Özellikle ayak uyuşmaları, motor ya da duyu sinirlerinde önemli bir hasarın işareti olabilir. Bilhassa el, kol ve ayaklarınızda uyuşma, yanma, karıncalanma ve gıdıklanma gibi bir duygu var ve buna kuvvetsizlik de ekleniyorsa işin altında önemli bir sağlık sorunu yatıyor olabilir. İşte bu nedenle siz yine de dikkatli olup sorunu ciddiye alın!
Sorun, ellerde uyuşma, karıncalanma ve güç kaybına neden olabilen boyun fıtığı da olabilir. Tiroit tembelliği de benzer belirtilere yol açar. El ve ayaklarda yanma, uyuşma gibi semptomların arkasında gözden kaçmış bir şeker hastalığının da olabileceğini lütfen aklınızın bir köşesine yazın. Kısacası uyuşma deyip geçmeyin, konu önemlidir...
Ama şunu da bilin. Problem çoğu zaman bedensel değil, psikolojiktir.
BİR BİLGİ
Nöropati de ne?
“Durup dururken birden sanki elime ateş değmiş gibi hissediyorum” ya da “Bacaklarımda karıncalar mı yürüyor diye şüphelenip kontrol ettim” veya “Sanki tabanlarımda yastık var. Parmaklarım hissiz, donuk gibi...”
Yaz aylarında sıklığı artan bazı sağlık sorunlarımız var. Bunlardan biri de kramplardır. Terle kaybedilen “elektrolitler” özelikle de “sodyum, potasyum ve magnezyumun eksikliği” yaz kramplarının başlıca nedenleridir. Pek önemsemediğiniz, “Aman ne olacak alt tarafı bir kramp” ya da “Şimdi geçer, biraz dinleneyim hele” dediğiniz krampların arkasında sadece geçici elektrolit kayıplar değil, bazen ciddi sağlık sorunları da olabiliyor. İsterseniz lafı dolaştırmadan örnekleri hemen sıralamaya başlayalım...
Mesela, şeker hastalarında gözden kaçmış bir şeker hikâyesinin ilk işareti gece krampları olabilir. Diyelim ki, uyurken bir anda ayağınıza giren krampla uyandınız ve bu sevimsiz kramplar giderek sıklaşıyor. Özelikle bu kramplara ayaklarda üşüme, yanma ya da karıncalanma da eşlik ediyorsa, göbek çevreniz biraz genişse, tüm bunların üstüne bir de ailenizde şeker hastaları varsa, aklınıza ilk gelecek seçeneklerden bir belki de birincisi şeker hastalığı olmalı.
Aklınızda olsun, tiroit bezinin az çalışması da çok çalışması da başka problemlerin yanı sıra kaslarda kramplara yol açabilir. Basit bir kan testi ile tiroit bezi işlevlerinizin ne durumda olduğunu görmek mümkün.
Ayrıca kandaki kalsiyum, potasyum, magnezyum ve sodyum başta olmak üzere tüm minerallerin yani tuzların dengesini etkileyen hastalıkların hemen hepsi kramplara neden olur. Mesela tiroit bezinin hemen komşusu olan ve kalsiyumu dengeleyen paratiroit bezlerin hastalıkları, vücuttaki kalsiyum seviyesinin düşmesine neden olabilir.
Eğer giderek artan bir kramp probleminiz varsa, böbrek yetmezliği açısından değerlendirilmenizde fayda var. Çünkü böbrek yetmezliği kas metabolizması için hayati bir madde olan kalsiyum dengesinin değişmesine ve dolayısıyla kramplara neden olabiliyor.
Böbreküstü bezinin hastalıklarında da vücuttaki tuz dengesi değişir ve fazla tuz kaybı, kas kramplarına neden olabilir. Çok sık tekrarlayan ishaller yüzünden ortaya çıkan sıvı ve tuz kaybı da kramplara yol açabilir.
Kramp probleminin kaynağında bir nörolojik hastalık olan multipl skleroz, Parkinson hastalığı ya da omurganın herhangi bir nedenle zedelenmesi ve kasın kendisinde ya da kasa giden sinirlerde hasar oluşması yer alabilir.
BİR NOT Sporcularda sık görülüyor
Çünkü onlara “can” emanet edilmiştir. Onlar “ağrıya, sızıya çare, derde deva”dır. Kimi reçetesi, kimi bisturisi, kimi de tavsiyeleriyle size “sağlık” verir, hayat verir. Onlara duyulan “saygı ve sevgi” doğal olarak “çekinme” ve “saklama”yı da beraberinde getirir. Ama bu “çekince” bazen yanlış neticeler de verebilir. Tavsiyem şu...
Doktordan hiçbir sorununuzu saklamayın. Gereksiz bir utanma duygusu yüzünden doktora gitmek istemezseniz, gittiğinizde her şeyi doğru olarak anlatmazsanız çekingenliğinizin bedelini ciddi sağlık sorunları yaşayarak ödeyebilirsiniz.
Korkutmayı seven bir hekim değilim ama pratikte durum budur. Utanç duygusu yoğun bir toplumuz. Bu genelde güzel bir özellik. Ama söz konusu sağlık olduğunda fazlası zarardır.
Derdinizi doktorunuzla paylaşırken utanmamalı, çekinmemelisiniz. Hastalığın iyisi, kötüsü, güzeli, çirkini, övünüleni, ayıbı olmaz. Sorununuz ne olursa olsun bu böyle olmalı. Hastalığın, sağlık sorununun iyisi kötüsü, güzeli, ayıbı olmaz! Örnek mi? Buyurun...
ZAMAN YİTİRMEYİN
“Hemoroit” önemli bir problem. Arkasında ciddi sağlık sorunları gizlenebilen mühim bir sorun. Kalın bağırsak ya da makat kanserinin, ilk ve hatta çok uzun bir süre tek belirtisi olabilir.
Şiddetli ve tekrarlayan ağrılarla baş etmek kolay bir iş değildir. Özellikle vücudun neredeyse “kiracısı” haline gelen kronik ağrılar yaşam kalitesini ciddi biçimde etkiler. Dayanılmaz ağrıları nedeniyle intihara teşebbüs edenlerle bile karşılaşan hekim arkadaşlarım var.
Neden bahsettiğimi bel fıtığına yakalananlar, migren krizi yaşayanlar, trigeminal nevralji atakları ile boğuşan veya kronik ağrılı romatizmal hastalıklarla savaşanlar çok iyi bilir.
Günlük konforunuz bazen o kadar bozulur ki hayattan keyif alamaz, işe güce gidemez hale bile gelirsiniz. Yaptığınız işin kalitesinin düşmeye, hatalarınızın, iş kazalarınızın sayısı artmaya başlar.
Bunları düşününce bırakın bir hekim olmayı, bir insan olarak da hemen bir ağrı kesici içip rahatlamanızı gayet iyi anlıyorum. Ama yine de ağrı kesicilerin zararları konusunda sizi uyarmak zorundayım.
İlaç endüstrisi bu gereksinimin farkında! Son yıllarda çok şiddetli ağrıları bile çok kısada sürede geçiren çok etkin ağrı kesiciler geliştirildi.
İşe yaradıkları, derde deva oldukları kesin! Ama her ağrı kesici gibi onlar da midenize, bağırsaklarınıza, karaciğer ya da böbreklerinize zarar verebiliyor.
Ağrı kesici yutarken bir değil, iki değil, üç kez düşünün. Sık sık ilaç içmek zorunda kalırsanız mutlaka doktorunuza bilgi verin. Kısacası “AĞRI”yı önemseyin...
Uyarıyorum!
Bu yazımızdaki bütün sorular, siz okurlarımıza ait. Bugün, bu sorularınız ve onlara ait yanıtlarımı bulacaksınız bu satırlarda. Ve tabii bütün yanıtlar, hayatımızı ve sağlığımızı daha olumluya götürmek için... Buyurun...
Genetİk miras, şans, çevre şartları önemli ama hayat kalitemiz, özellikle de sağlığımız büyük ölçüde bizim elimizde. Onu güzelleştirip iyileştiren, keyifli huzurlu yapan da berbat edip canına okuyan da genelde biziz. Hayata ilişkin seçimlerimiz, karar ve tavırlarımız. Kendimizle ve çevremizle kurduğumuz ilişkiler, davranış kalıplarımız ve tabiî ki sağlığa verdiğimiz değer.
Sağlık yazıları ve haberleri biraz da bu nedenle çok okunup izleniyor. NTV’de yeniden başlattığımız “Yaşasın Hayat”ın formatını bu düşünce ile kurguladık. İçinde “Hangisi Doğru?” başlıklı bir bölüm, izleyicilere, size ait, sizden gelen sorulara yanıt vermeye çalışıyoruz. Sorularınız önemli, şaşırtıcı ve müthiş! “Günlük hayata” dokundukları “neyin doğru, neyin yanlış” olduğu arayışında oldukları için de keyifli ve öğretici. İzin verirseniz bir süre o sorulardan bazılarına verdiğim yanıtları yazılarımda da özetleyeceğim. Buyurun...
MAKARNA MI, MANTI MI?
İtalyan’sanız makarnayı, bizden biri (hele hele Kayserili) iseniz kesinlikle mantıyı tercih edin.
Her vitamin önemli ama bazıları çok önemli. Onlar birden çok görev üstleniyor, eksikliklerinde kalp, beyin, karaciğer, böbrek fonksiyonlarında aksamalar gelişiyor.
B12 vitamini (siyankobalamin) bunlardan biri. O “hayati bir vitamin”. Üstelik çok da “nazlı” ve “kaprisli”. Noksanlığı ile sık karşılaşılıyor. Eksikliği bebeklikten yaşlılığa hemen her yaşta önemli sorunlara yol açıyor.
B 12 vitaminini biz üretemiyoruz, onu mutlaka dışarıdan yiyeceklerle alıp mide-bağırsak sisteminden sorunsuzca geçirerek vücudumuza kazandırmak zorundayız.
Temel kaynağı hayvansal proteinler. Hemen her gün yediğiniz gıdaların çoğunda (şekerli, unlu gıdalar, tahıl ve bakliyat grubu, sebze ve meyveler) zerre kadar B 12 vitamini yok.
Yeteri kadar B 12 vitamini kazanmaktan söz ediyorsak ihtiyacımızı “hayvansal gıdalar” ile karşılamak zorundayız. Ayrıca bir de parantez açalım: Bağırsaklarımızda da yaşayan probiyotik bakteriler aracılığıyla bir miktar B12 vitamini üretebiliyoruz ama bu bize yetmiyor.
En kaprisli vitamin
B12’nin kaprisleri bitmiyor! Emilimi de ayrı bir problem! Midenizde yer alan özel “parietal hücreler” yeteri kadar “intrensek faktör” üretip B12’yi onunla evlendiremezse, bağırsaklarınızda B12 emilimini aksatacak bir hasar varsa veya midenizin bağırsağınızın bir bölümü ameliyatla alınmışsa siz besinlerle bol bol B12 alsanız dahi emilim sorunları nedeniyle düşük B12 düzeyiyle karşı karşıya kalabiliyorsunuz.
Bazı besin unsurları var ki genç-yaşlı, kadın-erkek fark etmiyor. Onların eksikliğine hiç kimse dayanamıyor. Zaten bu nedenle de onlara “Elzem, olmazsa olmaz, yaşamsal, hayati” gıdalar diyoruz.
C vitamini, B12 vitamini, bazı aminoasitler bunlardan bazıları. Yaşamsal gıdalardan biri de Omega-3 yağ asitleri. Peki, onları bu denli önemli kılan ne?
Onlar hücrelerinizi sarıp sarmalayan zarın en önemli parçası. Hücre zarının üzerinde yer alan almaçların (reseptör) işlevlerini etkilemek ve yönetmek onların görevi.
Kanın pıhtılaşmasını dengeleyen, kan damarlarının büzüşüp genleşmesini ve yangı sürecini kontrol eden hormonların yapımı için “başla” komutunu veren de yine onlar.
Bu nedenle de kalp hastalığından kansere, egzamadan romatoid artrite varan geniş bir hastalık ve sağlık sorunu yelpazesi Omega-3’ün ilgi alanına girer.
Daha çok detay için, buyurun...
8 soruda omega dengesi
Omega-3’ü besinlerle yeterince alamayanlara Omega-3 destekleri önerilir. Doğru kullanılmaları halinde yararları tartışılmaz ama “bu işi ne kadar bilinçli yapıyoruz?” noktasında bazı eksiklikler var.
Bağışıklık zayıflayınca sadece enfeksiyonlara değil, kansere yatkınlık da oluyor, “kanser patlaması”nın arkasında da yine o var. “Şişkinlik, ishal, kabızlık” gibi sindirim problemleri, özellikle “gaz” neredeyse herkesin sorunu. Bitmedi! Bir de “alerji” konusu var. Hapşırıp aksıranlar, nefes darlığından bunalanlar, gece gündüz kaşınanlar saymakla bitmez. Ya “reflü-helikobakter” gibi mide problemlerine ne demeli? Lafı uzatmadan size şaşırtıcı bir bilgi vereyim. Bunların tümünün arkasında genelde aynı problem, “PROBİYOTİK FAKİRLİĞİ” de var. Nedeni ise bildik bir yanlışımız, “BESLENME” hatalarımız... Neler mi? Buyurun...
Hatalı besleniyoruz
Bağışıklık sistemimizin ihtiyaç duyduğu protein içeren besinleri (yoğurt, et, peynir gibi) yeteri kadar yemiyor, buna karşılık sistemi zehirleyen şeker, nişasta, un deposu zararlı yiyecekleri fazlaca tüketiyoruz.
Bağışıklık gücümüz için olmazsa olmaz kabul edilen besin unsurları ve vitaminleri de yeteri kadar kazanamıyoruz. En güçlü bağışıklık destekçisi kabul edilen D vitamini söz konusu olduğunda adeta “bitik” durumdayız. Listeye demir, B12, omega-3 ve probiyotik fakirliğimizi de ekleyebiliriz. Hafta boyunca bu beş değerli madde hakkında bilgiler aktarıyoruz.
Bitmedi! Müthiş bir “probiyotik fakirliği” içindeyiz. Probiyotik gücümüz de, tıpkı D vitamini, tıpkı omega-3 gücümüz gibi son nefesini vermek üzere. Zaten bu nedenle de son yıllarda “hayat veren destekler” listesine probiyotik zengini yiyecek ve içecekler (kefir, yoğurt) ile probiyotik destekleri de eklendi. Çocuk-genç, yetişkin-yaşlı herkes probiyotik eksikliğini tamamlama, rezervini doldurma peşinde. Peki, bu nasıl mı olacak? Doğru beslenerek! Probiyotik ve prebiyotik zengini yiyeceklere ağırlık vererek!
Azalırsa ne oluyor?
* Kabızlık/İshal/Gaz/Geğirme/Şişkinlik