Osman Müftüoğlu

Daha az insülin neden daha iyidir?

7 Mart 2017
İnsülin yaşamsal bir hormon. Her hormon gibi onun da yokluğu kadar çokluğu da mühim bir problem. Ama prensip şu: Daha az insülin daha iyidir.

Araştırmalara göre yaşlılıkla ilgili sağlık sorunlarının, bir başka deyişle kötü yaşlanmanın temel nedenlerinden biri insülin fazlalığı (hiperinsülinemi) ve neticede gelişen insülin direncidir. Bu nedenle daha az insülinin daha uzun ve sağlıklı bir hayatla eş değer olduğu da söylenebilir.
Kısacası şu dileği yürekten ve güvenle sık sık tekrarlayabiliriz:
Allah’ım sen beni insülinin yokluğundan da, çokluğundan da esirge.
Nedenine gelince...

İnsülinin fazlası hasta eder insanı

İnsülinin yokluğu ya da yetersizliğinin nelere yol açabileceği biliniyor. Pankreasımız yeterince insülin üretemediği zaman kan şekerimiz yükseliyor, protein ve yağ metabolizması altüst oluyor. Kısacası şeker hastası oluyoruz.
Ne var ki insülinin yokluğu kadar çokluğunun da bizi can sıkıcı problemlerle baş başa bırakabileceği kesin. İnsülin fazlalığı yani hiperinsülinemi durumu, kan insülin değerlerinin sürekli ve inatçı bir şekilde yüksek kalması, basitçe 5 IU/ml’nin üstüne çıkması demek.

Yazının Devamını Oku

Zeytinyağı mı Hindistan cevizi yağı mı?

6 Mart 2017
Baştan belirteyim: Hindistancevizi yağını zeytinyağı ile kıyaslamak zeytinyağına ayıp olur. Belki tereyağı ile kıyaslayabiliriz. Peki ‘Hindistancevizi yağı mı, tereyağı mı?” derseniz, yanıtı aşağıda...

Önce şunu bilelim: Zeytinyağı dünyanın en kaliteli, en sağlıklı, en güvenli yağıdır. Bu kesin! Sonra da şu cümleyi not düşelim: Soğuk sıkım sızma zeytinyağı tabiatın bize sunduğu bir armağandır. Nedeni çok: Yaşlanmanın temel nedeni inflamasyonun ilacı zeytinyağıdır. Bir başka yaşlanma tetikleyicisinin, oksidasyonun panzehri de yine bu yağdır. Kanser önleyici, damar koruyucu, ağrı kesici, cildi, saçları güzelleştirici etkilerini ise zaten biliyoruz. Zeytinyağı mükemmelliğini öncelikle harika bileşimine borçlu.

TEK EKSİK: OMEGA-3

Yapısının %70-75’ini tekli doymamış, %10-15’ini doymuş, %10’unu da çoklu doymamış yağlar oluşturuyor.

Peki, bir eksiği veya ayıbı yok mu? Maalesef var! Mesela içinde yeteri kadar omega-3 yağ asidi yok. Mesela fiyatı çok pahalı. Keşke daha ucuza satılsaydı.

Hindistancevizi yağına gelince. Onu zeytinyağı ile kıyaslamak zeytinyağına ayıp etmek olur. Belki tereyağı ile kıyaslayabiliriz o kadar! Çünkü içinde %60’tan fazla doymuş yağ var. Zaten bu nedenle de oda ısısında süratle katılaşıyor. Yapısında antienflamatuar laurik asit ve damar koruyucu kısa zincirli trigliseridler olsa da bu avantajlarıyla bile zeytinyağı ile yarıştırılamaz. Peki, “Hindistancevizi yağı mı, tereyağı mı?”

Burada da yanıtım net ve açıktır: Tereyağı!

EN ÇOK PREBİYOTİK NELERDE VAR

Bağırsaklarımızdakİ

Yazının Devamını Oku

Kanserde farkındalık önemli bir ayrıntı

4 Mart 2017
Erken tanı her hastalıkta önemli. Söz konusu kanser olduğunda ise çok ama çok daha önemli bir ayrıntı.

Şu kesin: Herhangi bir kanseri olabildiğince erken fark etmek tedaviyi ve sonraki süreçleri ciddi ölçülerde kolaylaştırıyor. Erken tanının yolu da her şeyden önce “farkındalık”tan geçiyor.
Bunun bir anlamı da bedenimizde olan bitenleri -takıntılı, hastalık hastası biri olmadan- biraz daha dikkatle izlemek, gelişen yeni sorunları, değişimleri, oluşumları azıcık daha yakından takip edip gözlemek.
Mesela mı? Boynumuzda, kasık ya da koltuk altımızda gelişen yeni ve ağrısız bir beze. Banyo yaparken mememizde hissettiğimiz nohut kadar sert bir kitle. Tuvaletimiz sırasında farkına vardığımız minik bir kanama. Durduk yerde ortaya çıkan iştahsızlık ve kilo kaybı. 2-3 haftadan daha fazla uzayan kuru, inatçı bir öksürük.
Listeyi daha da uzatabiliriz ama özeti şudur: Çoğu kanser bazı ön işaretlerle “ben geliyorum” der. Bu işaretleri bilelim, izleyelim ve dikkate
alıp değerlendirelim.

Güzelliğin ilacı var mı

Var! Her şey gibi güzelliğin, daha doğrusu cilt güzelliğinin de ilaçları ve bunların araştırıldığı bilimsel alanlar var ve bu alanlar “Yaşlanma ile oluşan cilt değişikliklerini nasıl önleriz?” sorusunun yanıtını arıyor.

Yazının Devamını Oku

Kilo direncinin 10 muhim nedeni

3 Mart 2017
Hepimizin ayrı bir “imalat şartnamesi”, farklı bir “fabrika ayarı” yani “metabolizması” var. Zaten bu farklılık nedeniyle de kimimiz iki lokma az yiyip 3-5 adım fazla atınca mum gibi erirken, kimimiz de 2-3 kilo vermek için inanılmaz çabalara girmek zorunda kalırız. Hatta bazen bu “kilo verememe” sorunu o kadar ciddi bir hâl alır ki kilomuza razı olup programları yolda bırakırız. Böyle durumları klinik uygulamada “kilo direnci” olarak tanımlıyoruz. Uzun yıllara dayanan tecrübelerimize göre direnç oluşturan nedenlerin sayısı bir hayli fazla. En sık görülenlerini ise 10 ana başlıkta toplamak mümkün. İşte 10 mühim kilo direnci nedeni...

1- İNSÜLİN DİRENCİ:
Açlık insülin seviyeleriniz 5’in, özellikle de 8’in üzerinde, insülin direnci rakamlarınız 1,7’yi, hele hele 2,5’u geçmişse kilo vermede zorlanacağınız kesindir.

2- TİROİT YETMEZLİĞİ:
Eğer gizli ya da açık bir tiroit yetmezliğiniz varsa TSH seviyeleriniz 3’ü, hele hele 3,5’lu rakamları da aşmışsa fazla kilolarınızdan kurtulmanız en azından daha uzun bir zaman dilimine yayılacaktır.

3- BÖBREKÜSTÜ BEZİ HASTALIKLARI:

Yazının Devamını Oku

D vitamini şişmanlatır mı zayıflatır mı?

2 Mart 2017
Modern beslenme denilen felaket ve yeni hayat tarzımız bizi D vitamini, omega-3 ve probiyotik fakiri insanlar yaptı. Bu üç eksiklik yalnızca bağışıklığımızı zayıflatmıyor, aynı zamanda kilo sorununa da katkı yapıyor.

Önce şu mühim bilginin altını yeniden ve kalınca bir çizelim: Çoğumuz üç mühim doğal desteğin açlığı içinde kıvranıyoruz: Bunlar D vitamini, omega-3 yağ asitleri ve probiyotikler.
Bir başka deyişle modern beslenme denilen felaket ve yeni hayat tarzımız bizi D vitamini, omega-3 ve probiyotik fakiri insanlar yaptı.
Bu üç eksiklik bizi yalnızca halsiz, yorgun düşürmüyor. Yalnızca bağışıklığımızı zayıflatmıyor. Kaslarımızı, kemiklerimizi güçsüz bırakmıyor. Bunlar aynı zamanda kilo sorununa da katkı yapıyor. Bu düşüncemizi doğrulayan bazı bulgular ise son yıllarda birbiri ardına yayınlanıyor.
Mesela geçenlerde yayınlanan yeni bir çalışma omega-3 takviyesinin doğru yapılabildiği takdirde kadınlarda yağ yakmayı hızlandırabileceğini, özellikle de karın bölgesindeki yağlardan kurtulmayı kolaylaştırabileceğini gösterdi.
Öyle görünüyor ki probiyotikler, D vitamini için de böyle bir durum söz konusu. Probiyotiklerin “neden ve nasıl” kilo sorunu ile ilişkili olabileceklerini bir başka yazıya bırakıp bugün “D vitamini- kilo sorunu” konusunu masaya yatırıyorum. Buyurun...

D vitamini kiloyu nasıl ve niçin etkiliyor?

D vitamini yalnızca bir vitamin değil. Farklı pek çok fonksiyonu olan olağanüstü bir sağlık mucizesi.

Yazının Devamını Oku

Karaciğer sadece kilo alınca mı yağlanır

1 Mart 2017
Karaciğerimiz sadece kilo aldığımız için yağlanmaz. Masum zannettiğimiz pek çok şey, hatta çocuklarımıza yedirdiğimiz masum tatlıların (!), masum atıştırmalıkların (!) çoğunun içindeki kimyasallar da karaciğerimizi yağlandırıyor.

Önce şu bilgiyi belleğimize iyice yerleştirelim: Karaciğerimiz mükemmel bir “temizleme”, olağanüstü bir “detoks”, eşi bulunmaz bir “arınma” merkezi gibi çalışır.
Ama onun da belirli bir kapasitesi, kullanım şartnamesi, gücü, kuvveti, imkanı ve yeteneği var. Mevcut mükemmelliğine onbinlerce yıllık bir süreçte ulaşmış olsa da bizim ona son yıllarda yüklediğimiz bu kadar çok kiri, pası, toksini, pisliği tamamen temizleyebilme yeteneği yok. Üstelik bunu yaparken kendi de zarar görebiliyor. Bu “zarar görme” durumunun ilk işareti de “yağlanma” olarak karşımıza çıkıyor.
Özetle karaciğerlerimizin toksinleri temizleme yeteneği sınırlı. Ayrıca zavallı organ (!) son 50 yılda hayatımıza giren ve sayıları 50 bini çoktan aşan kimyasal toksinlerin (deterjanlar, boyalar, renk ve koku vericiler, parlatıcılar, koruyucular, temizlik malzemeleri, hormonlar, antibiyotikler, böcek öldürücüler...) çoğunu da tanımıyor.
Dahası tarihin hiçbir döneminde de bu kadar fazla toksini ve alkolü temizlemeye de zorlanmadı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi devreye bir de şeker saldırıları, özellikle nişasta bazlı früktoz hücumları eklenince zavallı önce afalladı, şaşırdı, sonra da yağlandı.
Netice şudur: Karaciğerimiz sadece kilo aldığımız için yağlanmaz. Masum zannettiğimiz pek çok şey, hatta çocuklarımıza yedirdiğimiz masum tatlıların (!), masum atıştırmalıkların (!) çoğunun içindeki kimyasallar da karaciğerimizi yağlandırıyor.

Sağlıklı ve bol sperm üretimi için neler lazım?

Kadın ve erkeklerin farklılıkları sadece birinin Venüs, diğerinin Mars’tan gelmesiyle sınırlı değil. Aralarında yumurta üretimi bakımından da önemli farklar var. Bir kadın hayatı boyunca sahip olacağı tüm yumurtalarla birlikte doğuyor ve ilk adet dönemi ile birlikte ve sonrasında onların olgunlaşmasını bekliyor. Erkeklerde ise durum farklı. Erkekler spermlerini kendileri üretmek zorundalar. Bunun için de çoklu bir dengeyi aksatmadan sürdürmeleri lazım. Tabii en başta da beslenme konusunda neredeyse sıfır hata ile ilerlemek zorundalar. Konu sadece beslenme ile hallolsa neyse... Yumurtalıkların ısısı, yani kasık bölgesinin aşırı ısınması da mühim olumsuzluklardan biri. Dar iç çamaşırları ve pantolonlar giyen, uzun süre oturan ve laptop’larını kucaklarında taşıyan erkeklerin sayısı arttıkça sperm sayısı azalmaya devam edecek. Diğer taraftan toksin konusu da mühim. Aşırı içki kullanımı, sigara tüketiminin yoğunlaşması, ilaç bağımlılığı, uyuşturucu ve bunun gibi kötü alışkanlıklar, hatta stres bile sperm üretimini azaltabiliyor. Beslenme boyutlarına gelince... Onları aşağıdaki özetledim. Bir göz atmanızı öneririm. 

Organik tavukta omega-3 daha mı fazla?

Yazının Devamını Oku

Neden antibiyotiksiz bir yaşam?

28 Şubat 2017
Ne kadar çok ve sık antibiyotik yutarsak o kadar çok ve sık yeni antibiyotik tedavilerine ihtiyaç duyarız. Zaten pratikte de olan biten budur. Hedef antibiyotik kullanımının minimum olduğu bir yaşam olmalıdır.

Probiyotikler yaşamlarını bizimle birlikte sürdüren faydalı bakteriler. “Karşılıklı faydalanma” ve “birbirini koruyup kollama” prensipleriyle süregiden ortak bir biyolojik yaşamı paylaşıyoruz.
Ne var ki biz bu prensiplerden ikincisine, yani sürecin “birbirini koruyup kollama” yanına çoktan ihanet ettik. Neredeyse 50 yıldır onlara ek probiyotik bakteri takviyesi yapmıyor, ihtiyaç duydukları prebiyotik besinleri de yeterince vermiyoruz.
Bu iki fenalık yetmezmiş gibi kullandığımız antibiyotiklerle onların mühim bir kısmını da öldürüp yok ediyoruz. Neticede bağışıklık sistemimiz çöküp kötü bakterilerin istilasına uğruyor. Bu da yeniden mikrop kapıp yeniden antibiyotik yutmak anlamına geliyor.
Özeti şu: Ne kadar çok ve sık antibiyotik yutarsak o kadar çok ve sık yeni antibiyotik tedavilerine ihtiyaç duyarız. Zaten pratikte de olan biten budur. Hedef antibiyotik kullanımının minimum olduğu bir yaşam olmalıdır.

Antibiyotik mi probiyotik mi?

Eğer biz probiyotik gücü ve zenginliğimizi koruyabilsek, doğal yaşamın, doğru ve doğal beslenmenin nimetlerinden yeterince faydalanabilsek, bağırsaklarımızdaki probiyotik gücümüz azalmak bir yana daha da artacak.
Neticede de bağışıklığımız daha çok güçlenecek ve enfeksiyonlara yakalanma ihtimalimiz azalıp antibiyotik ihtiyacımız minimuma inecek.

Yazının Devamını Oku

Türk mutfağı sağlıklı mı değil mi?

27 Şubat 2017
Evet, çok çeşitli, çok zengin, çok lezzetli, dünyaca ünlü bir mutfağımız var. Ama kalp hastalıkları ve kanser artışında da son yıllarda ‘başa güreşiyoruz’... Demek ki mutfağımız şahane ama bir yerlerde bir terslik var. Neler mi? Buyurun...

Mutfağımız mükemmel bir “sentez” ve “füzyon” mutfağı. Yapısında Sümer ve Hitit gibi Anadolu medeniyetlerinin, Selçuklu ve Osmanlı kültürlerinin, biraz da Ermeni, Yahudi, Rum, Arap, Kafkas lezzetlerinin esintileri var. Bu nedenle dünyanın “hatırı sayılır” “lezzet ve sağlık” duraklarından biriyiz. “Ben mutfaktan anlarım, damak çatlatan lezzetlere hastayım” diyen herkesin Türk mutfağının önünde ceketini iliklemesi bundandır.

SONUÇ AÇIK VE NET

Ne var ki bu güzel iltifatlar bizim bugün de sağlıklı beslendiğimiz anlamına gelmez. Bunun farklı sebepleri var:

Her şeyden önce şimdilerde yiyip içtiklerimizin çoğu faydalı besin unsurlarından mahrum. Ayrıca da tam tersine, bol miktarda kimyasal ve hormonal kirlilik barındırıyor.

Daha da kötüsü geleneksel mutfağımızın yerini ‘pizzalı, hamburgerli, cipsli, mayonezli, kolalı, gazozlu’ garip ve sağlıksız bir mutfak aldı ve bu da müthiş bir tehdit. Zaten bu tehdit nedeniyle obezite ve diyabet patlamasının yoğun yaşandığı ülkelerin en başındayız. Avrupa’da koroner kalp hastalıklarına yakalanma ve kalp krizi geçirme sıralamasındaki şampiyonluk da bu nedenle bizde. Kanserlerin artış hızı söz konusu olduğunda ilk sıralarda olmamızın sebebi de yine bu arızalı, kötü gelişmeler... Kısacası “beslenme hatalarına bağlı hastalıklar” da kötü beslendiğiniz için rekor üstüne rekor kırıyoruz. Özeti şu: Geleneksel mutfağımızın sağlıklı sayılabileceği doğru ama biz şu anda net ve açık olarak “K-Ö-T-Ü B-E-S-L-E-N-İ-Y-O-R-U-Z”, aman dikkat!

BESLENMEDE 10 MÜHİM SORUNUMUZ

1. Besİnlerİmİz omega-3 fakiri. Ne ette, tavukta ne balık, süt, peynir, yoğurt ve yumurtada yeterli omega-3 yağ asitleri yok. Yani “Nerede o olta balıkları?” durumu.

Yazının Devamını Oku