Osman Müftüoğlu

Peki, suçlu kim? Doktorlar mı hastalar mı?

6 Şubat 2017
Biz Türkler, tam bir ‘antibiyotik canavarı’ olup çıktık. Yazılan her 10 reçeteden en az üçünde antibiyotik var. Bunun sorumlusu kim olursa olsun, sonucu ürkütücü. Çünkü sayemizde antibiyotiklere dirençli hale gelen bakteri ve virüsler, gelecekte en ufak bir ‘çizikten’ bile canımızı alabilir...

Modern tıbbın geçtiğimiz elli yıldaki en mühim başarılarından biri, yeni ve etkin antibiyotiklerin bulunması idi.

Ne var ki şimdi can sıkıcı bir gelişme var: Antibiyotik direnci sorunu alarm veriyor; uzmanlar “Böyle giderse antibiyotik çağının sonu bile gelebilir” diyor. Bu telaşlandırıcı, kötü, berbat bir haber.

Zira bakterilere karşı savaşı tamamen kaybetmemiz, basit bir ‘şiir-i pençe’ yüzünden bile hayatımızı kaybedebilmemiz ve belki de salgın hastalıkların yeniden hortlaması anlamına geliyor.

‘Antibiyotik direnci’ aslında dünyanın sorunu ama bizde biraz daha önemli. Çünkü biz sanki bir ‘antibiyotik canavarı’ gibiyiz. ‘Dünya Antibiyotik Tüketme Şampiyonu’ bir ülkeyiz! Doktorlarımızın yazdığı her on reçeteden en az üçünde mutlaka en az bir antibiyotik var.

TOPLUMSAL BİLİNÇ ŞART

Netice şu: Türkiye antibiyotik direnci tehdidi bakımından en riskli ülkelerden biri, acilen ve hemen toplumsal bir ‘antibiyotik kullanım bilinci’ oluşturmamız gerekiyor.

Sorunun bu noktaya gelmesinde en çok biz doktorlarla sevgili eczacılarımız suçlu. Suçu önce biz doktorlar üstlenmeliyiz. Zira her ateşli hastalıkta reçeteye hemen bir antibiyotik yazdık. Eczacılarımız da –şimdilerde biraz engellense de- antibiyotikleri isteyen herkese reçetesiz bile verdi. Evet, hastalarımız da bizi antibiyotik yazmaya eczacılarımızı reçetesiz antibiyotik vermeye zorlayabiliyor ama neticede karar verici biziz.

Özeti şudur: Her antibiyotik karaciğere, böbreğe ve bağırsaklardaki probiyotik güce (mikrobiyom) inen bir balyoz gibidir.

Yazının Devamını Oku

Neden kolay yağlanıyor zor kilo

4 Şubat 2017
Kolay kilo almak önemli ve sık rastlanan bir problem. Şaka gibi ama şanssız bazı kişiler “kuş kadar” yeseler de “fil gibi” olabiliyor.

Aynı evi paylaşan, aynı işyerinde çalışan, aynı yiyecekleri aynı miktarda tüketen iki arkadaştan biri bir tabak makarnayla 1 gram bile almazken, diğeri ertesi güne yarım kilo daha yağlı uyanabiliyor.
Diğer taraftan mevcut yağlardan kurtulmada yani fazla kiloları vermede de benzer bir problem olduğu kesin.
Aynı yaşta, aynı kiloda iki hanıma aynı besinleri ve eşdeğer kalorileri içeren diyet programları uygulamanıza, beslenme reçeteleri düzenlemenize rağmen biri bir hafta sonra en az 1 kilo verip gelirken, diğeri 1 gram bile veremeyebiliyor.
Böyle durumlarda akla hemen ve anında “Bende metabolik veya hormonal bir sorun olabilir mi?” sorusu gelmeli.
Mesela insülin direnci! Mesela hipotiroidi (tiroit tembelliği)! Mesela böbreküstü bezi sorunları (kuşing hastalığı)!
Önemli bir bilgi de şu: Kolay kilo alıp zor kilo verme sorununun arkasında özellikle bizim ülkemizde ve en çok hanımlarda D vitamini, demir ve B12 eksikliği var.
Özellikle D vitamini eksikliğinin dokularda insülin direncini artırarak kilo dengesini korumada zorluklara yol açabileceği net ve açık olarak gösterildi. Bu gibi sorunları olanların dikkatine sunulur.

Gerilmeyi bırak gerinmeye bak! 

Yazının Devamını Oku

Hapı mı doğalı mı

3 Şubat 2017
Mühim bir yanlışımız var! Çoğumuz meyve ve sebzelerdeki vitamin, mineral ve antioksidanları hap halinde yutmanın yeterli olacağını zannediyoruz. Oysa doğrusu farklı.

Vitamin, mineral ve diğer sağlık mucizelerini haplardan değil, doğal kaynaklarından kazanmanın bir yolu bulunmalı. Bu bilginin dayandığı pek çok temel var.
Mesela domates sadece içindeki “kırmızı mucize” likopen ya da havuç sadece içindeki “sarı şeytan” betakaroten anlamına gelmiyor. Her ikisinin de içinde çok daha farklı bitkisel ilaçlar, vitamin, mineral ve antioksidanlar var. Ve bunlar bedene birlikte kazandırıldıklarında daha güçlü ve güvenli bir koruma zinciri oluşturuyor.
Kısacası başlıktaki sorunun cevabı net: Mümkünse hapı değil, doğal olanı tercih edin.
Likopeni bahçedeki domatesten, omage-3’ü yağlı bir olta balığından, C vitaminini bakkaldaki portakaldan, betakaroteni balkabağı ya da havuçtan kazanmaya gayret edin.
Probiyotik hap yutacağınıza kefir için. D vitamini iğnesi kırıp içeceğinize güneşlenin. Hem doğal destek kazanın hem de keyiflenin.

TERÖR BİR SİNEKTİR

“Sapiens” kitabının yazarı Noah Harari yeni kitabı “Homo Deus”da yine ilginç şeyler söylüyor, en çok da geleceğe yönelik düşüncelerini anlatıyor.

Yazının Devamını Oku

Hipoglisemi mi panik atak mı?

2 Şubat 2017
Sağlık sorunları bazen birbirine benzer belirtilerle ortaya çıkabiliyor. Bu da ciddi karışıklıklara yol açıyor. “Panik atak” işaretleriyle “hipoglisemi” belirtileri arasında da böyle bir benzerlik var.

Hipoglisemi nöbetleri panik atağı, panik ataklar hipoglisemi nöbetlerini taklit edebiliyor. İkisinde de birden bire ortaya çıkan çarpıntı, terleme, tansiyon yükselmesi (veya düşmesi), baş ağrısı, baygınlık hissi, baş dönmesi veya garip bir dengesizlik duygusu gelişiyor.
Peki, ayrım nasıl yapılacak?
Teşhisi tabii ki doktorlara bırakmak ve kesin karar için de mutlaka bir “hipoglisemi testi” uygulamak gerekiyor.
Ama yine de şu basit ayrıntı aklınızda olsun:
Eğer ataklar stres, korku, endişe durumlarında ortaya çıkıyor, ataklara sık sık bu gibi duygular da eşlik ediyorsa ve ataklar sizi hastaneden, tansiyon ölçümlerinden, kan aldırmadan, laboratuvar testlerinden uzak tutup belirli bazı özel duygu durum gelişmelerinden fazlaca etkileniyorsa sorununuzun öncelikle panik atak ile ilişkili olabileceğini düşünün.
Eğer şikayetleriniz açlık durumunda ortaya çıkıyorsa ve/veya bir bardak şekerli su, bir parça şeker, birkaç lokma yiyecek atıştırmakla geçip gidiyorsa probleminizin hipoglisemiden kaynaklanabileceğini hatırlayın.
Ayrıca lütfen şu mühim ayrıntıyı da aklınızda tutun.

Yazının Devamını Oku

Hangi yağ ne kadar

1 Şubat 2017
Şu bilgi çok önemli: Besinlerle ihtiyacımız kadar yağı kazanmazsak sağlığımızı koruyamayız. Prensip olarak da günlük enerji ihtiyacımızın en az yüzde 20, en çok yüzde 35’ini yağlardan kazanmak zorundayız. Bunu yaparken de ayrıntılara dikkat etmemiz, katı ve sıvı yağları doğru miktarlarda kazanmamız lazım.

Katı yağlar (tereyağı, sadeyağ) doymuş, sıvı yağlar (zeytinyağı, ayçiçeği, mısırözü yağı) doymamış yağlardan zengin olan yağlardır.
Prensibiniz şu olsun: Eğer imkânınız varsa bir günlük yağ hakkınızı “bir birim tereyağı, üç birim zeytinyağı” olacak şekilde kullanın. “Zeytinyağı pahalı, her yemekte kullanamıyorum!” diyorsanız, ölçünüzü “bir birim tereyağı, iki birim zeytinyağı, bir birim de başka bir bitkisel yağ (ayçiçeği, mısırözü yağı)” olarak ayarlayın.
Trans yağlara gelince: Trans yağlar, sıvı veya katı yağların işlenmeleri esnasında özellikle yüksek ısıda kullanılmaları halinde oluşuyor.
Bu yağların hücrelerde çok ciddi bir “oksidatif stres” etkisi oluşturdukları, neticede de başta damarlar olmak üzere vücuttaki her doku ve organda iltihabi süreçleri hızlandırdıkları biliniyor. Yüksek oranda kazanıldıklarında bu yağların damar sertliği, kronik iltihap yanında meme, prostat, yumurtalık, kalınbağırsak kanserlerinin oluşma riskini artırdığı da düşünülüyor.
İşte bu nedenle beslenme planlarımızdan trans yağ içeren (börek, kurabiye, poğaça, pasta, gofret, bisküvi, hazır kekler, çikolatalar, kızartılmış her türlü besin, fastfood gıdalar) çıkarmamızda fayda var.
Özeti şudur: “Hangi yağ ne miktarda?” sorusunun yanıtı mühimdir. Yağın azı da fazlası da problem çıkarmaya eğilimlidir. “KARARINDA!” sözcüğü yağ konusunda da önemlidir, mühimdir.

Yemekte neden meyve olmaz?

Yemekle birlikte meyve tüketmek bazı problemlere yol açıyor da ondan. Yemekte ya da yemeğin hemen sonrasında yenilen meyveler midede aşırı asit ortamda mayalanmaya, sonra da fazlaca asit ve gaz üretimine neden oluyor. Hatta bu formantasyonun doğal bir neticesi olarak midede alkol bile üretilebiliyor.

Yazının Devamını Oku

Suyu ne zaman içmeli?

31 Ocak 2017
Susadığınız her an, her zaman su içebilirsiniz. Ama yine de küçük bazı uyarıları, minik püf noktalarını dikkate almanızda fayda var.

Birincisi şu: Çocuklar susuzluk hislerini ifade etmekte zorlandıkları, yaşlılar ve hastalar da susuzluklarının farkına varamadıkları için su ihtiyacını karşılarken süreci susuzluk duygusu ile yönetmek doğru olmayabiliyor.
İkincisine gelince: Su içme işini yemekle iç içe sürdürmek doğru değil. Yemek sırasında su içmemekte fayda var. Nedeni şu...
Yemek yerken içtiğiniz su her şeyden önce midede doygunluk ve dolgunluk hissi yaratacaktır. Bu da beslenme ritminizi aksatır.
Ayrıca midenin gıdaları sindirme süreçlerini bozabileceği ve hazmedecek gıdaların kalitesini azaltabileceği için de yemek yerken, hatta hemen öncesi ve sonrasında su içmemenizde fayda var.
Prensip olarak yemekten yarım saat önce ve yarım saat sonrasına kadar su içmeyin. Eğer bu işi biraz daha güçlendirmek istiyorsanız zaman dilimlerini birer, hatta ikişer saate çıkarabilirsiniz.
İsterseniz yazıyı faydalı bilgilerle tamamlayalım: Suyu çok soğuk veya sıcak değil ılık için. Ayakta değil, oturarak içmeyi tercih edin. Yavaş ve sakin için. Suyun ağzınızda bir süre kalmasına izin verin. Bu sonuncusu tükürük üretiminizi artıracak, hazım gücünüze katkı sağlayacak, ağız ve diş sağlığınızı da güçlendirecektir.

Probiyotikler kilo kontrolünde faydalı mı

Sindirim yolundaki bakteri dengesinin vücut ağırlığını etkilemede büyük role sahip olduğuna ilişkin kanıtlar artış göstermekte. Probiyotik desteklerin kilo kaybına ve daha sağlıklı bir vücut kompozisonuna kavuşmak için faydalı olabileceğini düşündüren çalışmalar var.Belirli bakteri türleri bağırsaklardan emilen yağ miktarını azaltarak göbek çevresinde yağ toplanmasını kontrol edebiliyor.  Bu konuda yapılan çalışmaların analizi Lactobacillus gasseri, Lactobacillus rhamnosus ve kombine kullanılan Lactobacillus rhamnosus ve Bifidobacterium lactis probiyotiklerinin vücuttaki yağ kütlesinin azaltılmasında etkili olabileceğini göstermekte.12 haftalık uygun probiyotik desteğiyle vücut yağında ve kiloda anlamlı azalma oluyor. Göbek çevresindeki yağlardaki azalma yüzde 8.5 civarında. Üç hafta süreyle L. rhamnosus alan kadınlarda plaseboya göre iki kat daha fazla kilo kaybı olmuş. Dahası bu kilo kaybı çalışmanın bitmesinden sonra devam etmiş. Dr. Murat KEKLİKOĞLU

Yazının Devamını Oku

Çok mühim bir konu: Şeker

30 Ocak 2017
Faili meçhul zannedilen birçok sağlık sorununun görünmez, gizli nedeni şeker! Çünkü o, tahrip edici birçok önemli biyokimyasal sürecin tetikleyicisi. Peki bunlar neler ve nasıl korunabiliriz? Buyurun...

Şekerin fazlasının iflah olmaz bir sağlık düşmanı olduğundan şüphemiz yok. Bu kesin!

Bizim konuyu yeterince ciddiye aldığımızı söylemekse biraz zor. Şeker tüketimimiz sürekli artıyor. Anne babalar, hele hele çocuk ve gençlerimiz tehlikenin farkında değil. Doktor ve diyetisyenlerimizin önemli bir bölümü bile hâlâ ‘bir gram şeker=4 kalori’ tekerlemesiyle yetinip, şekerin kimyasından çok fiziğine (!) önem veriyor. Şekerin fazlası hasta ediyor. Kronik hastalıklara da en çok şekeri fazla tüketen toplumlarda rastlanıyor. Nedenine gelince…

1 GRAMDA 4 KALORİ

Bir gram şekerde 4 kaloriye eşdeğer enerji olduğu, şekerin kolay kilo aldırdığı doğru ama şekerin zararları sadece yüksek kalori içeriği ile sınırlı değil. Şeker can yakıcı ve tahrip edici önemli bazı biyokimyasal süreçlerin de tetikleyicisi. Faili meçhul zannedilen birçok sağlık sorununun görünmez, gizli nedeni de yine o!

Kısacası bir değil, birçok günahı var. Peki neler mi o günahlar?

Buyurun…

ŞEKERİN 7 BÜYÜK GÜNAHI

-

Yazının Devamını Oku

En iyi ve en kötü ilk 10

28 Ocak 2017
Beslenmenin önemini hepimiz öğrendik. Ağzımıza attığımız her lokmanın sağlığımızı etkilediğini, özellikle 50 yaş sonrasında “can boğazdan gelir” cümlesinin “can boğazdan gider” şeklinde değiştirilmesi gerektiğini fark ettik. Beslenme tedbirlerinin sadece tuzu, şekeri, unu azaltmaktan ibaret olmadığını da anladık. Ama bazı ek bilgilere daha ihtiyacımız olduğu kesin. Biz de bugün o bilgilerden birine, besin seçimlerinde “en iyi ve en kötü ilk 10’a” yer verelim dedik. Buyurun...

EN İYİLER

1- Koyu yeşil yapraklı her türlü sebze ile yeşillik diye tanımladığımız doğal lezzetlerin tamamı. Mesela ıspanak, pancar, marul, maydanoz, roka, tere, fesleğen, nane, kekik, kuzukulağı, dereotu. Her türlü sebzenin her çeşit turşusu.
2- Meyvelerin az şekerli ve taze olanları. Örneğin her türlü böğürtlen, koyu kırmızı, mor ya da siyah meyvelerin tamamı. Nar, çilek. Turunçgillerin hepsi.
3- Soğan, sarımsak ve saz arkadaşları: Mesela pırasa, taze yeşil soğan.
4- Kırmızı-mor mucizelerden oluşan sebze ve bakliyat ailesi. Öncelikle de domates, kırmızı pancar, mor lahana. Sonra da siyah fasulye, beluga ve yeşil ya da kırmızı mercimek...
5- Her türlü kuruyemiş. Özellikle de ceviz, fındık, badem, yer fıstığı, Antep fıstığı. Tabii olanı, kavrulmayanı, tuzlanmayanı, taze olanı... Ayrıca her türlü çekirdek ve tohum. Öncelikle de kabak ve ayçiçeği çekirdeği, susam, keten tohumu. Onların da kavrulmayanı, tuzlanmayanı...
6- Baklagillerin tamamı: Sırasıyla mercimek, kırmızı/mor/beyaz kuru fasulye, maş, bezelye, börülce, bakla ve nohut...

Yazının Devamını Oku