Osman Müftüoğlu

Uçakta virus kapmamak için 10 öneri

27 Ocak 2020
Havaalanları ve uçaklar grip, nezle veya koronavirus benzeri mikropların en yoğun olabildiği yerler.

Bir araştırmada uçak yolculuğunun sadece soğuk algınlığı virüsü kapma olasılığını yüzde 25’e kadar arttırabileceği gösterilerek bu bilgi bilimsel olarak da onaylandı. Kısacası ortalığın zaten virüs kaynadığı bu günlerde uçakla seyahat edenlerin bilmeleri gereken bazı ayrıntılar var. O ayrıntılardan bazılarını aşağıda özetlemeye çalıştım. İşte o önlemlerin ilk 10’u...

1- Koridorda değil pencere kenarında oturmaya çalışın.

2- Tuvaletlere yakın koltuklardan uzak durun.

3- Arkadaki değil öndeki koltukları tercih edin.

4- Öksüren, aksıran, hapşıran biri varsa maske takmasını isteyin.

5- Oturduğunuz koltuğun kollarını ve önündeki servis tablasını dezenfektan bir ıslak kâğıt mendil ile dikkatlice temizleyin.

6- Koltuğunuzun üzerindeki üfleyici havalandırma butonunu çalışır hale getirin.

Yazının Devamını Oku

Grip–nezle diyeti

23 Ocak 2020
ORTALIK virüs kaynıyor. Kimi rhino virüslere bağlı nezleden, kimi influenzaların oluşturduğu griplerden, kimi de diğer virüslere bağlı hastalıklardan yorgun düşmüş, yatak döşek yatıyor. Üstüne bir de beta-hemolitik streptekok enfeksiyonları, sinüzit, farenjit, bronşit eklendi mi “Yandı gülüm keten helva” gibi bir durum ortaya çıkıyor.

Peki ne yapmalı? En önemli iki tavsiyem şunlar: Dinlenelim ve doğru beslenelim. Tamam da ne yiyip, ne içelim? Tavsiyelerimizin özetini yandaki kutuya bıraktık, buyurun...

İŞTE O DİYET

Kahvaltı:

Yumurta+peynir (lor peyniri)+domates, maydanoz.
Yoğurt veya badem sütü eklenmiş yulaf ezmesi.
Nar suyu+propolis (40 damla).

Yazının Devamını Oku

2020’nin diyet tavsiyesi hangisi

20 Ocak 2020
US News and World Report, beslenme uzmanları, diyabet ve kalp uzmanları ile görüşerek 2020’nin en iyi ve en kötü diyetlerini açıkladı:

Beklendiği gibi “en iyi” notu bu yıl da Akdeniz beslenme tarzı aldı. “En kötü” not da “ketojenik diyet”e verildi. Kısacası üç yıldır birinciliği kaptırmayan “Akdeniz diyeti” 2019’u da şampiyon olarak kapattı. Yaratabileceği sağlık sorunları nedeniyle “özel bazı sağlık sorunları” dışında kullanılmasını bizim de sakıncalı bulduğumuz ‘keto diyet’lere gelince... Sonunculuğa talim etmeye devam ediyor!

NOT ALIN… AKDENİZ’İN SIRRI NE

AKDENİZ diyeti son yılların en popüler ve en çok kabul gören diyeti. O sadece kilo kontrolü için “en etkili” bir diyet değil; takip edilmesi “en kolay”, insülin direnci ve diyabet ile mücadelede “en iyi” beslenme tarzı olarak da kabul ediliyor. Ağırlıklı olarak sağlıklı yağlar (zeytinyağı, tereyağı, balık yağı), tam tahıllar, bakliyat, sebze, meyve ve balıkla beslenmeye dayalı. Makul düzeyde kalori, bol vitamin ve mineral, ciddi miktarda posa, yüksek düzeyde antioksidan polifenoller içeren bu “bitki bazlı beslenme metodu” Akdenizlileri sadece sağlıklı kılmıyor, onların daha sağlıklı ve daha uzun yaşamalarına da yardımcı oluyor. Diyabet riskini azaltmaya yardımcı olduğu kesin. Bazı kanserlere fren koyduğu tartışmasız. Dahası, bellek kaybına karşı da koruma sağlayabiliyor. Kalp sağlığı için de bir numaralı beslenme modeli olarak gösteriliyor.

BİR NOT… AKDENİZ DİYETİNDE NELER VAR

AKDENİZ diyeti sadece bedeni değil, ruhu da doyurur. Sofraları coşku ve mutluluk doludur. Bu özelliğini aile ve arkadaşlarla zenginleşen şakası, gırgırı bol büyük masalardan alır.

Doğal, yerel, taze meyve ve sebzeler kullandığı için ambalaj malzemeleri ile çevreyi kirletmez, doğaya saygılıdır.

Prensip olarak:

Yazının Devamını Oku

Metilasyon bozulunca neler oluyor

16 Ocak 2020
MUHTEŞEM, mükemmel, benzersiz bir metabolik yapılanmamız var.

Bize bir ömür tıkır tıkır hizmet eden bu harika yapılanmanın en önemli parçalarından biri de “metilasyon döngüsü”...

Bu döngü çok ama çok mühim.

Bozulunca birden çok şey aksıyor.

Mesela neler mi?

Her şeyden evvel “homosistein” yükümüz artıyor. Neticede de sinir sistemi ve damarlarda dengeler altüst oluyor. Ayrıca depresyona eğilim başlıyor. Sonuç mu?

“Unutkanlık, konsantrasyon kaybı ve kafa karışıklığı” ile karakterize “sisli beyin” denilebilecek bir gelişme devreye giriyor. Metilasyon bozulunca kronik hastalıklara, kalp-beyin, damar hastalıklarına eğilim de artıyor. Bitmedi!

DNA ve RNA’nın üretimi bozuluyor.

Genetik yapılanma tehdit altına giriyor.

Yazının Devamını Oku

Check up mı, risk taraması mı?

13 Ocak 2020
SAĞLIĞIMIZ önemli. Her şeyin başının sağlık olduğu kesin. Hastalıkları önleme ve erken teşhisin yolunun fiziksel ve kimyasal beden taramala-rından geçtiği şüphe götürmez. Bu taramalara kısaca “check-up” deniyor. İmkânı olan herkes bu taramalardan yılda bir defa geçiyor. Neticede sağlığının ne durumda olduğunu anlayıp -varsa eğer- bazı tehlikelere karşı önlem alıyor. Peki yeterli mi? Bence değil. Nedenine gelince... Buyu-run...

BİR ÖRNEK | DÜN SABAH TOPAÇ GİBİYDİ AMA...

Bay A.D., geçtiğimiz hafta ünlü bir hastanede yıllık check-up incelemesini yaptırdı. “Maşallah topaç gibi olduğu” söylenince arkadaşları ile birlikte güzel bir kutlama yaptı. Yedi, içti, biraz da abarttı. Aynı gecenin ortasında ciddi bir göğüs ağrısı, bulantı, kusma ve terlemelerle uyandı. Acil serviste tanı kesindi: Kalp krizi! Hani daha bu sabah sapasağlamdı? Hani daha bu sabah o ünlü check-up merkezinden neredeyse “alkışlanarak” yollanmamış mıydı? Peki, sorun ne? 9. Cumhurbaşkanımız rahmetli Süleyman Demirel’in ünlü bir cümlesi var: “Meseleleri mesele yapmazsak, ortada mesele yapacak mesele de kalmaz!” Ben bugün ilk defa o güzel insanı dinlemeyecek, çok canımı sıkan bu olayı “mesele yaparak” haftaya başlayacağım. 

VARAN 1 | FABRİKASYON CHECK-UP’A HAYIR
Yıllık sağlık taramaları yapılırken “kişiye özel” yapılanmalar oluşturmak yerine, daha önceden belirlenen standart ve sıradan testlerle yetiniliyor. İnsanlar ciddi bir fiziksel muayene, sağlık geçmişi araştırması ve genetik sorgulamalardan geçirilmeden aynı tetkikler tekrarlanıp duruyor. Bu tetkiklerin ciddi biçimde değerlendirilip değerlendirilmedikleri de ayrı bir konu. İşin bir de “endüstriyel tıp” yani “ekonomik köpürtme”si var. Testlerdeki bazı önemsiz bulgular gereksiz yere şişiriliyor. Sayısız yeni konsültasyon ve tetkiklerle süreç abartılıyor. Neticede de check–up merkezinden “sabah turp gibi” uğurlanan biri aynı gün aynı hastanenin acil servisine “gece yarısı kalp krizi” ile dönebiliyor. Tavsiyem şu: Fabrikasyon check-up’lardan vazgeçin, check-up değil “sağlık riski taraması” yaptırın. Nedenini merak ediyorsanız yarınki kutuya daha bir dikkatle bakın.

BİR SORU | NASIL ŞAMPİYON OLDUK?

Üzülerek belirtirim ki standart check-up’larda ne insülin değerleri ne de HbA1C seviyeleri araştırılıyor. Açlık şekerine, kolesterol rakamlarına bakmakla yetiniliyor. Netice mi? Bir anda nüfus oranına göre dünyada en hızlı obezite ve diyabeti patlatan, en çok koroner BT ve anjiyografi yapılan, en çok stend takılıp baypas operasyonu uygulanan, karaciğer yağlanması, safra taşı sorunları yaşanan ülkelerden biri haline geliveriyorsunuz. Oysa problem erken dönemde anlaşılıp “beslenme-aktivite” ikilisi devreye sokulsa, koruyucu önlemler maksimize edilse bunların çoğuna gerek kalmayabilecek.

KESİP SAKLAYINAçlık şekeriniz 100’den, tokluk şekeriniz 140’dan; açlık insülininiz 5’den, HbA1C’niz ise 5.8’den yüksek olmamalıdır.

Yazının Devamını Oku

Nezle ve gribin çaresi evde

9 Ocak 2020
NEZLE ve gripte istirahat en gözde tedavi.

Bol sıvı, protein zengini besinler, vitamin deposu taze sebze ve meyveler yine en etkili çözümler. Daha çok sarmısak, soğan, daha fazla bitkisel çay, C ve D vitamini takviyesi, çinko pastili, pellorgonium damlası, sambucus nigra ekstresine de eyvallah! Peki ya diğer sorunlar için ne yapılacak? Özellikle boğaz ağrıları nasıl azaltılacak? Boğaz ağrılarını azaltıp genzinizi rahatlatabilecek ama içinde psödoefedrin, analjezik olmayan, boğazı yakıp kavurmayan ‘ev işi çözümler’ var mı? Var! Neler mi? Buyurun...

1) TUZLU SU GARGARASI DENEYİN

Boğaz ağrıları ile mücadelede ilk işiniz tuzlu su gargaralarına başvurmak olmalı. Zira boğazınızdaki akıntı, yanma, ağrı gibi şikâyetlerden kurtulmanın muhtemelen en etkili ve en ucuz çözümü bu gargaralardır. Tuzlu su çözeltisi ağız ve boğazdaki şişkinliğin giderilmesi yanında ödemi azaltan, hatta mikropları temizleyebilen harika bir yardımcıdır. Hazırlaması gayet kolay: 1 bardak ılık su içine bir çay kaşığı dolusu tuzu ekleyip bir güzel karıştırın, hazırladığınız çözeltinin ağız dolusu miktarı ile ortalama 30 saniye kadar etkili bir gargara uygulayın. Bu uygulamayı 2 saat aralıklarla tekrarlayabilirsiniz.

2) LİMONLU ILIK SU İŞE YARIYOR

Boğaz ağrılarını azaltan ev yapımı çözümlerden biri de limonlu sudur. Limon bol miktarda C vitamini içerir ama tek fayda C vitamini ile sınırlı değildir. Limon suyu eklediğiniz o şifalı gargaraya eğer limonun kabuğunu da rendeleyerek eklerseniz harika bir antioksidan kokteyli de hazırlamış olursunuz. Limonlu ılık suyla yapacağınız gargaralar boğazınıza ferahlık verecek, yutak bölgenizi nemlendirecek, ağrınızı minimuma indirecektir. Aklınızda olsun bu kokteyle bir parça bal hatta 40-50 damla kadar propolis de ekleyebilirsiniz.

Yazının Devamını Oku

3 bela

6 Ocak 2020
2020’de sık konuşacağımız sağlık konularından bazılarını geçtiğimiz hafta liste halinde yayınladım. Bu hafta bunlardan 3’ünü mercek altına alacak ve onları daha yakından tanımanızı sağlamaya çalışacağım. Buyurun...

1- ÇAĞIN VEBASI: İNSÜLİN DİRENCİ
İnsülin direnci insanlık tarihinin karşılaştığı en büyük belalardan biridir. En az veba, çiçek kadar tehlikelidir. Bu nedenle de sadece 2020’nin değil, önümüzdeki yılların da en önemli sağlık gündemidir. İnsülin direnci, şeker hastalığı ile neticelenen bir yolculuğun ilk adımıdır. Göbeklenmek, bel çevresinde genişleme, karında yağ biriktirme yani obezitenin diğer adıdır. Karaciğerin yağlanması, safra kesesinin taşla dolması, daha da önemlisi damarların sertleşip kalınlaşarak plaklarla dolup taşmasıdır. Bu plaklardan kopan pıhtı parçacıkları yani embolilerin sıklaşması, neticede de yaşamsal damarların tıkanması yani beyin felci ve kalp krizi ile eşanlamlıdır. Kısacası insülin direnci “kötü ve hızlı yaşlanmanın” diğer adıdır.

2- BEDEN VE RUHUN PATRONU

Ben beden ve ruhun esas patronunun beynimiz olduğunu kabul edenlerdenim. Yeni gelişmelere bakılırsa beynimiz bağırsaklarımızdan fena halde etkileniyor. Bağırsaklarımızda yaşayan, ağırlıkları 1 kilogram, sayıları 100 trilyonu geçen dost bakteriler probiyotiklerimiz yani “mikrobiyotamız” beynimiz ile her an temas halinde. Bağırsaklarımızdaki biyolojik değişmeler (disbiyosiz), beynimizdeki dengeyi altüst edebiliyor. Disbiyosiz devreye girince, sadece huyumuz suyumuz değil (depresyon, fibromiyalji, kronik yorgunluk sendromu) bedensel durumumuz da (Parkinson hastalığı, bağışıklık yetmezliği, alerjik reaksiyonlar, otoimmun hastalıklar, bellek bozuklukları) değişebiliyor.

3- BEYİN SİSLE KAPLANINCA...

‘Metilasyon bozukluğu’ yaşadığımız çok ciddi bir problem. Ne var ki sadece siz değil, biz doktorların da çoğunluğu meselenin öneminin farkında değiliz. Metilasyon süreci bozulunca sağlıkta işler ‘tepetaklak’ oluveriyor. Genlerin kendilerini ifade

biçimleri (epigenetik süreçler) aksamaya, DNA ve RNA’larımızın yapısı bozulmaya, kanser ve bağışıklık çökmesi olasılıkları artmaya, ‘homosistein seviyemiz’ yükselmeye, bellek ve konsantrasyon gücümüz azalmaya, fibromiyalji ve kronik yorgunluk tuzağına düşme olasılığımız çoğalmaya başlıyor. Metilasyon süreçlerini korumak ve kollamak işte bu nedenle çok mühim bir mesele!

Yazının Devamını Oku

4 depresyon sorusu

1 Ocak 2020
Depresyon yaygın görülen bir sorun mu? Bence hayır! Peki, neden dünyanın en çok depresyon hapı yutan milletlerinden biriyiz. Niçin yılda nerede ise 50 milyon kutuya yakın depresyon hapı tüketiyoruz? Yanıtı net ve açık: Depresyon konusunda bilgi fakiriyiz de ondan! Herkes birbirine bu hapları öneriyor da ondan. Psikiyatri uzmanları dışında her branştan hekim de bu hapları reçete ediyor da ondan! Özetle, “depresyon meselesi”nin birden çok boyutu var ama konuyu daha fazla dağıtmadan çok gündeme gelen ve doğru yanıtı pek bilinmeyen şu 4 soruya yanıt aramaya ne dersiniz?

SORU 1

VİTAMİN EKSİKLİĞİ DEPRESYONU TETİKLER Mİ?

D ve B12 vitamini noksanlıklarında depresyona yakalanma ihtimali artıyor. B6 vitamini noksanlığının da depresyonu tetiklemesi mümkün. Bizde özellikle D ve B12 vitamini eksikliği yaygın görülen iki sorun. Belki biraz da bu nedenle depresyonun sık görüldüğü bir ülke olduk. Bana göre depresyonun belirtilerini hisseden herkesin gidip bir B12 ve D vitamini ölçümü yaptırmasında fayda var. Demir ve magnezyum noksanlığının da depresyonu tetiklemesi mümkün.

SORU 2

OMEGA-3 AZALMASI DEPRESYON SOKAR MI?

Omega-3 fakirleşmesi ile depresyon arasındaki bağlantı çok iyi bilinen bir ilişkidir. Beynin yüzde 60’ının yağdan oluştuğu, bu yağların büyükçe bir bölümünü de omega-3 yağlarının, özellikle de DHA’nın meydana getirdiği dikkate alınırsa, bu ilişki hiç şaşırtıcı değil. Zaten böyle olduğu için ruh sağlığı uzmanlarının çoğu depresyon tedavisinde destek olarak omega-3 haplarından istifade etmeye başladı. Yüksek doz omega-3, hele hele DHA desteği depresyon tedavisinde önemli bir ek destek sağlayabiliyor. Doğum sonrasında gelişen ani ve ağır depresyon ataklarının da annedeki omega-3 noksanlığı ile bağlantılı olduğu belirtiliyor.

SORU 3

HORMON DENGESİZLİĞİ DEPRESYON YAPAR MI?

Yazının Devamını Oku