Önemli bir özelliği de sebep olduğu insülin direnci nedeniyle bir türlü çözümlenemeyen kilo sorunudur. Öyle ki bazı genç kızlarda sorun obezite ölçüsüne ulaşabiliyor.
Diğer yandan polikistik yumurtalık yapılanmasının kısırlıkla da ilişkisi var. Bazı tipleri doğurganlığı da engelleyebiliyor. Sendrom ergenlikle beraber başlıyor, genç kızlık ve erken evlilik dönemlerinde pik yapıyor, 40’lı yaşlar sonrasında yumurta üretiminin azalması ve sonra da durması sonucu etkisini kaybediyor.
Burada dikkat edilmesi gereken noktalar öncelikle şunlar olmalı: Kilo sorunu olan hemen her genç kız polikistik over yapılanması, hormonal bozukluk ve insülin direnci yönünden de mutlaka gözden geçirilmeli, kilo sorunu olan genç bir kız ya da hanım hemen bir diyetisyene havale edilmemeli, mutlaka bir de “doktor gözüyle” incelenip tetkik edilmeli. Aynı şekilde tüylenme problemi olan genç kızlarda da çözüm hemen epilasyonda ya da lazer uygulamalarında aranmamalı, sürecin arka planında polikistik yapılanmadan kaynaklanan bir aşırı androjen üretiminin bulunup bulunmadığı mutlaka ama mutlaka araştırılmalıdır.
Ve tabiî ki aynı duyarlılık uzun süren ve bir türlü çözümlenemeyen akne problemi olan genç kızlar için de gösterilmeli. Bunlar da polikistik bir over yapılanması bakımından denetimden geçirilmeli.
Anlatmak istediğim şey şu: Eğer ergenlik problemleriyle uğraşan genç kızınız, kardeşiniz ya da eşiniz, adet düzensizlikleri yanında kilo direnci, tüylenme ve sivilce problemlerinde de yakınıyorsa sorunun arka planında gözden kaçmış bir polikistik yapılanma olabileceği aklınızda olsun.
Sadece bu da yetmez, doğru ve zamanında gıda tüketmek de bir o kadar önemlidir.
Sabah kalkınca en az 8-10 saattir aç olan bedeninizin ihtiyaç duyduğu enerjiyi kahvaltıyla birlikte vermek ve sonra da en fazla 5-8 saat yetebilecek olan bu enerji takviyesini önce öğle, sonra da akşam yemekleriyle desteklemek vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.
İşte onun için iyi bir kahvaltı, güçlü bir öğle yemeği ve erken bir akşam yemeği herkes için yerine getirilmesi gereken yaşamsal bir zorunluluktur. Konunun detaylarına gelince...
ÖNCE İYİ BİR KAHVALTI
Eğer güne sağlıklı bir başlangıç yapmak istiyorsanız bunun ilk şartının iyi bir kahvaltı yapmak olduğunu unutmayın!
Kahvaltı, sağlıklı bir beslenme planının “olmazsa olmaz” şartıdır. Hangi yaşta olursanız olun vücudunuzun iyi bir kahvaltıyla güne başlaması gerekir. Çünkü gece boyu uyudunuz, vücudunuz en az 8-12 saattir akşam yemeği ile kazandığınız enerjiyi kullandı durdu. Yani günün en uzun açlık dönemini yaşadınız. Uyandığınızda kan şekeriniz bir hayli düşük seviyelerde olmasının sebebi de bu.
Önemsediğimiz önemsemediğimiz, gözümüz gibi baktığımız ya da boş verdiğimiz organ ve dokularımız var. Pek çok şey gibi bedenimizin bölümlerine de eşit yaklaşmıyor, aynı ihtimamı göstermiyoruz. Kemikler, kaslar ve eklemler de genelde “pas geçtiğimiz” ve “dikkate almadığımız” yapılar.
Bu üçlü arasında özellikle eklemlerimize olan ilgisizliğimiz başı çekiyor. Oysa eklemler olmadan şuradan şuraya bir adım atmamız, zaruri bedensel ihtiyaçlarımızı bile karşılamamız mümkün değil.
Kemikler ve kaslar, işbirliği halinde eklemleri işlevsel durumda tutmak için görevli.
Kemikler eklemlerle birleşiyor, adına basitçe “hareket” dediğimiz süreç de bu birleşme yerlerinde meydana geliyor.
Eklemlerin bazılarının
-diz, kalça, omuz eklemleri gibi- fonksiyonları oldukça karmaşık.
Ciddi biyoteknolojik ve biyomekanik yaklaşımlarla bile hâlâ anlaşılamayan sırları, karanlık noktaları var.
Pişirmek pek çok nedenle vazgeçilmez bir gıda hazırlama biçimi. Bazen daha yenilebilir hale getirdiğinden, bazen lezzetlerini artırdığından, bazen bozulmalarını önleyip kullanım sürelerini uzattığından ya da başka nedenlerle pek çok besini pişirerek yeme alışkanlığımız var.
Teknik olarak da en çok tercih edileni, en yaygın kullanılanı ise tencerede pişirmek. İyi ki de öyle! Ne yapıp edip bu iyi alışkanlığımızdan vazgeçmememizde fayda var, pişirme tekniklerinin içinde sağlığa en uygun olanından biri yiyecekleri kısık ateşte, su eklenmiş bir tencerede uzun süre pişirmek gibi görünüyor.
Tencerede hazırlanan yiyecekler sadece daha lezzetli değil, sağlığımız için de daha faydalı, en azından daha az zararlı gibi görünüyor. Tabiî ki burada tencere seçimi de önemli. Çelik tencereler ve iyi kalaylanmış bakır tencereler sorunsuz gibi görünüyor.
Son yıllarda kızartarak pişirmek daha bir ön plana çıktı gibi ama bu yöntemin maalesef pek çok sakıncaları var. Bazı gıdalar özellikle nişasta, un içeriği olanlar kızgın yağda ya da yüksek ısıda pişirildiklerinde içlerinde akrilamit isimli kanserojen madde oluşuyor. Özellikle fırın pastane ürünlerinde, paketlenmiş unlu yiyeceklerde -cipsler, gofretler, kekler ve bisküviler- bu risk oldukça yüksek.
PİLAVIN DİBİ TUTUNCA
Prensip olarak ister ateşte, ister başka bir şekilde pişirilmiş olsun yanmış gıdalardan kesinlikle uzak durun.
Örneğin pilavın dibi tuttuğunda, kızarmış ekmek karardığında, biber, patlıcan, domates gibi sağlıklı ürünler közlenip karardığında yiyeceklerin bu siyah/yanmış bölümlerini yememeye özellikle dikkat edin. Aynı dikkati mangal keyfi, ocak başı muhabbeti yaparken de göstermenizi tavsiye ederim.
BİBER KIZARTILINCA...
Ama değiştirilemez zannettiğiniz bu riskin en azından etkisini hafifletilebilirsiniz. Nasıl mı? Buyurun...
Haftanın notları
DANA değil kuzu eti
Kılıç değil hamsi ızgara
Brokoli değil karnabahar
Altın çilek değil Osmanlı çileği
Tava değil ızgara
KÖTÜ KARBONHİDRATLARI SEVİYORUZ
Her şey gibi karbonhidratların da iyisi kötüsü, doğrusu yanlışı var. Karbonhidrattan zengin bir besin (bir meyve ya da buğday gibi) ne kadar doğal ve ‘tam’ ise, yani ne kadar işlenmemiş ise, o oranda iyi ve doğru bir besin oluyor.
İşlenip öğütüldükçe, rafine edildikçe, tehlikeli olmasa bile sorunlu bir hale geliyor. Örneğin elmanın elma püresinden, elma püresinin elma suyundan, taze sıkılmış elma suyunun elma suyu konsantresinden daha sağlıklı olması bu yüzden.
Benzer şekilde, buğdayı haşlayıp yemek bulgur pilavından, bulgur pilavı yemek beyaz fırın ekmeği yemekten daha faydalı ya da daha az zarar verici bir beslenme davranışı. Çünkü bir karbonhidrat işlenip ufalandıkça özümsenmesi ve şekere dönüşmesi hızlanıyor.
İşte bu nedenle, hızla sindirilen ve çabucak özümsenen karbonhidratlardan (un, nişasta, şeker içerikli besinler) zengin bir diyet, işlenebilecek en büyük beslenme günahıdır. Çünkü bu günah, şeker ve trigliserid seviyesinde tehlikeli artışlara, kronik hastalıklara sebep olabiliyor.
ÇOK FAZLA ŞEKER TÜKETİYORUZ
Gereksiz bir kalori kaynağı olmasının dışında hiçbir besleyici özelliği bulunmayan, ama neredeyse her besinin içine girmeye başlayan şekerin yol açtığı sağlık sorunlarına her gün bir yenisi ekleniyor.
İşte o sorunun yanıtı...
Biz ne kadar çaba gösterirsek gösterelim sonuç hiç değişmeyecek ve bedenlerimiz zamana yenik düşüp yaşlanacak. Ruhsal süreçlerde ise durum farklıdır ve tam da tersine biz yaşlandıkça o tecrübe kazanıp güçlenecek, bedensel yaşlanmamıza “kayıtsız kalma” tavrını da biz ölene kadar inatla ve insafsızca sürdürecektir.
Yaşlılıkta yaşadığımız pek çok sorun da zaten biraz da bu büyük çelişki, yani “ruhun yaşlanan bedene kayıtsızlığı” ile ilgilidir.
Okurlarım sık sık “sizde durum nasıl, nasıl yaşlanıyorsunuz?” diye sorar! Benim için de durum aynıdır, süreçler bende de üç aşağı beş yukarı benzer şekilde işliyor. Herkes gibi ben de yaşlanmadan nasibimi alıyor, özellikle son birkaç yıldır artan bir şekilde bazı yaşlanma işaretlerini fark edip bedenimde olup bitenlere ruhumun kayıtsızlığını, dahası neredeyse dalga geçer bir tavır içine girmesini ben de gülümseyerek izliyorum.
UYKU SÜREM KISALDI
Mesela uykularımın eski tadı pek yok! Ne yaparsam yapayım 5-10 sene öncesine göre daha erken yatma ihtiyacı içindeyim. Bunun fizyolojik bir ihtiyaç doğal bir değişim olduğunu bildiğimden direnmiyor, yatağa erkenden giriyor, erken de uyanıyorum.
Uyku derinliğim de eskisi kadar iyi değil. Eski REM dönemlerimin artık bir hayal olduğunu çoktan kabullenmiş durumdayım. Kısacası otuzlu-kırklı, hatta ellili yaşların o güzelim uykuları artık pek mümkün değil biliyorum.
Ama morallerinizi bozmayın, endişelenmeyin, tersine gırgıra şamataya her zamankinden daha çok vakit ayırın. Çünkü “sosyal depresyon” tehlikesi kapımızda, haberiniz olsun.
Yağmur da kar da yağmıyor, kuraklık kapıda bekliyor. Havalara bakılırsa bahar “sanki ben geldim gibi” diyor ama grip salgın boyutunda; her evde en az bir kişi yorgan döşek yatıyor.
Üstelik ekonomide de durumlar bir hayli karışık. Dolar-euro almış başını gidiyor, pazarda, manavda, kasapta da durumlar can sıkıcı. Özellikle sebze meyve fiyatları adeta uçuyor.
Kısacası tam ve dört dörtlük “ört ki ölem” durumu var. Ne yapıp edin bu havalara siz de girmeyin. Morallerinizi bozmayın, endişelenmeyin, enselerinizi karartmayın, tersine gırgıra şamataya her zamankinden daha çok vakit ayırın. Bugüne değil yarına bakın. Eşi, dostu daha sık arayın, saçma sapan konulara takılın. Eğer böyle yapmazsanız “sosyal depresyon” tehlikesi kapımızdadır, haberiniz olsun.
Yorgunluk yapan yemek var mı
Yemek sonrası yorgunluk hali çoğu zaman erken bir diyabetin daha doğrusu gizli kalmış bir insülin direnci ve bununla ilişkili reaktif hipoglisemi nöbetlerinin işareti olabiliyor. Bu kişilerin çoğunda açlık kan şekeri normal bulunuyor, daha da önemlisi yemek sonrası şekerleri de yüksek değil düşük olabiliyor.
Bu kişilerde üç aylık kan şekeri ortalamasını gösteren HbA1c değerlerine bakmak ve/veya insülin direnci testi uygulamak doğru sonuca ulaşmanın en etkili yolu. Eğer özellikle tatlısı, unu, şekeri, nişastası, alkolü bol bir yemekten hemen sonra yorgun düşüyorsanız bu durumun erken bir diyabet işareti olabileceği aklınızda olsun.
Tok tutan 6 gıda