İlk yolculuğumuza da yaz güneşinin şifası “muhteşem ve mucize molekül” D vitamini ile başlayalım. Size iki günlük bir “D vitamini dosyası” açalım. Sağlık dükkânımızı D vitamini ile açmamızın iki nedeni var: Birincisi, önümüzde upuzun ve kocaman bir güneşi bol tatil var. İkincisine gelince, o daha önemli. D vitamini sadece bir vitamin değil, çok daha fazlası. Biz doktorlar da onu yalnızca bir vitamin gibi değerlendirmiyor, çok sayıda derde şifa, özel mi özel, faydalı mı faydalı mucize bir molekül olarak kabul ediyoruz. Nedeni de son derece basit. Bedenlerimiz de ruhlarımız da ona kesinlikle muhtaç. Onsuz asla yapamıyor. Eksikliğinde ne bedensel ne ruhsal sağlığını koruyamıyor. Beklenenden daha sık hastalanmaya, hastalıkları da daha ağır geçirmeye başlıyor. Mesela COVID-19 enfeksiyonunda da durum aynı. D vitamini yetersiz olanlar, enfeksiyona daha kolay yakalanıyor ve maalesef çok daha ağır geçirebiliyor. İşte bu nedenle kanımızda dolaşan, bedenimizde depolanan D vitamini miktarını bilmemiz, izlememiz, ne durumda olduğunu en az kan basıncımız, boyumuz, kilomuz ve bel çevremiz kadar önemsememiz gerekiyor. Eğer harika bir D vitamini yolculuğuna hazırsanız, buyurun...
ÖN BİLGİ
Ünlü Amerikan tıp dergisi JAMA’da 9 Temmuz’da yayımlanan bu çalışmaya göre, COVID-19 salgını sırasında artan “psikolojik, sosyal ve ekonomik kaygılar” nedeniyle Amerikan vatandaşlarında “kırık kalp sendromu” olarak bilinen kalp sorunu ile beklenenden daha sık karşılaşıldı. Peki nedir, nasıl bir şeydir bu kırık kalp sendromu? Neden oluşur, ne yapar, ne gibi neticeler verir? Kısacası sağlam bir kalp neden ve nasıl “pat diye” kırılıverir? Yanıtlar için buyurun...
KISA BİLGİ
KALP NASIL VE NEDEN KIRILIYOR?
İspanya’da da durum aynı. Pandemi orada da çok gürültülü başladı, çok insan kaybedildi. Ama şimdi İspanya’da da günlük kayıplar 200’lerin altına indi. Peki nasıl oldu da nisan başında her gün 6 bin yeni vaka açıklayan bu iki ülke, günlük rakamı 100’lü değerlere kadar indirebildi? Sebep virüsün gücünün azalması mı, yoksa halkın tedbirlere uyması mı? Yanıt net ve açık: Bence o iki ülkede maçın ikinci devresi akıllıca yürütülüyor. Halk tedbirlere uyma konusunda olağanüstü bir fedakârlık içerisinde. Ve bu tavrını ısrarla sürdürüyor.
ÖNEMLİ
BİZDE DURUM NE?
Bizim “risk yönetimi” kapasitemizle ilişkili. Risk yönetimi de öncelikle “bulaşmayı azaltmak”tan geçiyor. Bulaşmayı azaltmanın en etkili çaresi olarak da virüs yükü yüksek mekânlardan uzak durmak gösteriliyor. Geçtiğimiz günlerde elime geçen (Kaynak: Texas Medical Association) bir riskmetre sıralamasını editör arkadaşlarla yeniden gözden geçirdik ve sizinle paylaşmaya karar verdik. İşte o mükemmel ve detaylı riskmetre... Lütfen dikkatle inceleyin ve mümkün olduğunca çok insanla paylaşmaya gayret edin.
İYİ HABER
AŞI BULUNURSA BU İŞ BİTER
Araştırma sonuçlarına bakılırsa, COVID-19 geçiren hastalarda gelişen bağışıklık, tıpkı soğuk algınlığı ve gripte olduğu gibi yeterince güçlü ve kalıcı değil.
Araştırmanın sonuçlarına göre, COVID-19 enfeksiyonu geçirenler ya yeterince antikor üretemiyorlar, ya da ürettikleri antikorları çok değil birkaç ay içinde kaybetmeye başlıyorlar. Araştırma İngiltere merkezli ve çok sayıda güvenilir veriye dayanıyor.
SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI HAYAL
Neticelerine bakıldığında da işi bilenlerde ciddi ölçüde hayal kırıklığı yaratıyor. Zira bu sonuçlara bakılınca “sürü bağışıklığı” kavramı hayal haline geliyor. Daha da önemlisi, antikor düzeyindeki azalma, bulunabilecek bir aşının sağlayacağı bağışıklığı da tartışmalı ve güvensiz hale getiriyor. Peki ne olacak? Sürü bağışıklığı da aşı beklentisi de boşuna mı? Kanaatime göre değil. Nedenini merak ediyorsanız, alttaki kutuya buyurun...
1500’lere çakılmış gibi görünen günlük vaka sayılarını 1000’li rakamlara indirmeyi becerdik. Toplu ulaşım araçlarındaki üzücü görüntüler bir yana bırakılırsa, hepimizde önlemlere uyum konusunda önceki haftalara oranla daha çok uyum ve daha ciddi bir gayret olduğu da kesin. Maskesizlerin sayısı azalıyor, doğru maske takma kültürü giderek yerleşiyor. Anadolu’dan gelen yeni vaka sayısı artışı haberlerinde de azalma var. Özetle kişisel gözlemim şu: Yeniden iyimser bir havayı ciğerlerimize doldurabiliriz. Kötümserliği bir yana bırakıp gelin beni dinleyin; gaza, dolduruşa, heyecana prim vermeyin. Salgının en başından beri yaptığımız gibi Sağlık Bakanımız ve Bilim Kurulu’nu dinlemeye devam edin. Parazit seslere, kötümser söylemlere, iç sıkıcı haberlere kulağınızı tıkayın. Ve tabii ki tedbiri elden bırakmayın, önlemlere dikkatle uymaya, hatta o önlemleri birazcık daha abartmaya çalışın. Ve emin olun ki eğer böyle bir gayret gösterebilirsek 1 ay sonrasına, yani ağustos ortalarına 500’lü rakamlarla girme şansımız hâlâ var.
İYİ HABER
AŞILARA GÜVEN ARTIYOR
Formda ve zinde yaşlanan biriyseniz yaşınız ne olursa olsun COVID-19 enfeksiyonuna en az gençler kadar dirençli olabilirsiniz. Yok eğer düşkün biriyseniz, daha 30’lu, 40’lı yaşlarda bile bu enfeksiyonu da benzer başka enfeksiyonları da çok ağır ve zor geçirebilirsiniz. Kısacası, bilelim ki her yaşlı düşkün değildir. “Düşkünlük meselesi” ise bedensel ve ruhsal kapasiteyle ilişkili bir sorun ve çoğu zaman düzeyine bizim karar verdiğimiz bir durum, bir haldir. COVID-19 enfeksiyonunda can sıkıcı süreçlere yol açan esas faktör de zaten yaşlılıktan ziyade işte bu düşkünlük meselesidir. Daha doğrusu düşkün insanların çoğunun yaşadığı kronik hastalık problemleridir.
ÖZETİ ŞU
DÜŞKÜNLÜK=KRONİK HASTALIK
EĞER ciddi bir kronik hastalığınız varsa, yani organ yetmezliği, ilerlemiş diyabet, ağır düzeyde astım problemi gibi sorunlardan birini veya birkaçını yaşıyorsanız, yaşınız değil 60-70, 40-50 hatta 20-30 civarında olsa bile siz de düşkün biri sayılabilirsiniz. Tersine, kendinize iyi bakan biriyseniz, güçlü ve kuvvetliyseniz 70’li, 80’li yaşlarda bile zinde ve formda kalabilirsiniz. Bir daha tekrarlayalım: COVID-19 ve diğer ağır enfeksiyonlarda asıl mesele, yaşlılık değil kronik hastalıklara bağlı, bakımsızlığa bağlı, bedene ve ruha kayıtsızlığa bağlı “düşkünlük hali”dir. Ne yazık ki biz doktorlar bile bu “Yaşlılık mı, düşkünlük mü?” meselesini net ve açık olarak anlatamadık. Ve işte bu nedenle milyonlarca formda ve zinde yaşlımızı evlerine kapattık, dahası onlara bazı yasaklar da koymaya devam ediyoruz. “Peki düşkünlükten korunmak için ne yapmalıyız?” diyorsanız eğer, buyurun...
KISA BİLGİ
Biliyorum ki yanıtınız hazır. Siz de anında ve hemen, üstelik hem de hiç tereddüt bile etmeden, o tek sözcükten ibaret klişeleşmiş yanıtı tekrarlayıp “yaşlılar” diyeceksiniz! Peki ya ben size “Hayır, yanılıyorsunuz!” dersem? Ardından şu cümleleri eklersem? COVID-19’da asıl zararı yaşlılar değil, düşkünler gördü!
Risk grubunda olanlar, yaşlılar değil düşkünlerdi. Sonra da şu cümleleri eklesem: Milyonlarca yaşı ileri ama bedeni sapasağlam insanı, sadece bu basit ama önemli yanlışımız nedeniyle günlerce evlerine hapsettik. Dahası, hâlâ ve ısrarla onları evde tutmaya çalışıyoruz. Bugünlerde bile akşam belirli bir saatten sonra evlerinde kalmalarını istiyoruz. Sokağa çıkmayın, parkta bahçede dolaşmayın, lokantaya-kafeye gitmeyin diyoruz. Yetinmiyor, bu kısıtlamaya uymayan sağlam ve sağlıklı yaşlılarımıza ciddi ciddi ve anında para cezası bile kesebiliyoruz.
Peki işin aslı, doğrusu ne? Ne yapmamız lazım? Yanıt için alttaki kutuya bakın.
NE YAPMALI
YAŞLILIKLA DÜŞKÜNLÜĞÜ KARIŞTIRMAYALIM
COVID-19