Çok değil 8 ay kadar önce, ocak ayının sonlarında 15-20 bini bile geçmeyen vaka sayısı bugün 20 milyonu aşmış durumda. Kısacası “pandemi gündemi”nin sonlarına yaklaşmak bir yana, henüz ortasında olduğundan bile şüphe ettiren işaretler var. Pandemi dünyanın her noktasında, her ülke, iklim ve ekonomisinde tedbirlerinizi azıcık gevşettiğiniz anda, anında “Ben buradayım!” diyor. Pençesini acımasızca önce akciğerleriniz, pıhtılaşma sisteminiz, sonra da bütün bedeninize atıveriyor. Özetle, eğer akıllı davranmazsak gezegenimizi saran bu belalı virüsten değil tamamen kurtulmak, onu kontrol altına alma ihtimalimiz bile şimdilik tatlı bir hayalden ibarettir. İçinde bulunduğumuz rüyadan çıkalım ve lütfen ve hem de hemen, yeniden probleme bir kez daha odaklanalım.
UNUTMAYIN
TEMASI AZALTMADAN ÇÖZÜM MÜMKÜN DEĞİL
DEĞİŞMEYEN gerçek şu: Bu virüs insandan insana geçiyor. Bulaşmayı önlemek için sadece seyahatlerden kaçınmanız da yetmiyor. Bir araya gelmeniz, kalabalıklaşmanız, kalabalık ve yoğun bir ortamda bulunmanız, sadece sohbet için olsa bile kontrolü bir an bile elden bırakmanız virüsün süratle yayılmasına yol açabiliyor. Bence “kalabalıklaşma” en mühim mesele. Kontrolsüz kalabalıklar ise bir numaralı tehlike. Nişanlar, düğünler, cenazeler, sünnetler, asker uğurlamaları, birlikte yapılan ortak dini görevler, ortak mekânlarda yapılan toplumsal eğlenceler durumu iyice çığırından çıkarabiliyor. Kısacası birinci meselemiz, bir numaralı sorunumuz kalabalıklaşma yanlışımızdır. Çok gerekmedikçe yakınlarımızla teması sıfırlayalım. Mümkün olduğu ölçüde evimizde kalalım. Kalabalıklardan uzak duralım.
PEKİ KESİN ÇÖZÜM NE
KESİN
Bu matematiği bilenler son 10 gün içerisinde ciddi ölçüde endişe içine girdiler. Özellikle bayram süresince karşılaşılan manzaralar, ipin ucunun kaçtığını net ve açık olarak gösterdi. İsterseniz gelin, o önemli ve tecrübeli uzmanların son bir haftada yaptığı açıklamalardan bazılarına kısaca bir göz atalım.
Prof. Dr. Levent Yamanel: Söylemeye dilim varmıyor ama vaka sayısı kesinlikle artacak. Çünkü bu virüsün çok çabuk yayılabilme özelliği var. Tatile çıkanlar ya da memleketine gidip gelenler, dönüşte 14 gün boyunca yaşlılardan uzak durmalı ve daha dikkatli olmalılar.
Prof. Dr. Haluk Eraksoy: Bayram boyunca ülke genelinde ortaya çıkan görüntüler ümitlerimizi yerle bir etti. Bayramdaki görüntülerle
kesinlikle sınıfta kaldık.
Prof. Dr. Tevfİk Özlü: Önümüzdeki gün ve haftalarda vaka sayıları azalmayacak, artacak. Tek dileğimiz yeni vaka sayılarının katlanarak artmaması olacak.
Prof. Dr. Pınar Okyay: Basamaklandırma yapılmadan, “Her şey tamam, oldu bitti” diye açılım yapıldı. İnsanların algısı yanlış yöne sevk edildi. Hızlı açılımın getirdiği problemleri yaşıyoruz.
Daha önce de yazdım, pandemi ipinin iki ucu var. Uçlardan birini “sağlık”, diğerini “ekonomi” oluşturuyor. Son rakamlara bakılırsa işimiz biraz zor. Baştan beri çok sıkı tuttuğumuz ipin iki ucunu da ya kaçırdık ya da kaçırmak üzereyiz. İşte bu nedenle aklımızı başımıza almaktan, işi sıkı tutup önlemlere harfiyen ve eksiksiz uymaktan başka çaremiz yoktur. Aksi takdirde bilelim ki turpun büyüğü heybede bizi bekliyor!
Not: Ekşi Sözlük’e göre, “Yaşadıkların ne ki? Esas felaket daha gelmedi” anlamında kullandığımız bir halk deyimidir. Rahmetli Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel de bu deyimi çok sık kullanırdı. Gölgede kalmış gizli bir tehlikenin varlığı söz konusu olduğunda bana sık sık “Doktor, turpun büyüğü heybede” derdi.
ÜZÜLDÜM
İLK BEŞ
ÜNLÜLERDEN DE FAYDALANALIM CEZA VERMEYELİM UTANDIRALIM
1)Kamu spotlarında çocukları, beyaz önlüklü doktorları değil, fikir lideri kabul edilen, sevilen, sayılan, özgül ağırlığı yüksek kişileri mesela siyasetçiler, din adamları, Prof. Dr. Aziz Sancar gibi bilim insanları kullanmamız, sevgili halkımızı onların ağzıyla “ipin ucunu bırakmamaya davet etmemiz” lazım.
2)Televizyon tanıtımlarında toplumsal kabul görmüş sevilen sanatçılardan Şener Şen, Orhan Gencebay, Türkan Şoray, Cem Yılmaz, Demet Akbağ, Ata Demirer, Şahan Gökbakar, Sezen Aksu ve televizyonun usta ismi Acun Ilıcalı’dan faydalanmak, onların toplumdaki olumlu etkilerinden istifade etmek de olabilir.
3)Belki acıtacak, belki can sıkacak hatta incitecek ama hastane yoğun bakımlarında solunum cihazlarına bağlanmış veya entübe edilmiş, yani ölüm kalım savaşı verme durumuna gelmiş hastaların dolaylı görüntülerini, hikâyelerini hiç çekinmeden net ve açık olarak halka sunalım.
4)Maske takmayanlara ceza yerine üzülmelerini hatta utanmalarını sağlayacak yeni ve şaşırtıcı uygulamalara başlayalım. Mesela yoğun bakımlarda yatanların çoğunun bu kişilerin dikkatsizliklerinin kurbanları olduğunu net bir şekilde açıklayalım.
5)Halkın kafasındaki soruların hepsini net ve açık olarak yanıtlayalım. Zatürre aşısı yapılacak mı, yapılmayacak mı? Yapılacaksa kime yapılacak? Grip aşısı bu yıl herkese uygulanacak mı? Uygulanacaksa devlet tarafından da karşılanacak mı? Elimizde her iki aşıyla ilgili gerekli stoklar var mı?
İKİNCİ BEŞ
Edindiğim net ve açık izlenim şu: Sağlık Bakanı’mız ipin ucunu sıkı tutuyor. Bırakmaya da hiç niyeti yok. Tabii ki o da hepimiz gibi elindeki ipin iki uçlu olduğunun farkında. Ve tabii ki o da karşı uç, yani “ekonomik uç”un da ihmal edilemeyeceğini çok iyi biliyor. Kişisel intibam o ki mevcut tablodan benim gibi o da pek memnun değil. Hatta biraz endişeli olduğunu bile söyleyebilirim. Nedenine gelince...
ÖNEMLİ
VİRÜS ‘BEN GİTMEM’ DİYOR
Neyse ki Ramazan Bayramı’ndan farklı olarak bu bayram hiç olmazsa sarılmadan, öpüşmeden, el tokalaşmadan da olsa büyüklerimiz, dostlarımız ve sevdiklerimizle göz göze gelme, sevgimizi hissetme ve hissettirme şansımız var. Bence bu da bir şans. Kıymetini bilelim. Ve bir noktayı da yeniden hatırlayalım: Koronavirüs sokakta hâlâ dolaşıp duruyor. İşte bu nedenle bağışıklık meselesini aklımızdan hiç çıkarmamamız gerekiyor.
Özeti şu: Her enfeksiyon ajanı mikrop gibi, koronavirüs enfeksiyonu nedeniyle güçlü ya da zayıf, uzun ya da kısa süreli bir bağışıklık kazanacağımız kesin. Önemli olan, öncelikle bu bağışıklığı hastalığı geçirmeden kolay yoldan kazanabilmek. Diğer taraftan her ülkeden gelen bağışıklık rakamlarının farklı oluşu da mühim bir sorun. Aslında bu da çok şaşırtıcı olmamalı. Zira henüz net ve açık olarak bilmediğimiz bazı ayrıntılar var. Her şeyden önce bu virüs önceden tanıdığımız, huyunu suyunu, gücünü, bağışıklık oluşturma yeteneğini bildiğimiz bir virüs değil, yeni tanıştığımız bir mikrop. Diğer taraftan farklı ülkelerde hastalığı geçirenlerde gelişen bağışıklık gücünün farklı oluşu da beklenen bir netice. Zira bağışıklık meselesinde de genetik yapılanmanın ve daha pek çok ayrıntının etkisi var. Bitmedi! Herkes hastalığı aynı ağırlıkta geçirmiyor. Hafif geçirenlerde daha düşük ve muhtemelen daha kısa süreli, ağır geçirenlerde daha güçlü ve biraz daha uzun devam edebilen bir bağışıklığın oluşması gayet normal. Diğer ayrıntılara gelince...
Bayram keyfinizi kaçırmak istemem ama yapmamız gereken ilk şeyin “toplu kutlamalar”dan kaçınmak, en azından kutlamaların dozunu ve süresini düşürmek olduğu kesindir. Ve bu bayram da bir dip dalga hazırlayıcısı olma ihtimali nedeniyle bizim için son derece önemlidir. Yapacağımız şey net ve açık, bayramımızı coşkuyla kutlayacağız. Keyfini, neşesini, huzurunu yüreklerimizde hissedeceğiz. Ama yapabileceğimiz bazı basit yanlışların bile bir dip dalga tetikçisi olabileceğini unutmayacağız.
BANA GÖRE
NEYİ YAPMALI NEYİ YAPMAMALI
YAPMAMIZ gereken şey son derece basit: Bilinen önlemleri bayramda da daima gündemde tutmak. Diğer önlemlerin en başında da “toplu etkinlikler”i sınırlama getirmek meselesi geliyor. Sağlık Bakanlığımızın verileri de zaten bu bilgiyi doğruluyor. Filyasyon çalışmalarına bakılırsa son 1 aydaki vakaların önemli bir kısmının düğünler, cena-
zeler, asker uğurlamaları, akşam eğlenceleri, yani “toplu etkinlik” oluşturuyor. Vaka sayıları hep bu toplu etkinlikler ile zıplamış. Yapmamız gereken içine düştüğümüz “boş vermişlik” ve “bıkkınlık” duygularından bir an önce sıyrılmak, önümüzdeki 4-5 haftayı yine tıpkı nisan-mayıs aylarında olduğu gibi güçlü bir uyum ve dikkat içinde tamamlamaktan ibarettir.
UNUTMAYIN
Sadece cildimizi güneşle buluşturmamız ve bu işi bilimsel verilere uyup akıllıca yapmamız, bedenlerimizi bir D vitamini cennetine çevirmeye yetiyor. Kısacası, bu önemli vitamin yönünden fakir bir beden istemiyorsak üstelik bir de Güneş’teki enerjiyi bedenlerimize doldurmaya kararlıysak anlattıklarımı daha bir dikkatle okumanızda ve ailenizle, dostlarınızla paylaşmanızda fayda var.
KISA BİLGİ
NE ZAMAN ÖLÇÜLMELİ?
BENİM önerim her yıl en az bir kere D vitamini seviyenize baktırmanız. Bu görevi de sonbaharda yaptırmanız en doğru olanıdır. Eğer depolarınız doluysa (rakam 50’nin üzerindeyse) problem yok demektir. Sizin sadece kış boyunca da fırsat buldukça güneşlenmeniz yeterli olacaktır. Yok eğer depolarınız boşsa (40’ın altındaysa) D vitamini takviyelerinden birine başlamak, dozu ve süreyi de doktorunuza danışmak zorundasınız.