BAĞIŞIKLIK BASKILAYICI YANLIŞLAR
1. Stres yoğunluğu / Kortizol düzeyini arttırarak.
2. Yalnızlık / Norepinefrin duşları yaptırarak.
3. Tembellik / Paslanmayı ve iltihaplanmayı hızlandırarak.
4. Uykusuzluk / Bağışıklık hücrelerini / T ve B lenfositlerini baskılayarak.
5. Kötü beslenme / İmmün sistemi aç bırakarak.
Her ikisinin de yaşlılıkla ilişkili kronik bazı hastalıkları/sorunları vardı. Ve bu nedenle bana sorarsanız yakınmalarında hiç de haksız sayılmazlardı. Çünkü o yıllarda yaşlılık demek “baston” demekti. Yine o yıllarda yaşlılık demek “çay bardağı tabanı kadar kalın bir gözlük camı” ile yaşlılığa bağlı görme kaybını telafi etmeye çalışmakla aynı şeydi. O yıllarda yaşlılık aynı zamanda daha az duyup daha zor işitmekle adeta eşdeğerdi. Belleğin yaşlandıkça beyne yavaş yavaş veda etmesi ise son derece normal bir şeydi. Ve en az unutkanlık kadar, en az eklem ağrıları, en az derin bir yorgunluk hali gibi sorunlar kadar uyku kayıpları, hatta ruhsal çökkünlükler yaşlılığın ayrılmaz yol arkadaşları gibiydi. Özetle benim çocukluğumu yaşadığım 1960’lı 70’li yıllarda 60’lı yaşlara ulaşabilmiş hele hele 70’li yaşları tamamlamayı başarabildiyseniz mutlaka ama mutlaka “DAHA AZ” ve kesinlikle “DAHA EKSİK”tiniz. Peki, ya şimdi? Şimdi nasıl? Yaşlılık hâlâ zor bir zanaat mi? Bence değil.
ÖNEMLİ
İLK HEDEF: KRONİK HASTALIKLARLA MÜCADELE
Daha iyi yaşlanma alanına odaklanan bilim insanları/longevistlerin amacı zannedildiğinin aksine sadece “ömrü uzatmak” değildir. Onların hedefi aynı zamanda canlılığı, biyolojiyi, beden ve ruh ilişkilerini geliştirmek ve yaşı ne olursa olsun her insanın yaşadığı çevreyle olan bağlantılarını olumlu yönde maksimize etmektir. “Bir longevist için” ömrü uzatmakla/life span o ömrü güçlü, sağlıklı, huzurlu, formda ve fit tutmak arasında ciddi farklar vardır. Dr. David A. Sinclair’in de ısrarla belirttiği gibi: “Biz her ikisine de muktediriz ancak hayatları acı, hastalık, kırılganlık ve kısıtlı hareket etmeyle tanımlandıktan sonra insanları onlarca yıl daha fazla yaşatmanız ne erdemli ne de daha iyi bir davranış değildir.”
Bu yeni ve farklı bir sanat dalı! Zira dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi bizde de toplumsal yaşlanma giderek büyüyen ve derinleşen bir alan. Uzun süredir hazırlığını sürdürdüğüm ve yakında kitapçı vitrinlerinde sizinle buluşacak olan yeni kitabıma hazırlık yaparken yaşlanmayla ilgili yüzlerce kitap binlerce makale okudum. Samimiyetle belirteyim, bu kitap ve makalelerin içinde beni en çok etkileyen Dr. Daniel J. Levitin’in “Başarılı Yaşlanma - Tellekt Yayınları” kitabı oldu.
İtiraf edeyim, 70’li yaşların ilk virajını dönmeye hazırlandığım bugünlerde haklı olarak yaşlılık meselesine ben de olması gerekenden biraz daha kafa patlatıyorum. Zira yaşlılığı nasıl karşılayacağımı merak ediyor, sağlıkla yaşlanmayı nasıl başaracağımı, nasıl iyi bir iyi yaşlanma ustası olacağımı ben de ciddi ciddi düşünüyorum. Ama hemen belirteyim yaşlanmaktan asla korkmuyorum. Ayrıca yaşlanmayı bir ihtiyarlık halinden çok daha farklı bir perspektifle gördüğümü de çok iyi biliyorum. Eğer siz de benim ve Dr. Levitin gibi yaşlıları “toplumsal bir yükten ziyade bir mükemmel bilgelik ve tecrübe kaynağı olarak” görür ve yaşlanmayı “bir son çizgi değil bir doruk noktası olarak” kabul etme durumunda olursanız yaşlanmaktan siz de korkmazsınız.
Önerim şudur: Eğer daha iyi yaşlanmak istiyorsanız “longevity” konusunda daha çok bilgilenmeye gayret edin ve bu alandaki gelişmeleri daha bir dikkatle takip edin. İsterseniz gelin şimdi o bilgilerden bazılarını kısa başlıklar halinde sizlerle paylaşalım.
İYİ HABER 1
ALZHEİMER’A MECBUR DEĞİLSİNİZ
Oxford Üniversitesi’nde yapılan yeni bir araştırma yaşam tarzınızda erken yaşlarda oluşturulabileceğiniz doğru bazı stratejiler sayesinde genetik eğiliminiz yüksek olsa bile Alzheimer’a yakalanma ihtimalinizi önemli ölçüde azaltabileceğinizi gösteriyor. Özellikle 50’li yaşlar sonrasında “vegan ağırlıklı bir beslenme tarzını, minimal işlenmiş gıdalarla birleştirebilir, şeker ve beyaz undan uzak kompleks karbonhidratlardan oluşmuş, hayvansal protein yükü sınırlı ve sağlıklı yağlar içeren Omega 3 zengini bir beslenme planını, probiyotikler, antioksidanlar, vitamin ve minerallerden zengin bir gıda tercihi ve her gün tekrarlanan 30 dakikalık ılımlı bir egzersiz planıyla birleştirebilirseniz” Alzheimer’la mücadelede önemli bir avantaj yakalayabiliyorsunuz.
İYİ HABER 2
Bazılarını sabah, bazılarını akşam, bazılarını aç karnına, bazılarını da tok karnına yuttuğumuz da faydaları daha net ve daha güçlü olabiliyor. Aşağıdaki kısa listeyi önemli bazı takviyelerle ilgili zamanlama takvimini sizinle paylaşmak için hazırlandım.
VARAN BİR
SABAH AÇ KARNINA ALINACAKLAR:
Demir
Selenyum
Ginseng
Kolajen peptidleri
Krom destekleri
Eğer değilseniz -en azından daha uzun, daha keyifli ve daha sağlıklı bir ömür söz konusu olduğunda- lütfen bu ayrıcalığınızın farkına varın. Çünkü siz, biz, hepimiz Akdenizliyiz, ayrıcalıklıyız. Akdenizli olmanın fark ve avantajlarının daha çok farkında olmalıyız. Nedeni şu...
SORU ŞU
AKDENİZ’İN SIRRI NE
Zeytin meyvesi ve ondan elde edilen zeytinyağının sahip olduğu muazzam sağlık marifetlerini ise sadece yapısındaki “tekli doymamış yağ asitleri” sayesinde başarmadığı anlaşılıyor. Zeytinyağının içindeki “FENOLİK BİLEŞİKLER”in de bu başarıda ciddi payları var. Bu fenolik bileşiklerin en önemlilerinden biri ise “OLEUROPEİN”. İsterseniz gelin biraz daha detaya girelim...
KISA BİLGİ
OLEUROPEİN NEDİR?
Oleuropein zeytin ve zeytinyağında bulunan fenolik bileşiklerin en önemlilerinden biridir. Zeytin ağacı bu bileşiği “savunma amacıyla” üretir. Molekülün acı tadı zeytine saldıran doğal zararlılara karşı bir çeşit “caydırıcılık görevi” üstlenir. Zeytin ağacı yaşlandıkça ürettiği “oleuropein”in miktarı ve kalitesi artar. Belki biraz da bu nedenle yaşlı zeytin ağaçlarından elde edilen sızma zeytinyağları daha değerli ve daha pahalıya satılıyor.
Araştırmalar oleuropeinin belleği koruduğunu, kanserle, hipertansiyonla, kalp sorunlarıyla mücadelede işe yaradığını, bağışıklığı güçlendirdiğini gösteriyor. Oleuropein ve onun türevi olan “hidroksitirosol” aynı zamanda çok güçlü bir antioksidan yani paslanma önleyici işleve de sahip. Bitmedi! Bu ikilinin “iltihap baskılayıcı” ve hatta “ağrı kesici” özellikleri bile var. İsterseniz gelin yeni araştırmaları da dikkate alarak oleuropeinin bir başka marifeti konusunda da sizi bilgilendireyim...
İYİ BİLGİ
OLEUROPEİN KEMİĞE DE GÜÇ VERİYOR
Gerekçem de son derece açık ve nettir: Oturmak daha doğrusu hareketsiz, tembel ve miskin bir hayatta ısrar etmek her şeyden önce insülin direncinin, dolayısıyla bel kalınlaşması ve göbeklenmenin garantisi gibidir. Üstelik bu yanlış ısrarla tekrarlandığında şeker hastalığı hipertansiyon, Alzheimer, hatta bazı kanserler için kırmızı mumlu birer davetiye gibidir.
Yeni tamamlanan büyük bir epidemiyolojik (toplumsal) çalışmanın sonuçları benim o eski mottomu daha da güçlendirip sağlamlaştırdı. Mottomun hedefini iyice büyüttü. Nedeni şu: O yeni araştırmanın sonuçlarına bakılırsa oturmak “SADECE BEDENE VE RUHA DEĞİL, ÖMRE DE İHANET GİBİ” görünüyor ve bu mühim araştırmanın sonuçları bize “Televizyon izlemekle geçen günde ek 2 saatin sağlıklı yaşlanma ihtimalinde yüzde 12’lik bir düşüşe yol açabileceğini” gösteriyor.
Bu araştırmanın hepimiz tarafından ciddiye alınmasında fayda var. Zira aynı araştırma, “günlük işlerimizi yaparken, ayakta durmak veya yürümek gibi hafif fiziksel aktivitelerle fazladan 2 saat geçirebilmenin bile sağlıklı yaşlanma ihtimalimizi yüzde 6 arttırabileceğini” söylüyor.
Özeti şudur: Aktivitenin azı da çoğu da, hafifi de şiddetlisi de bedenin de ruhun da işine yarıyor, ömrü uzatıyor, yaşamın kalitesini arttırıyor. Tembel bir hayat ise zamanla adeta bir ömür törpüsü haline geliyor.
OKUR SORUSU
SAĞLIKLI YAŞLANMANIN BİR TARİFİ VAR MI
Çok
aklaşık 500 bin yetişkinin incelendiği farklı meta analizler bize bir kez daha net ve açık olarak gösterdi ki -aşırıya kaçmadan tüketildiğinde- kahvenin de önemli sağlık faydaları var. O faydaların başlıcaları da şunlar...
1- KALBE İYİ GELİYOR: Düzenli kahve tüketimi -günde 3 fincanı geçmemek koşuluyla- kalp damar hastalığı riskimizi azaltabiliyor.
2- İNMEYİ ENGELLEYEBİLİYOR: Eğer günde 4 fincanı geçmezseniz düzenli kahve içmeniz inme/felç riskinizi de azaltıyor.
3- KARACİĞERİ KORUYOR: Makul miktarda kahve tüketimi siroz ve kanser dahil pek çok karaciğer hastalığına yakalanma riskinizi de düşürüyor. Kahve içmenin karaciğer yağlanmasını azaltabileceğini ve safra kesesi taşı oluşumu sınırlayabileceğini gösteren bilimsel veriler de var.
4- DİYABETİ FRENLİYOR: Günde 6 fincanı geçmemek koşuluyla düzenli kahve tüketiminin tip 2 diyabet riskini azaltabileceğini gösteren güvenilir bilimsel veriler var.
5- BELLEĞİ DESTEKLİYOR: Makul miktarda kahve tüketiminin bellek kaybını ve depresyonu da sınırlayabileceğini gösteren pek çok bilimsel çalışma mevcut. Ayrıca günde 4 fincanı geçmemek koşuluyla düzenli kahve tüketiminin parkinson hastalığına karşı da etkili bir önlem olabileceği düşünülüyor.
NOT: Yukarıdaki veriler farklı araştırmalardan özetlenmiştir.