Osman Müftüoğlu

Alkali beslenmeye evet diyete hayır

10 Mayıs 2017
Bedenimizin mükemmel hatta olağanüstü bir “asit tamponlama” organizasyonu var.

 Bu organizasyonlar sayesinde de kan asit-baz dengemiz “7,35 – 7,45” arasında sabit tutuluyor.
Ne var ki kan asit-baz dengesinin problemsiz olması, doku asit-baz dengesini tam ve net olarak yansıtamayabiliyor.
Diğer taraftan “yeni hayat” bize dayattığı “fast food’lar” ve “asit yüklü paketlenmiş besinler”i ile “asit havuzu içinde yüzeceksiniz” diye dayatıyor.
Oysa biraz dikkatli olabilsek, beslenme sistemimizde basit bazı değişiklikler yapabilsek, dahası “eski usul” besinlere dönebilsek konu hallolacak.
Çünkü bedenin asit yükünü artıran besinler kadar alkali yükünü güçlendirenler de var ve doğru olanı alkali gıdaları daha bol ve sık yiyip içmek...

KiM ASiT, KiM ALKALi?

Bir besinin içinde ne kadar fazla potasyum, kalsiyum, magnezyum gibi pozitif (artı) iyon varsa, o yiyecek o kadar alkalidir. Fosforu, kloru, kükürdü, iyodu, yani negatif (eksi) iyonları ne kadar çoksa o oranda asit oluşturur.

Yazının Devamını Oku

Şişmanlatan toksinlerin toplu listesi

9 Mayıs 2017
Daha çok yiyor, daha az hareket ediyoruz. Hepimiz “hata”da eşit de değiliz. Normal yiyip çok az hareket edenlerimiz, çok fazla yiyip pek az hareket edenlerimiz de var. Ama bütün bu “katmerli yanlışlar” bile başka yanlışların varlığını maskeleyemiyor. Ve zaten bu nedenle de sorunun çok fazla “başka” alt başlıkları da var. İşte onlardan bazıları...

Yediklerimiz çok “yanlış” şeyler. Özellikle “çöp karbonhidratlar” meselesi çok mühim.
Früktoz çöplüğü olduk. Sorun früktoz yani “meyve şekeri” ama asıl suç meyvelerde filan değil.
Meyvelerden kokusunu, tadını, rengini çalıp boyalarla taklit ettiğimiz çakma meyve sularında.
Sorun “meyve suyu” veya “soğuk çay” filan deyip güvenerek içtiğimiz früktoz bombalarında.
Çünkü o früktoz çakma bir früktoz! Toksik bir “yapay” sanayi ürünü.
Zavallı mısırı binbir kimyasal işleme tabi tutarak ürettiğimiz mısır nişastasından çevirme garip bir früktoz.
Ve o früktoz sadece meyve sularında, gazozlarda, kolalı içeceklerde, soğuk çaylarda yok, daha pek çok besin (!) früktoz kaynıyor.

Yazının Devamını Oku

Toksinler bizi nasıl şişmanlatıyor?

9 Mayıs 2017
Bir tarafta önünü alamadığımız “obezite salgını”, diğer tarafta tıka basa toksin yüklenmiş bir dünya var. Toksinlerin kimi kimyasal kimi duygusal! İstisnasız hepsinin beden ve ruhlarımızı toksin çöplüğüne dönüştürdüğü ise kesin. Obezite salgınının en yaygın görüldüğü ülkeler, bu ikili toksin kıskacının yoğun olduğu yerler. Peki metabolizmamızın düzenini bozan, hormonal dengemizin canına okuyan, ruhsal yapılanmamızı altüst edip bizi kaygılı, endişeli, depresif yapan bu toksinler olabilir mi? Rahatlıkla “olabilir” diyebiliriz. Obezite sorununun nedenlerini yeniden araştırmak istiyorsak yeni çözümlerden biri de toksinler olabilir. Şunu net olarak biliyoruz: Toksinler doğal arınma sistemlerimizi çalışamaz hale getirebiliyor. Metabolizmamızı bozabiliyor. Hormonal dengemizi etkiliyor. Ruhsal toksinler bizi huzursuz ederek “atıştırma manyağı” yapabiliyor. Kısacası muhtemeldir ki bir “toksik kilo” problemi var ve bizi biraz da toksinler yağlandırıyor. Hangileri mi? Buyurun…

AKLINIZDA OLSUN

SUÇLU TOKSİNLER HANGİLERİ?

- Nişasta bazlı früktoz

- Aşırı glüten yükü

- Ağır metal toksisitesi, mesela cıva!

- Alkol tüketiminin yaygınlaşması

- Probiyotik fakirliğine bağlı endotoksinler

- Giderek artan asit yükümüz

Yazının Devamını Oku

En büyük salgın: Obezite

8 Mayıs 2017
Şu kesin: “Fazla kilolu” olmak önemli bir sorun. “Obezite” çok mühim bir hastalık. “Kilo konusu”nun “estetik” veya “görsel” bir sorun, bir “hafifleme” tutkusu, bir “incelik” duygusu olmanın dışında “mühim” başka anlamları var. Ve şunu asla unutmayalım: Obezite dünyanın en yaygın hastalığı. İnsanlığın karşılaştığı en büyük “salgın hastalık” da “obezite” ve “fazla kilolu” olma hali. O halde sorunun cevabı net ve açık: Yeni bin yılın sağlık tehditlerinin ilk sırasında obezite var.

UNUTMAYIN

YAĞLAR ARTTIKÇA HASTALIKLAR ÇOĞALIYOR

Fazla kilolar bizi sadece yormuyor. Yalnızca şeklimizi bozmuyor! Mesela “şeker hastası” da yapıyor. Son yirmi yılda yaşadığımız diyabet patlamasının sebebi o! Tansiyonumuzu da yükseltiyor. “Hipertansiyon”lularımızın sayısının korkutucu bir hızla artmasını da yine ona borçluyuz! Ellisini geçen her dört erkekten ve her üç kadından birinin dizindeki ya da kalçasında, belindeki “romatizmal” ağrılardan yakınmasının sebebi de fazla kilolar. Bitmedi! “Bunama”ların sıklaşmasında, “Alzheimer” hastalarının artmasında, bazı “kanser” türlerinin (meme, karaciğer) sıklaşmasında da onun payı var. Peki bu hastalıkları alt alta yazınca sağlık harcamalarımızın yüzde kaçı ediyor? En az yarısı ve belki de daha fazlası. 

ÖNEMLİ

KİLO MATEMATİĞİ İŞE YARAMIYOR

Pek çok konuda olduğu gibi “kilo sorunu” ve “obezite” meselesinde de eski yaklaşımlar yetmiyor. Yeni ve farklı yaklaşımlar gerekiyor. Nedeni mevcut verilerin, bilgi ve bulguların bize “Yanılıyorsunuz” demesi. Mesela “kilo matematiği” dediğimiz ve ben dahil hepimizin yıllardır ezberlediği bir mihenk taşı bilgide böyle bir durumun varlığı kesinleşti. Şimdi artık “7000-7500 kaloriyi fazladan kazanırsan bedeninde bir kilo yağ depolarsın. Aynı miktarı kaloriyi eksik alır ya da egzersiz ile harcarsan bir kilo kaybedersin” yaklaşımının en azından “herkes” için, her kilo dertlisi için geçerli olmadığı anlaşıldı. Yeni, farklı, hem de çok farklı, “ezber bozan” şeyler öğrendik.

ÖNEMLİ SORU

O KALORİNİN KAYNAĞI NE?

Yazının Devamını Oku

Karaciğerim sağlam mı?

6 Mayıs 2017
“Karaciğerim sağlam!” diyebilmeniz için sadece kanda SGOT, SGPT ve GGT enzimlerinin seviyelerinin normal düzeydeolması yetmez. Bu enzimlerin normal olmasına güvenemezsiniz, başka verilere de ihtiyaç duyarsınız. Nedenine gelince...

 Bu güzel cumartesi sabahında keyfinizi kaçırmak istemem ama size tatsız bir haberim var: Karaciğer hastalıkları, özellikle de “yağlı karaciğer” ve bunun yol açtığı “yağlanmaya bağlı iltihaplanma” yani “steato hepatitis” problemi en sonunda bizde de sık görülen sağlık sorunları listesine girdi.
İşin kötüsü çoğumuz onun varlığının ve öneminin yeteri kadar farkında da değiliz. Özellikle karaciğer yağlanması probleminin varlığını nasıl anlayıp onunla nasıl mücadele edeceğimizden habersiziz.
Bir kere şu nokta çok mühim: Karaciğer yağlanması ya da iltihaplanmasının en önemli nedenleri alkol kullanımı ve hepatit virüsleridir ama şimdilerde en az bunlar kadar mühim bir başka tehlike daha bu ikiliye eklenmiştir: İnsülin direnci!
İnsülin direnci olanların yarıdan fazlasının –hatta tamamına yakınının- karaciğerleri az veya çok yağlı. Bir bölümünün ise hem yağlı, hem iltihaplı.
Ne var ki rutin ve klasikleşmiş sağlık tarama testlerinde –yani ticari check-up programlarında- karaciğerde bir problemin var olup olmadığını anlamak için öngörülen standart yaklaşım sadece kanda SGOT, SGPT ve GGT enzimlerinin seviyelerine bakmaktan ibarettir ve bu son derece yanlış bir tutumdur.
Müthiş eksik ve çok hatalı bir yaklaşımdır.
“Karaciğerim sağlam!” diyebilmeniz için sadece bu enzimlerin normal olmasına güvenemezsiniz, başka verilere de ihtiyaç duyarsınız.

Yazının Devamını Oku

Her tiroit nodülü ameliyat edilmez

5 Mayıs 2017
Her nodül ameliyat edilmez. Eğer size “Nodülünüz var, ameliyat olmalısınız” denirse, önce bir ikinci görüş alın, biyopsi yapılmadan ameliyat olmayı da kabul etmeyin.

 Tiroit bezi hastalıkları sık görülen sağlık sorunlarından biri. Özellikle basit guatrlara, kadınlarımızda çok sık rastlanır.
Bu kadınların bir bölümünde guatr sorununa tiroit nodül veya nodülleri de iştirak eder.
Nodüller söz konusu olduğu zaman artık isim değişmiş, sorun “nodüler guatr” tanımını almıştır.
Peki bu nodüller her zaman ameliyat edilmeli mi? Kesinlikle hayır.
Belirli bazı durumlar söz konusu olmadığı sürece tiroit nodüllerini, nodülün bulunduğu tiroit bölümünü ya da tiroit bezinin tamamını ameliyatla çıkarmak gerekmez.
Nodüllere cerrahi girişimin düşünüldüğü durumların çoğu o nodülde bir kanserin geliştiği ya da kanser öncesi hücrelerin varlığının tespit edildiği hallerdir.
Nodülün çok sert ve hareketsiz olması, 1 santimden daha fazla büyümesi, ses kısıklığı ve yutkunma zorluğuna sebep olması, yanındaki komşu lenf bezlerini de şişirip büyütmesi, hızlı bir büyüme ve gelişim göstermesi o nodülde kanser yönünden şüphe uyandırır.

Yazının Devamını Oku

5 SORU 5 CEVAP

4 Mayıs 2017
Sağlığımızın yönetilebilir bir “varlık”, sürdürülebilir bir “değer”, özen gösterilmesi gereken bir “mücevher” olduğunu çoğumuz -biraz gecikerek de olsa- öğrendik. Bu nedenle de eskiye oranla daha bir dikkatli, özenli ve bilgiliyiz. Ne var ki hayatın pek çok alanı gibi bu alanda da ciddi bir bilgi kirliliği var. İşte bu nedenle sizden gelen sorular bizim için çok önemli. Bugün sayfamızı yine sizden gelen sorulara ayırdık. Bu sorular sayesinde “yanlış bilinen doğrular” ve “doğru sanılan yanlışlar”ı gündeme getirebiliyoruz. İşte sizden gelen o sorulardan bazıları ve yanıtlarımız...

 Keten tohumundan nasıl faydalanmalı?

Keten tohumu bitkisel omega-3 kaynaklarının en mühimlerinden. Çok çok güçlü bir alfa linolenik asit (ALA) kaynağı. Üstelik ucuz bir doğal ilaç.
Tabii ki her ilaç gibi onun da bir “kullanım şartnamesi” var. Mesela birden bire fazla miktarda keten tohumu yuttuğunuzda gaz, şişkinlik, hatta ishal problemi ile karşılaşabilirsiniz. Bu nedenle dozu yavaş yavaş artırmak gerekiyor.
Ayrıca doğal haliyle değil, öğütüldükten sonra kullanmanız lazım. Tam da burada “temizlik” konusu gündeme geliyor. Üzerindeki muhtemel kirleri temizlemek için önce sudan geçirmeniz, ardından kızgın bir tavada hızla -kavrulmasına fırsat vermeden- kuruttuktan sonra öğütmeniz lazım.
Önemli bir bilgi de şu: Keten tohumundaki ALA’nın karaciğerde EPA ve DHA’ya, yani omega-3’e çevrilme oranı yüzde 3-5’i geçmiyor. Anlamı şu: Sadece keten tohumu kullanarak ya da keten tohumu yağından istifade ederek omega-3 eksiğinizi kapatmanız mümkün değil.
Birkaç mühim ayrıntı daha: Keten tohumu çabuk oksitlenen bir yağ yapısına sahip. Kendini de, tozunu da, yağını da dikkatle saklamanız önemli.

Omega-3 yağlarından ne zaman faydalanmalı? 

Omega-3 içeren gıdaları sabah, öğlen ya da akşam tüketmeniz fark etmiyor, siz onları ne zaman tüketirseniz tüketin bedeninize giren her bitkisel veya hayvansal omega-3 mutlaka işe yarıyor.

Yazının Devamını Oku

Burun kanamasının gözden kaçan 5 nedeni

3 Mayıs 2017
Burnumuz kanadığında çoğumuz gereksiz yere telaşlanıp korkarız. Oysa çoğu zaman korkacak/telaşlanacak bir durum yoktur. Eğer “burun kanatan nedenler nelerdir?” diye merak ediyorsanız işte kısa bir özet...

 Dizlerimiz ağrır, kafamıza takmayız. Belimiz tutulur, ciddiye almayız. Kulağımız aylarca uğuldayıp durur, bir doktora görünmek aklımıza bile gelmez ama sorun burun kanamasıysa iş ya doktorda ya da acilde biter. 

Evet, burnumuz kanadığında çoğumuz gereksiz yere telaşlanıp korkarız. Oysa çoğu zaman korkacak/telaşlanacak bir durum yoktur. Burnumuzda biriken sertleşmiş yapılar, sert ve güçlü burun silmeler, kuru, rutubetsiz ortamlar ya da basit enfeksiyonlardır burnumuzu kanatan.
Eğer “burun kanatan nedenler nelerdir?” diye merak ediyorsanız işte kısa bir özet...
1- Ortam havasının kuruluğu: Kuru hava, en çok rastlanan burun kanaması nedenleri arasındadır. Burun içini kaplayan mukoza adlı tabaka kurur, kanamaya ve enfeksiyona karşı duyarlı hale gelir. Çok soğuk havalarda da burun mukozasının kuruyup çatlaması sonucunda kişilerde burun kanaması görülebilir.
2- Sert ve güçlü burun silme: Tıkalı burnumuzu açıp rahatlamak için var gücümüzle sümkürmeye çalıştığımızda burun damarlarımızın çatlayıp kanamasına neden olabiliriz.
Burun tıkanıklığı ne kadar rahatsız edici olursa olsun burnu fazla zorlamamakta fayda olduğunu hatırlatalım.
3- Kan basıncının yükselmesi: Yüksek tansiyonun belirtileri arasında burun kanaması da yer alır. Çoğu kez hiçbir belirti vermeyen yüksek tansiyon bazı kişilerde, özellikle de aniden hızla yükseldiğinde ciddi baş ağrısı, bulantı ve kusma, hatta burun kanaması ile ortaya çıkabilir.

Yazının Devamını Oku