9. Cumhurbaşkanımız Demirel’in kaybı ile birlikte bir dönem de kapandı.
Kendi ifadesiyle “Cumhuriyet’in hafızası” olan çok ama çok önemli bir devlet adamını kaybettik.
O, 1960’dan sonra Türkiye’nin yönetimine talip olan “Büyük Türkiye sevdalısı” bir kuşağın son temsilcisiydi. Dostları, sevenleri, sevdalıları bildikleri, düşündükleri ve hissettikleri ne varsa dilleri döndüğünce anlattılar, anlatacaklar. Ama şurası kesin: Herkesin, hepimizin içi acıdı…
ÇOK ŞEY ÖĞRETTİ
Yüksek risk grubunda biriyseniz günde bir kez düşük doz (75-100 mg) Aspirin kullanıp kullanmama konusunu doktorunuzla konuşmanızda fayda var ama bu işi doktorunuzla konuşup onun fikrini almadan sakın yapmayın.
Zira mide ülseriniz ya da gastritiniz varsa ve siz her gün bir Aspirin yutarsanız midenizde kanamaya neden olabilirsiniz.
Ya da yüksek tansiyon probleminiz varsa ve siz düzenli Aspirin yutuyorsanız en ufak bir tansiyon yükselmesi sizde beyin kanamasına yol açabilir.
Özetle, masum gibi görünen Aspirin’de bile bazı riskler, tehlikeler söz konusu. Risk grubundakilerde Aspirin’le korunmak bir avantaj sağlayabilir belki ama dediğim gibi artıları ve eksileri değerlendirerek son kararı siz değil doktorunuz vermeli!
Diğer taraftan 40’lı, 50’li yaşlardan sonra gelişebilecek pıhtılaşmaları ve bunlara bağlı damarsal sorunları azaltmak için düzenli olarak her gün düşük dozda Aspirin kullanmanın sağlık için ne kadar gerekli olduğu konusundaki tartışmalar da hâlâ sürüyor.
Bir grup doktor Aspirin’i savunurken, diğer bir grup kullananlara ciddi bir faydasının olmadığını düşünüyor.
Ben de belli bir yaşı geçen herkesin her gün mutlaka Aspirin yutmasını doğru bulmayanlar arasındayım. Nedenlerini de yukarıda belirttim.
Kadınlar, regl görmeye başladıkları günden menopoza girene kadar her ay önemli oranda demir kaybeder. Regl dönemlerinde o ay içinde kazandıkları demirin neredeyse tamamına yakınını yitirirler. Yani son derece hassas bir demir dengeleri vardır.
Periyotları biraz uzun sürüp, biraz da ağır geçerse, birkaç ay içinde demir eksikliğinin oluşması kaçınılmazdır. Ayrıca kadın hamile kaldığı zaman, anne karnındaki bebek annenin demir eksikliği olup olmadığını dinlemez, ihtiyacı olan tüm demiri alır. O nedenle, hamilelik döneminde ihtiyacı yaklaşık iki katına çıkan kadının, demir tüketimi açısından ciddi bir beslenme ve takviye planlaması yapması gerekir.
Demir rezervleri çok sınırlı olan kadınlarda düşüklere ve erken doğumlara da çok sık rastlanır, ki bu da önemli bir sorun, ayrı bir demir kaybı nedenidir.
Sık doğum yapan kadınlarda hem kadın hem de bebek, demir eksikliği bakımından yüksek risk altındadır. Bunların dışında, besinler yoluyla alınan demirin sadece az bir miktarı vücut tarafından emilebilir.
Örneğin, demir açısından en zengin besin kaynaklarından biri karaciğerdir. Ama biz ciğerdeki demirin bile ancak yüzde 20’sinden faydalanabiliriz. Temel Reis efsanesine konu olan ıspanaktaki demirin ise ancak yüzde 5’i emilir. Koca bir tabak ıspanak yediğinizde ise vücudunuzun yararlanacağı demir miktarı birkaç miligramı bulmaz.
Özetle, kadınlar doğurganlık çağında, hamilelikte, emzirme döneminde ve çocuk büyütürken demir konusuna çok dikkat etmeliler. Demir noksanlığı sorunu bilhassa doğurganlık çağındaki genç kız ve kadınları bekleyen çok önemli bir sağlık tehdididir. Kadınların bu konuda dikkatli olmaları gerekiyor.
Sakatattan korkmayın
En zengin demir kaynakları hayvansal gıdalardır. Bitkisel besinler hem daha az demir içerir hem de vücut bu bitkisel kaynaklı demirin çok azından faydalanabilir.
Bitkiler doğada büyürken, gelişirken hastalandıklarında doktora gidemez, ilaç alamazlar. Mantarlardan, böceklerden, güneşten gelen zararlı ışınlardan ve daha pek çok dış etkenden kendilerini korumak zorundadırlar. Bu yüzden de, kendi koruma kalkanları, kendi ilaçlarını kendileri üretirler. Yaratılıştan sahip oldukları ve sebzelere, meyvelere tadını, dokusunu, rengini, kokusunu veren bazı maddeler onları hastalıklardan da korur. Biz de bu maddelerden ne kadar çok faydalanırsak o kadar dirençli ve sağlıklı oluruz.
Beslenme dendiğinde birçok kişinin aklına yiyip içtiklerinin enerji değerleri, protein, yağ, karbonhidrat içerikleri ve vitaminler, mineraller gelir. Hatta sağlıklı beslenme konusuna kafa yoranların bile bitkisel besinlerdeki mucize maddelerden haberi yoktur. Hâlbuki beslenme biliminde fitobesinler, yani bitkilerdeki renkli mucizeleri yaratan moleküller son derece önemli bir yer tutarlar. Sağlığınız söz konusu olduğunda bu özel antioksidan maddeler, vitamin ve minerallerden çok daha etkili roller oynayabilir. Bitkilerdeki fitobesinlerin ortak özellikleri, neredeyse tamamının renkli olmalarıdır. Bunların kimisi kırmızı, mor, mavi ya da siyah, kimisi ise yeşil, sarı ya da turuncu renkteler. Aralarında bazı kimyasal farklılıkları olsa bile hepsi aynı görevi üstleniyor: Antioksidan özellikleriyle hücrelerimizi yaşlanmaktan ve paslanmaktan korumak, kanser, kalp ve damar hastalıklarını, bellek problemlerini ve yaşlılıkla ilişkili pek çok sorunu engellemek ya da geciktirmek.
UNUTMAYIN Ne kadar renkli o kadar iyi
Sebzeler, meyveler ne kadar renkli, renkleri ne kadar çarpıcı ve taze ise o kadar faydalıdırlar. Mesela, beyaz fasulye yerine kırmızısını yiyerek sağlığınıza daha fazla yatırım yapmış olursunuz. Çok faydalı olduğu bilinen kırmızı üzüme ve kırmızı fasulyeye rengini veren antosiyanin maddesidir. Bu mucize moleküllere bitkisel ilaçlar demek daha doğru olur.
Kırmızı fasulye harika bir besindir. Bir tabak kırmızı fasulye yediğinizde bir bardak üzüm suyundan aldığınız kadar antosiyanin alırken, aynı zamanda protein, folik asit ve lif gibi değerli besin öğeleri de bonusunuz olur. Aslında sadece kırmızı fasulye için değil, bütün meyve ve sebzeler için aynı şeyi söylemek mümkün. Ama bazıları diğerlerine kıyasla daha faydalı, daha zengindir. Bunun nedeni içlerinde antosiyanin bulunmasıdır. Onlara kırmızı rengini veren bu değerli madde, dünyada bilinen en güçlü antioksidanlardan biridir. Antosiyanin içeren sebze ve meyveler bazen kırmızı, bazen de koyu mavi ve mor, hatta siyaha yakın renklerde de karşımıza çıkarlar. Hepsi aynı maddeyi içerseler de, farklı renklerde olmaları o sebze ya da meyvenin ne kadar asidik olduğuyla ilişkilidir. İçindeki asit miktarı arttıkça renk kırmızıya doğru gider, azaldıkça koyulaşır. Doğada yaklaşık 32 çeşit farklı antosiyanin bulunur ve hepsinin ortak özelliği, kansere, damar sertliğine ve birçok hastalığa karşı koruma sağlamalarıdır.
ÖNEMLİ Domates pişirerek tüketilmeli
Bitkisel mucizelerin en değerlilerinden biri likopendir. Gerçek anlamda bir şifa olarak tanımlanabilecek bu madde açısından en zengin kaynaklardan biri domatestir. Bir şifa olarak tanımladığım ve domatesin içinde bol miktarda bulunan likopenden faydalanmak pek kolay değil. Bazı hususlara dikkat etmezseniz ondan tam olarak yararlanamazsınız. Mesela, domates çiğ yendiğinde vücut tarafından absorbe edilme olasılığı düşüktür. Çünkü domatesin içindeki likopen, domatesin sert çeperlerine yapışıyor ve sindirilemeden bağırsaklardan atılıyor. Bu yüzden, bu değerli maddeden maksimum fayda sağlamak için domatesi pişirerek tüketmek gerekiyor. Bu değerli besin öğesinin kadınlarda meme kanserine karşı önemli bir koruma sağladığı biliniyor. Bunun en önemli nedeni, likopenin yağ dokusuna yerleşme özelliği ve meme dokusunun da büyük oranda yağdan oluşmasıdır. Likopen, kötü kolesterolün oksidasyonunu yavaşlatarak kalp damar hastalıklarına ve prostat kanserine karşı da ciddi bir koruma sağlıyor. Araştırmalar, likopenin hafıza ve beyin sağlığını korumada, yaşlanmayı yavaşlatmada da etkili olduğunu gösteriyor.
ÖNERİ Domatesten maksimum fayda almak için
SON haftalarda yayınlanan iki yeni araştırma “sağlık kolay, hastalık zor” düşüncemi doğruluyor. İlkini geçen hafta yazdım: Günde iki dakikacık egzersiz yapmanız bile sağlığınızı koruyup güçlendiriyor, ömrünüzü uzatıyor. Sağlıklı kalmanın zannedildiğinden de kolay olduğunu gösteren diğer bir araştırmaysa geçenlerde bir tıp dergisinde ‘Journal Of Epidemilogy’de yayınlandı.
FISTIK YE, UZUN YAŞA
Maastricht Üniversitesi’nde Prof. Van den Brand’ın başkanlığında yapılan çalışma 1986’dan beri sürüyor.
120 bin kişinin beslenme ve yaşam tarzını izleyen büyük bir araştırma bu. Sonuçlar şunu gösteriyor: “Günde en az 10 gram (5 adet) fıstık, fındık, ceviz veya badem yemek, erken ölüm riskini en az yüzde 23 oranında azaltıyor.” Saydığım sert kabuklu kuruyemişleri tüketenlerde şeker, kanser ve diğer yıpratıcı kronik hastalıklara daha az rastlanıyor, rakam vermek gerekirse diyabette yüzde 30, solunum sistemi hastalıklarında yüzde 39, sinir sistemi hastalıklarında yüzde 45’e yaklaşan bir düşme var. Araştırma Hipokrat’ın yüzlerce yıl önce verdiği o ünlü öğüdü yeniden onaylıyor: “Yiyeceklerinize ilaç muamelesi yapınız!” 4 kuralı yeniden hatırlatalım: Akılcı beslenelim, hareketli olalım, güzel uyuyup üzüntü, kaygı, endişeden uzak keyifli bir hayat sürmeye çalışalım.
Soframızdaki besinler için “iyi-kötü” veya “yararlı-zararlı” gibi ayrımların ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama şundan eminim: Yanlış yerde, yanlış zamanda kullanıldığında iyi gıdalar zararlı, en azından faydasız olabilir. İsterseniz kafanızı çok fazla karıştırmadan konuya ‘damardan’ gireyim: “Mutfak yanlışları”mızın ya da “mönü dizaynı” hatalarımızın sayısı bir hayli fazla.
Bunların çoğu da yanlış eşleştirmelerden kaynaklanıyor. Mesela büyük bir zevkle yediğiniz ‘et-patates’ çok zararlı bir ikili.
Protein kaynağı olan eti nasıl pişirirseniz, pişirin yanına nişasta deposu patatesi koydunuz mu işler karışır! İster ‘hamburger-patates kızartması’ ister ‘rosto-patates püresi’ yiyin isterseniz tencerede ‘bol patatesli kuşbaşı et ya da kıyma’ pişirin metabolizmanız bu ikiliden hoşlanmaz.
Gündelik yaşamımızdan ‘peynirli pizza’ ya da ‘sıcak ekmeğin içine boca edilmiş tulum peyniri’ gibi başka tanıdık örnekler de verebilirim. Beslenme listesinde ağız tadını en başa yazan ülkemizde bu örnekleri çoğaltmak çok kolay.
Pilav-püre-makarna
Et yemeklerinin yanına ilave edeceğiniz pirinç pilavı, bol kıymalı sosun altındaki makarna gibi yiyecekler, nişastayla proteinden oluşan, sağlığa zararlı bileşimlerdir. Canınız ille de nişasta tüketmek istiyorsa eti değil sebzeyi tercih edin.
Yaşasın Hayat ekibine sık yöneltilen sorulardan biri de ateşle ilgili olanlar. Bu konuda benim bir şeyler yazmam –uzmanlık alanım olmadığı için- pek doğru olmaz. Bu nedenle konuya ilişkin bilgileri sık faydalandığım, güvenilir bir sağlık sitesi olan “Medikal Akademi”den aldım. Bu site için Dr. Erhan Yücel’in hazırladığı ateşle ilgili önerileri size aktarmanın faydalı olacağını düşündüm. Annelerin –ve ailelerinin- kutuları sadece okumakla kalmamalarını, kesip saklamalarını da tavsiye ederim.
ÖNEMLİ
İlk 5 önlem
1- Kıyafetlerine dikkat edin: 38,5 derece civarındaki hafif ateşte çocuğunuzun üzerindeki fazla giysileri çıkartın, ince ve bol bir pijama giydirin.
2- Sıvı alımına özen gösterin: Bol miktarda su ve sulu gıdalar almasını sağlayın.
3- Ortamın sıcaklığını muhafaza edin: Bulunduğu ortamın sıcaklığını 21-22 derece arasında tutmaya dikkat edin.
4- Ilık duş aldırın: 29-32 derece sıcaklıktaki ılık suyla duş aldırın veya ılık-ıslak bezlerle pansuman yapın.
Dengeyi kaybedip “düşmek”, bizde “kaza” olarak kabul edilir. Kültürümüz kazaların “şans işi” olduklarını, “tesadüfen” ortaya çıktıklarını, “önceden tahmin edilemediklerini” düşünür. Haksız sayılmayız ama biz yine de çoğu kazanın güçlü bir denge yapılanmasının yokluğu nedeniyle oluştuğunu unutmayalım. Özellikle yaşlanırken “denge sistemlerimizi” geliştirip koruyalım. Zira sistemde arıza olduğunda kaza ihtimali artıyor, bu da daha çok yaralanmanız, travmatik hasarlarla daha sık karşılaşmanız (mesela kalçanızı veya kolunuzu kırmanız) anlamına geliyor.
“Denge” bize bağışlanmış en önemli vasıflardan biri. Sağlığımızın her alanında olduğu gibi onun kıymetini de kaybettiğimizde fark ederiz. Oysa ayakta dik durabilmek, yürürken, eğilip kalkarken, atlayıp zıplarken dengeyi koruyabilmek başlı başına bir nimettir. Dengenizi lütfen dikkatle izleyin. Yaşınız 40’ları geçtiyse eğer bu işi daha çok önemseyin.
BİR BİLGİ Nasıl korunuyor?
Yatağınızdan ya da oturduğunuz sandalyeden ayağa kalkarken dengenizi koruyabilmeniz, başınız dönüp gözünüz kararmadan ayakta “elif gibi” dimdik durabilmeniz, göz, kulak, beyin/beyincik dâhil pek çok sistemin koordineli bir çalışması sayesinde mümkün olur.
Bırakın oturup kalkmayı, oraya buraya hoplayıp zıplamayı sadece ayakta durabilmeniz için bile vücudunuzda çok sayıda organ ve sistem mükemmel bir orkestra gibi çalışır. Kaslarınızda ve tendonlarınızda yerleşik özel sinir hücreleri, beyne doğru enformasyonlar iletir.
İç kulakta bulunan “vestibüler yapı” ve bu yapıyla sağlanan göz kulak bağlantıları anında devreye girer. Beyin/omurilik ikilisi sisteme giren bilgileri ayıklar, koordine eder, kontrol altında tutup gereken geri bildirimleri yollar, yani “kasıl” veya “gevşe” talimatları gönderir.
İş sadece göz ve kulakla, beyinle beyincikle bitse iyi! Sürekli ve güvenli bir denge hali için kalp ve dolaşım sisteminizin de iyi çalışması (tansiyon ayarı), böbreküstü bezlerinizin gerekli hormonları üretmesi de şarttır.
UNUTMAYIN Nasıl bozuluyor?