Eğer değilseniz gelin siz de benim gibi yapın, dünyanın en önemli sağlık merkezlerinden biri olan “CLEVELAND CLİNİC”te uzun yıllardır Sağlık Direktörü ve Emeritus olarak görev yapan Dr. Michael F. Roisen’a kulak verin. Dr. Roisen’a göre “sağlıkta da gelecek inanılmaz bir hızla geliyor”. Yeni tıbbi buluşların sağladığı daha sağlıklı ve üretken 40’lı 50’li, 60’lı 70’li, 80’li hatta 90’lı yıllar kucaklarını açmış bizi bekliyor! Ben de Dr. Roisen’la aynı kanaati taşıyor ve onun hepimize sorduğu şu soruları sizlerle paylaşıyorum...
SORU BİR: Peki ya, yaşlanan ya da ölmek üzere olan hücrelerimizi genç hücreler olarak yeniden programlayabilseydik?
SORU İKİ: Peki ya, DNA’larımızı bizi daha sağlam ve sağlıklı bir geleceğe taşıyabilecek şekilde değiştirip yeniden yazabilseydik?
SORU ÜÇ: Peki ya, bozulan, hastalanan, sorun yaşayan ya da sona yaklaşan uzuv ve organlarımızın yerine 3D baskı yoluyla yenilerini koyabilseydik?
İYİ HABER
HER ŞEY DEĞİŞECEK
İster
“İlk olarak; yaşlanmanın kaçınılmaz olarak daha zayıf, daha yavaş, daha hasta, daha güçsüz veya daha bağımlı olmak anlamına gelmediğini hayal etmeliyiz. Neredeyse herkes 90’lı yaşlarında hâlâ dans eden, yemek yapan, araba kullanan, sevdikleriyle vakit geçiren, kitap okuyan, bulmaca çözen ve hayatta olmaktan büyük keyif alan birilerini tanır. Bu bir ‘anomali’ değil, bir ‘norm’ gibi kabul edilmeli ve öyle olmalıdır. Yürüyüş yapmak, aktif ve formda bir hayat sürmek ve hatta 100 yaşından sonra da sağlıkla yaşamak beklediğimiz şeyler olmalı.
Bunun için de öncelikle ‘hastalık teşhis ve tedavisi’ ve ‘hastalık bakımı’ odaklı mevcut tıbbi paradigmayı yıkmalıyız. Günümüzdeki modern tıp uygulamaları maalesef indirgemeci, bölük pörçük bir durumdadır ve bedenle ruhun tek bir bütünleşik sistem veya ağı olduğunu ortaya koyan yeni tıp yaklaşımını görmezden gelmektedir.”
Yukarıdaki cümlelerin her birinin altını ben de büyük bir inanç ve keyif ile imzalıyorum. Dr. Mark Hyman, kesinlikle haklıdır ve doğru bir noktaya parmak basmıştır.
Ömürler uzuyor, toplumlar yaşlanıyor. Ve bu önlenemez değişim de sağlık hizmetlerine yönelik kökten ve farklı yeni bir yaklaşım hatta yeni bir sağlık anayasası gerektiriyor. Bu yaklaşımın ya da yeni sağlık anayasasının ilk maddesine de “
Stanford Üniversitesi’nin yaptığı yeni bir araştırma bu bilgiyi bir kez daha doğruladı. O araştırma yaşlanmanın yavaş ve istikrarlı bir süreç olmaktan ziyade en az iki “hızlandırılmış patlamayla” süratlendiğini gösterdi. Stanfordlu araştırmacılar bu çalışmalarında deneklerin 135 bin farklı molekülü ve mikroplarını dikkatle incelediler. Elde edilen verilere bakılırsa yaşlanmayı en çok hızlandıran değişimler “40’LI YAŞLARIN ORTALARIYLA, 60’LI YAŞLARIN BAŞINDA” devreye giriyor. Anlaşılan o ki kendimize ileri yaşlarda “Niçin böyle kötü yaşlandım?” gibi bir soru sormak istemiyorsak 40’lı yaşların hemen başında harekete geçmeli ve çabalarımızı 60’lı yaşlara merhaba derken daha da yoğunlaştırmalıyız. Peki nasıl bir yol haritamız olmalı? Yanıt için bir sonraki kutuya geçebilirsiniz.
KESİP SAKLAYIN
UZUN BİR ÖMÜR İÇİN 10 MADDELİK ORTA YAŞ MANİFESTOSU
Beslenmenize dikkat edin. Uykunuza saygılı olun.
Aktif/egzersiz yüklü bir hayat sürün.
Strese ve huzura odaklanın
Kilo almayın. Eklemlerinizi tahrip etmeyin.
Bu yeni yaklaşım önceliği sağlık bakımına vererek, sağlıklı yaşam ile kronik hastalıkların başlangıcı arasındaki kritik geçiş dönemini erken dönemlerde, hatta henüz tohum halinde iken teşhis ederek hastalıkların ilerlemesini durdurmayı veya onları tümüyle ortadan kaldırmayı hedefliyor. Diğer taraftan bu yeni yaklaşım, yapay zekâyı, biyo ve nanoteknolojiyi, multiomik yaklaşımları, veri tabanlı bulut ve kuantum teknolojilerini de kullanarak çok erken dönemlerde kişiye özel kronik hastalık tahminleri ve tedavileri yapabiliyor. Kısacası şeker hastalığı, Alzheimer ve diğer bunama tipleri, hipertansiyon, kanserler, obezite, her türlü nörodejeneratif bozukluk, romatizmal sorunlar, kas ve kemik erimeleri ile otoimmün hastalıklara yani 50 yaş sonrasının yaygın sağlık sorunlarına “erken, kişiye özel, hızlı, koruyucu ve ince ayarlı çözümlerle” yaklaşarak bizi daha sağlıklı bir yaşlanma yolculuğuna çıkarabiliyor. Kısacası bu yaklaşım geleceği görüyor...
İYİ BİLGİ
YENİ BİR EŞİK: LONGEVİTY TIBBI
Bu yeni sağlık yaklaşımı, hepimiz için baş döndürücü ve eşsiz bir eşik, muazzam bir ufuk, mükemmel bir fırsattır. Sağlığımızın moleküler düzeyde anlaşılmasını sağlayan son derece hassas ve çok sistemli değerlendirmeler yaparak sadece bugünün değil, gelecekteki sağlığımızın da çözüm ortağı olma hedefi ve iddiasındadır. Modern tıbbın mühendislik biyolojisi psikosomatik kavramlar ve diğerleri ile yeniden ve farklı bir yorumudur. Çoklu biyobelirteçlere dayalı devasa veri kümelerini kısa sürede analize edebilen ve sağlık bakımı için yeni içgörülerin kilidini elinde tutan yepyeni bir alandır. Kısacası modern tıp ile geleneksel tıbbın koluna girip ikisi ile birlikte sağlık bakımı odaklı, kronik hastalıkları önleme iddialı, kişiye özel modern bir yol haritası ve geleneksel bir iyi hayat arkadaşıdır.
YENİ BİLGİ
MULTİOMİK YAKLAŞIM UMUT VAAT EDİYOR
Bu
Ve biz bu önemli vazifenin detaylarını biraz gecikerek de olsak hepimiz çok şükür az veya çok bir şekilde öğrendik. Öğrenmeye de devam ediyoruz. Çok iyi bilelim ki özellikle sosyal medya kirliliğinin zirve yaptığı şu son günlerde bilgili bir “sağlık okur yazarı” olmak, en az yetenekli bir ekonomi okur yazarı olmak kadar mühim bir iyi hayat ayrıntısı haline geldi. Belki de bu nedenle “sağlığı korumaya takıntılı” tecrübeli bir hekim olarak zaman zaman bazılarını kendime de sorduğum pek çok “deli soru” var. O sorular için hazırsanız buyurun...
İŞTE O SORULARDAN BAZILARI
Deli sorular aslında saymakla bitmez. Mesela “Neden ve nasıl yaşlanıyoruz?”... Mesela “Yaşlanmasak olmaz mı?”... Mesela “Daha genç ve geç yaşlanma imkânımız yok mu?”... Mesela “Yaşlanmayı yavaşlatmanın en etkili yolu ya da yolları hangileri?”... Mesela “Yaşlanmayı geriye sarmak, biyolojik saati geriye almak mümkün mü?”...
Soruları daha da çoğaltabiliriz. Samimiyetle ifade edeyim ki yaşlanma süreçlerini neredeyse moleküler düzeyde izleyen ve bilen ve bu işe yıllarını vakfeden biri olarak bu ve benzeri soruların çoğunun yanıtını ben de henüz biliyor ya da bulabilmiş değilim ama şu önemli soruyu yanıtlamayı da pek severim: YAŞLANMAKTAN NEDEN BU KADAR ÇOK KORKUYORUZ?
YAŞLANMAKTAN KORKMAYALIM
BANA GÖRE
Şu bilgi çok açık ve nettir; tarih boyunca hiç değişmedi, değiştirilemedi, değişmeyecek ve değiştirilemeyecektir: Hücre, doku, organ, sistem ve bedenlerimiz “termodinamiğin ikinci yasası”na yani entropi prensibine -uygun olarak- aşınıp yıprandığı için mutlaka ama mutlaka yaşlanacağız, yaşlanıyoruz, yaşlanmak zorundayız. Biyolojik nesnelerin de tıpkı fiziksel nesneler gibi yıpranması, eskiyip bozuşması, durdurulamaz -ama yavaşlatılabilir-, kaçınılmaz -ama yönetilebilir- doğal bir neticedir.
Kronik hastalıklar nedeniyle kötü yaşlandığımız ve yine bu hastalıklar sebebiyle yaşlılığımızı bir hastalık cehennemine çevirdiğimizden en ufak bir şüpheniz olmasın. Araştırmalar, 40’lı yaşlarda filizlenmeye başlayan beş kronik hastalığın -şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp ve beyin damar hastalıkları, Alzheimer, Parkinson ve benzeri nörodejeneratif hastalıklar ve kanserler- yeni, hızlı ve sık tekrarlanan biyobelirteçlerle takip edilmeleri halinde neredeyse tasarım halindeyken bile çok erken dönemlerde fark edilebileceklerini gösteriyor. Bu yeni biyobelirteçlerin temelini ise biyoteknoloji, nanoteknoloji, yapay zekâ, sensörler, genomik, epigenetik, proteomik, metabolomik, mikrobiyomik veri ve araştırmalar yani “YENİ BİLİM” oluşturuyor.
Anlatmak istediğim şey şudur: Eğer kronik hastalıkları nasıl önleyebileceğimiz ve onları mümkün olduğu kadar erken dönemlerde nasıl tanımlayabileceğimiz konusunda daha çok bilgilenebilir ve “önleyici/(P)reventif, tahmin edici/(P)redictif, hızlı karar verici/(P)roaktif, kişiye özel/(P)ersonel, katılımcı/(P)articipate ve hassas/(P)recision” yeni bir tıp anlayışını, “6P TIBBINI” yani sağlık bakımına odaklı yeni bir paradigmayı devreye sokabilirsek sadece daha iyi yaşlanmayacak, daha güzel yaş almayacak, ihtiyarlamayacak, aynı zamanda daha uzun bir yaşam süresini yakalama imkânı da bulabileceğiz.
OKUR SORUSU
Dezavantajları çoğumuzun zaten malumu: Bozulmuş insani ilişkiler, giderek küçülen aile yapıları, insafsız sosyal süreçler, ekonomi ağırlıklı yıpratıcı yükler... Bunların ve daha pek çok şeyin nihayetinde de üstümüze çöken “uyku, beslenme, aktivite ve huzur” depremleri... Bedeni önceleyip ruhu ıskalamalar, muazzam bir depresyon epidemisi, müthiş bir kronik hastalık pandemisi...
Peki ya avantajlarımız, bu hızlandırılmış yeni zaman diliminin avantajları neler? “Medeniyet hastalıkları”nın en önemli tetikleyicisi olan bu muazzam hızlı zaman diliminin tabii ki bazı avantajları da var. Ölçülebilen her şeyin neredeyse nanometrik olarak ölçüldüğü bu yeni zaman diliminde sağlığımıza ilişkin her şeyin müthiş bir dikkat, doğruluk ve hız ile ölçülebilmesi bana göre en önemli avantajlardan biridir. Bu sayede yapay zekâyı, bulut ve kuantum bilişimini, biyoteknolojiyi, robotik bilimi ve nanorobotları birlikte devreye sokma imkânına kavuştuk. Bu imkânlar sayesinde de sağlığımızı inanılmaz noktalara taşıyabileceğimizden en ufak bir kuşku duymuyorum.
İYİ HABER 1
NANOTEKNOLOJİ DEVRİMİ
Nanoteknoloji hızlandırılmış yeni hayatın sağlığımıza sunduğu en önemli ve yeni çözümlerden biri ve malzeme biliminin ulaştığı en son zirvedir. Bu teknoloji sayesinde sağlık sorunlarımızın tahmini, teşhisi ve tedavisi için bir karıncadan neredeyse milyon kat küçük malzemeler üretebileceğiz. Nanorobotlar sayesinde neredeyse hücrelerinizin içini okuyacak, kararları değiştirecek, hatalarını düzeltebileceğiz. Dahası o hatalar nedeniyle oluşmuş bazı yaşamsal tehditleri -mesela kalp damarlarınızın içinde biriken pıhtı/plakları- temizleme hatta yok etme imkânı bulup stent ve bypass uygulamalarını tarihe gömebileceğiz. Aynı teknolojiyi “nanoilaçlar” olarak da kullanıp daha ucuz ve etkili farmasötik ürünler üretip tedavi alanında şaşırtıcı başarılara da imza atabileceğiz. Nanoteknoloji ile geliştirilmiş kremleri daha şimdiden yüzünüzdeki kırışıklıkları azaltmak, nanoteknoloji ile güçlendirilmiş eksozom serumlarını ise dökülen saçlarınıza yeniden kavuşmak için kullanmaya başladınız bile.
İYİ HABER 2
BİYOTEKNOLOJİ MUCİZESİ
Ülkemiz açısından önümüzdeki yılların en önemli sağlık tehditlerinden biri -belki de birincisi- “obezite tsunamisi”, bir doktor arkadaşımın deyimiyle de “tosunami tehlikesi”dir! Nedenine gelince... İstatistiksel rakamlar net ve açık olarak gösteriyor ki halkımızın neredeyse 4’te 3’ü ya “fazla kilolu” ya da “obez”. Bu korkutucu rakamlar böyle giderse daha da büyüyecek ve bu korkunç bir gelişme. Zira obezite her şeyden önce muazzam bir kronik hastalık tetikleyicisi. Hipertansiyondan şeker hastalığına, kalp damar hastalıklarından kanserlere, bunamalardan romatizmal sorunlara kadar pek çok kronik hastalık obeziteyle birebir bağlantılı. İşte bu nedenle yeni Sağlık Bakanı’mızın önündeki dosyalardan birinin de mutlaka “obezite dosyası” olduğunu düşünüyorum. İsterseniz gelin bugün biraz eskilere dönelim, 10 yıl kadar önce yayımlanmış bir yazımı virgülüne bile dokunmadan yeniden gözden geçirelim.
VARAN BİR KİLO VERMEK İSTİYORUM