay oldu, daha evladıma bir zıbın bile almadım.

“Sosyal hayatım hiç değişmeyecek, eğlenceler, buluşmalar, partiler aynen devam edecek” dedim. Kim benle görüşmek isterse, “Hamileyim, çıkamam, sen gel!” diye direttim. “Gelirken de pasta al” diye eklemeyi unutmadım. Dışarı çıktığım zamanlarda  da yanımdaki herkesin burnundan getirdim.

“Hamilelik bir kadının yaşadığı en ulvi duygu, insan hayatında kaç kez bunu yaşayabiliyor! Bunu en güzel haliyle geçirmem gerekli” dedim. Sinirli, çirkef, çirkin kocaman bir yeşil dev gibi dolanmaya başladım.

“Sevgilimle beraber mutlu, tatlış; beraber bebek odası boyadığımız, alışverişlerde onun göbüşümü öptüğü, birbirimize daha âşık olduğumuz bir dönem olur”

Yazının Devamını Oku

Ülke bu haldeyken önlemlerim...

8 Ocak 2017
Korkarak, evden çıkmayarak, battaniyenin altında saklanarak ömür geçmez. O daha çok geriyor insanı çünkü. O yüzden durum buyken kendimden başka bir ben yarattım.

Malumunuz, bu senenin başlangıcı iç açıcı olmadı. 2016 hepimiz için ‘Testere’ filminin içinde yaşıyormuşuz da film bir türlü bitmiyormuş gibiydi. Hah, dedik tam bitti! Gelen gideni daha ilk saatten arattı sağ olsun. Açıkçası, başta “korkmuyoruz, hayatımıza devam ediyoruz laylaylom” romantizmine ben de kapıldım. Ama sadece sosyal medyada ve lafta! Sonrasında kusura bakmasın da kimse ama açıkçası iliklerime kadar korkmaya devam ettim. Baktım korkmakla da elime bir şey geçmiyor, kendimi değiştirmeye karar verdim. Ve korkmak en doğal hakkım. Çünkü kendimi korunmasız hissediyorum. “Markette önümde duran adam acaba canlı bomba mı” diye düşünüyorum. “Karşı kaldırımda yürüyen adam neden öyle sıkı sıkı paltosuna sarılmış, içinde bir şey mi var” diyorum. “Metroya binmeden işlerimi nasıl hallederim” diye düşünüyorum. Sonra ana yolda arabanın içinde patlattıkları bombalar aklıma geliyor.

ŞİMDİ İŞLER KARIŞIK AMA DÜZELECEĞİZ

Sürekli ama sürekli ölümü düşünerek yaşıyorum. Kendi ölümümü, sevgilimin ölümünü, babamın ölümünü, kardeşlerimin ölümünü... Her telefon çaldığında, ‘aha birine bir şey oldu’ paniğiyle nefesim kesiliyor.  Bu hayat böyle de gitmeyecek, gitmiyor daha doğrusu. Bir de hamile olunca, kendimden çok bebeği düşünmem lazım. Ben sıkıntıya girdikçe içerde garibim ne yapıyor kim bilir. Korkarak, evden çıkmayarak, battaniyenin altında saklanarak ömür geçmez. O daha çok geriyor insanı çünkü. O yüzden ‘ülke bu haldeyken kendimden başka bir ben yarattım. Neler mi yaptım?

- Madem sürekli ölüm, ölmek düşünceleri arasında gidip geliyorum; o zaman sürekli onları sevdiğimi söylemem gerekli diye düşündüm. Babamı daha fazla aramaya başladım. Küs olduğum kim varsa, barışmak için adım attım. Kalbini kırdığım insanlara tatlı hediyeler yolladım.

- İnsanlarla daha fazla iletişim halinde oldum. Daha çok paylaştım, daha çok konuştum. Hissettiklerimi söyledim, akıl aldım, akıl verdim.

- Bazen ağladım. İşin garibi çoğu zaman güldüm. Ve anladım ki ne kadar çok insanla konuştuysam o kadar iyileştirdim kendimi. Markette önümdeki adam acaba bomba mı diye kafayı yemek yerine, onla da muhabbet kurmaya çalıştım. Canlı bomba falan değilmiş, ilerde ki taksi durağında şoförmüş. Kar başlayınca mesai yapacaklarmış, kara kara yolları düşünüyormuş.

- Bu aralar bebek çok tekme atmaya başladı. Şu an bir canlının bütün sorumluluğu bende. O her tekme attığında, ‘ben burdayım’ diyor sanki. Doktor, karnınla konuş sürekli, bebeğe bir şeyler anlat diyordu. Açıkçası konuşacak bir şey bulamıyordum. Suyun içinde vırttt vırttt yüzüyor, konuştuğumdan ne anlayacak diyordum. Bu aralar ama onun bana değil de benim onla konuşmaya ihtiyacım varmış gibi geliyor. Her seferinde, ‘iyiyiz, daha iyi olacağız, şimdi işler biraz karışık ama sonrasında düzelecek. Hep öyle oldu çünkü’ diye anlatıyorum. 

Yazının Devamını Oku

Yarın ne olacağımız belli değil

1 Ocak 2017
‘Evlilik delisi kadın’ klişesi ortadan kalkacak,  ‘ıssız adam’lar azalarak bitecek. Pat diye evlenmeler, cort diye ayrılmalar artacak. Çünkü malum; ölümlü dünya...

EVİM ÇOK GÜVENLİ, İSTERSEN BANA GEÇELİM

Artık flörtleşirken konuştuğumuz konular değişmeye başladı. Eskiden, ‘makarna-şarap-DVD erkekleri’ vardı. Konu, sen nasıl olduğunu anlamadan adamın yaptığı makarnalara gelirdi. Yahu beş dakika kaynar suda pişirdiğin hamur için neyin havası bu! Mantı açan kadının hakkı, Brad Pitt’i eve kapatmak o zaman. Şimdi adamların kendilerini övme durumu ‘Evim çok güvenli’ üzerine kurulu: Binasının depreme dayanıklılık belgesinden tut, “Bizim semtte bomba patlamaz, sen bana gel, evde bize yetecek kadar şarap var zaten. Biraz dişimizi sıkarsak OHAL bitene kadar evden çıkmayız. Hem apartmanımızda bir tane bile FETÖ’cü yok. Bütün gün haber kanallarını izler, Twitter’dan gündem takip edip ülkenin gidişatını konuşabiliriz”...  O naz-niyaz dönemi de bitti. Her gün bir bomba patlayınca ölümlü dünya deyip kimden hoşlanıyorsan açık açık derdini söylüyorsun. Ahmet Kaya şarkılarının Pelinsu ve Berkcan’a uyarlanmış hali yani.

YENİ NESİL PROTEİN TOZLARIYLA GÜMBÜR GÜMBÜR GELDİ

Şu ‘evlilik delisi kadın’ klişesi de ortadan kalkıyor. Etrafımda şu an -tam tersi- ‘evlensem iyi olacak adamları’nı çok görmeye başladım. ‘Kaybedenler Kulübü’, ‘Issız Adam’ erkekleri azalarak bitti çok şükür. Öf bir ara neydi ya öyle, kokuş kokuş adamlar, ‘Ben buyum kızım’ diye yediler ömrümüzü. Yaşlanınca bira göbeği diye bir gerçekle yüzleştiler tabii. Yeni nesil de protein tozlarıyla gümbür gümbür geldi. Ee elin kızı salak mı; bir tarafta karın kası yapmış yağız delikanlı, diğer tarafta ekmek hamuruna benzediği halde, ‘Bağlanamıyorum’ diye ağlayan, gereksiz acı yüklü adam. Ya sen bağlanma zaten, Allah aşkına bağlanma! Artık kadınlar, beraber spor salonuna gidip aynı diyeti yaptıkları, sabahları beraber detoks suyu içtikleri adamları seviyor.

“ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA... HİÇ ÇEKEMEM DOĞRUSU!”

“Dört senedir birlikteyiz”, “Yedi senedir nişanlıyız” insanları da azaldı. Pat diye evlenmeler bence bu sene patlayacak. Ben bunu yine gündeme bağlıyorum. “Yarın ne olacağı belli değil, varsın kirada oturalım, düğünü Çırağan’da yapmayalım ama hep birlikte olalım” romantizmine büründük. Aynı şekilde tahammül denilen şey de azalıyor tabii. Ayrılıklar artık daha kolay, “Eee ben bunu çekmek için mi yaşıyorum be!” diye kestirip atılacak.

Yazının Devamını Oku

Zodi, Capella ve sosisli ekmek

4 Aralık 2016
Kız kardeşim Zodi’yi durduramıyorum, ilk kitabı ‘Siyah Kelebek’ daha raflarda en sıcak haliyle dururken, serinin ikinci kitabı, ‘Capella’yı çıkarttı. Bir insanın hayal gücü ne derece muhteşem olabilirmiş, bunu kardeşimde görmek inanılmaz gurur verici! Size oturup, kitabı anlatmayacağım elbette, gidin alın okuyun. Onun yerine kardeşimle bir anımı, hatta bir itirafı anlatmak istiyorum...

İlkokuldayız, en yakın arkadaşım benden bir sınıf küçük olan kız kardeşim. Kardeşlik kanununa göre, büyük olan her daim küçüğünü korumak zorunda. Bir gün Yerli Malı Haftası diyerek herkes evinden yiyecek bir şey getirecek. Annem çalışıyor, bırak yerli malını, kadın evde yemek yapmıyor. “Börek falan yapsana” dediğimde, “Kantinden alırsın” cevabını verince zorlamadım kadını. Ertesi gün okula gittim. Üçüncü derste herkes beyaz örtüsünü masaya serdi. Beslenme çantalarından börek, elma ve çikita muzlarını çıkardı. Sınıfı çörekotuyla karışmış ağır yumurta kokusu sardı... Gittim kantinden gevrek ve gazoz alıp sırama oturdum. Önümdeki kız, böreğinden bir parça verdi, ben de ona gevreğimden uzattım. Yemeğim yok ama mutluyum, çünkü ilginç bir şey yapılıyor. Herkes birbiriyle konuşuyor, yanımdaki kızın masa örtüsü çok güzel kokuyor, matematik dersi işlemek yerine yemek yiyoruz, dahası var mı?

Öğretmen de sıra aralarını dolaşarak, uslu duruyor muyuz diye kontrol ediyor. Bana doğru yaklaşınca gevrek ister diye elimi ona doğru uzattım. Bir sinirlendi kadın ama nasıl, o uzun tırnaklarını kulak kıkırdağıma geçirip tahtaya sürükledi beni. Elimde olan gevrek parçası yere düştü, onu almak için eğilmeye çalışırken kulağımı daha da çekiştirip saçımı çekti. Evden yiyecek bir şey getirmedim diye tahtada ayakta bekletip, herkesin yemek yiyişini seyrettirdi.
Ağlarsam kendimi daha küçük duruma düşüreceğim diye ağlayamıyorum, çekip gitmek istiyorum, gidemiyorum. İki-üç çocuğun dalga geçtiğini duyuyorum. Tek istediğim var, zilin çalması, evime gitmem hatta daha acımasızca düşünürsek okulun patlaması ve herkesin hafızasından tahtada duran aç kızın silinmesi... Bütün ders boyunca kafamı iyice önüme eğerek tahtanın önünde bekledim. O günü kendi sıramda hiç kafamı kaldırmadan, hiç ders dinlemeden, dudaklarımı ısıra ısıra ağlayarak geçirdim. Son ders zili çaldı, kafamı kaldırdım. En ön sırada oturan sınıf başkan yardımcısı, defterlerine gözü gibi bakan, öğretmenin en sevdiği kız öğrenci olan Eda, sırasının altında beslenme çantasını unutmuştu.
O da benim gibi
rezil olmamalıydı
Ve o an, sisteme karşı olan ilk öfkem ortaya çıktı. Sinsice herkesin sınıftan çıkmasını bekledim. Ayağa kalktım, tek hamleyle o beslenme çantasını koltuk altıma alıp kaçmaya başladım. Okulun çıkış kapısında beni bekleyen Zodi’ye doğru o kadar hızlı koşuyordum ki, onu gördüğümde nefes nefeseydim. Etrafta kimsenin olmadığını anladığım an, koltuğumun altından beslenme çantasını çıkardım. İçini açtım, elma çöpü, muz kabuğu, bir de hiç dokunmadığı sosisli ekmeği vardı. O sosisli ekmeği Zodi’ye uzattım, “Yarın sen bunu okula götürürsün” diye. Ben rezil olmuştum, o da olmamalıydı! Bundan sonra artık her sabah erkenden kalkıp, ona beslenme çantası hazırlayacaktım. Yüzü asla yere düşmeyecekti. Asla sınıfta açlıkla terbiye edilmeyecekti. Onun bir ablası vardı, gerekirse, çalıp çırpar ona bakardım! Çünkü ablalık bunu gerektirirdi.

Yazının Devamını Oku