Üzüm çekirdeği çok güçlü bir antioksidan. Mükemmel bir damar dostu. Damar yaşlanmasının etkili frenlerinden biri. Bu sayede kalp krizi ve felç olasılığını önemli ölçüde azaltıyor.
Ayrıca mükemmel bir cilt dostu. Kolajen üretimini destekliyor, cilt yaşlanmasına karşı da adeta bir el freni görevi üstleniyor.
Zerdeçala gelince... Onun marifetlerini sanırım hepimiz çoktan öğrendik. Özellikle iltihap baskılayıcı gücünün farkına çoktan vardık. Damar dostu, bellek destekleyici ve eklem yaşlanmasını engelleyici güçlerini de çoktan öğrendik.
Peki ne yapmalı?
Aktara gidip taze üzüm çekirdeği ve zerdeçal alıp evde üzüm çekirdeği ve zerdeçal tozu üretmeli (blender veya kahve değirmeni işinize yarayabilir). Yarım bardak yoğurda bir çay kaşığı üzüm çekirdeği, bir tatlı kaşığı toz zerdeçal ve bir tutam karabiber ilave edip üzerine bir çay kaşığı kadar sızma zeytinyağı ilave ettikten sonra karıştırıp her gün afiyetle yemeli.
Uzamış keder hasta eder
Hepimiz can sıkıcı sorunlar, üzücü problemler, kayıplarla karşılaşabiliyoruz. Bu süreçler ruhsal dünyamıza “keder” duygusu olarak yansıyor.
Peki bu iş nasıl yönetilmeli?
“Minimum zarar, maksimum yarar” ilkesi ilaç konusunda nasıl sürdürülmeli?
Daha önce de yazdım: İlaçlar iki tarafı keskin bıçaklar.
Faydaları da var, yan etkileri, hatta zararları da.
Eğer “dikkatli” kullanılırlarsa genelde ciddi bir sorun ortaya çıkmıyor.
Prensip olarak da ilaç kullanmak zorunda kalan herkesin ve o ilacı yazan her doktorun bu süreci ciddiye alması gerekiyor. Bu ciddiyet öncelikle bilgilenmekten yani o ilacı usulüne göre kullanmaktan geçiyor.
“Peki, nedir o usuller, o adaplar?” diyorsanız buyurun...
10 maddede ilaç kullanma kılavuzu
Her ramazan tekrarladığımız bir yanlış var. Bu güzel ayı her yıl bir “yeme içme festivali” haline getiriyoruz. Oysa onun kendi ritüelleri, yüzlerce yıllık gelenek ve görenekleri içinde böyle bir şey yok.
Tam tersine merkeze “nefis terbiyesi” konulduğundan “daha çok”a değil, “daha az”a odaklanmanın hedeflendiği, bedeni değil ruhu beslemenin öncelendiği bir zaman dilimi bu ay.
Bu yıl da “beden ve ruhu iyileştirme” konusunu bir kenara bırakıp yine aynı telden çalmaya, “ne yiyelim içelim” tartışmaları yapmaya başladık.
Bu yıl gündemimizde pide, hurma ve zeytin var. Önce pideden başlayalım.
Eğer insülin direnci, obezite, şeker hastalığı, glüten intoleransı veya glüten alerjisi gibi ciddi bir sağlık probleminiz yoksa orucunuzu bir parça sıcacık pide ile açmanızda herhangi bir sakınca olmayacağı kesindir.
Hurma ile oruç açmamak gerektiği iddiasına gelince...
Doğrudur, hurma glisemik yükü güçlü bir besindir.
Bilindiği gibi yüzde 70’in üzerinde kakao içeren bitter çikolatalar daha çok antioksidan, proantisiyanidin ve bol bol polifenol içeriyor. Yüzde 80-90’lık bir bitter çikolatanın 25-30 gramında bir fincan yeşil çaydan 2-3 kat daha fazla antioksidan güç var.
İşte bu antioksidan güç kanserleri önlemede, iltihabi süreçleri frenlemede oldukça etkili.
Kısacası maharet çikolatada değil, çikolatanın içindeki kakaonun yoğunluğunda.
Aklınızda olsun: Çikolata bitter olunca kalorisi de düşüyor, tok tutucu ve iştah kesici etkisi ise zirveye çıkıyor.
Ama siz yine de şunu sakın unutmayın: Çikolatanın süt ile karıştırılması, içine palmiye yağı, şeker vb. eklemelerin yapılması bu gücü sıfıra indirebiliyor.
Hatta onu zararlı besinler kategorisine bile sokuyor.
Peki ne yapmalı?
Früktoz tartışmaları mısır nişastasından elde edilen “çakma früktoz”un yani “nişasta bazlı früktoz”un zararları anlaşıldıktan sonra başladı.
Tamam, bazı meyvelerde fazlaca früktoz var. Tamam, früktozun fazlası karaciğerimizi yağlandırıyor. Tamam, früktozdan zengin beslenme kanda şeker, insülin dengesini bozarak bize kilo aldırabiliyor.
Ama sadece içindeki doğal früktoz nedeniyle meyvelerden vazgeçmemiz de gerekmiyor.
Ayrıca meyvelerin yoğun posa yapısı sayesinde içlerindeki früktozun kana daha yavaş ve daha kontrollü karıştığı da kesin.
Peki ne yapmalıyız? Yanıtları aşağıdaki kutuda özetledim.
Meyve yemek için8 mühim sebep
◊ Meyveler tıka basa vitamin ve mineral yüklü. Özellikle C vitamininin, B vitaminlerinin ve potasyum, magnezyum gibi minerallerin en zengin kaynakları meyveler.
Ama üzülmeyin, mükemmel bir metabolik organizasyonunuz var, yeni ritme intibakınız bir haftayı geçmez. Dolayısıyla orucun ilk günlerinde yaşayabileceğiniz bazı sorunlar kısa bir süre sonra ortadan kalkar. Sonrası mı? Su gibi akıp gider. Ama yine de siz şu dört ayrıntıya dikkat edin…
KAN ŞEKERİ AYARINIZ: Orucunuzun ilk günlerinde sahur-iftar arasındaki uzun açlık döneminde kan şekeriniz düşebilir. Baş ağrıları, yorgunluk, halsizlik, sinirlilik, uyku hali gibi belirtiler bu düşüşün işaretleridir. Şeker hastasıysanız bu konuda daha da dikkatli olunuz. Sahur beslenme planınızı gözden geçirmeniz ve ilaçlarınızda gerekli ayarlamaları yapmanız yetecektir.
KABIZLIK PROBLEMİNİZ: İlk günlerde yaşayabileceğiniz değişimlerden biri de kabızlık sorunudur. Eğer kabızlık kapınızı çalarsa iftar mönülerinize kuru kayısı, siyah erik ve bir çay kaşığı kadar toz keten tohumu eklemeyi, iftar ve/veya sahurda kefirden faydalanmayı düşünebilirsiniz.
UYKU DÜZENİNİZ: İlk haftadan en çok etkilenen süreçlerden biri de muhtemelen uykunuz olacak. Her akşam alıştığınız saatte yatıp sonra sabaha karşı sahur için uyanmak ve bir şeyler yedikten sonra yeniden uykuya geçebilmek başlangıç için pek kolay olmayabilir. Telaşlanmanıza gerek yok. Uyku adaptasyonu da en geç bir hafta içinde sağlanıyor.
KAZA YAPMA EĞİLİMİNİZ: Kan şekerinin düşmesi, bu duruma susuzluk, tansiyon seviyelerinin azalması da eklendiğinde dikkat dağınıklığı, kafa karışıklığı ve yorgunluk ilk haftada iş ve trafik kazalarına zemin hazırlayabiliyor. Bu gibi problemlere özellikle sahuru atlayanlarda sık rastlanıyor. Unutmayın, sahursuz ramazan olmaz, oruç hakkıyla tutulmaz.
BANA GÖRE
HARVARD’LI DOKTORA KULAK VERİN
Dr.
Sahursuz oruç olmaz
Bugün mübarek ramazan ayının ilk günü. Umarım dün gece sahura kalkıp güçlü ve keyifli bir sahur kahvaltısı yaptınız ve orucunuza niyetlendiniz.
Sahur meselesi özellikle sağlık bakımından son derece önemli. Ne var ki “sahuru atlamak” ramazanda en sık düştüğümüz hatalardan biri.
Çoğumuz iftar sonrasında yiyip içtiklerimizle yatağa girip neredeyse 18-20 saatlik çok uzun bir süreyi aç geçirerek orucumuzu tutuyoruz.
Oysa bu durum metabolizmamız açısından hiç de uygun değil. Özellikle kan şeker dengesinde ciddi değişimlere yol açıyor.
Neticede de bizi yorgun, bitkin, başı ağrıyan, uyuklayan, çarpıntı ve sinirlilik ataklarına zemin hazırlayan bir oruç günü bekliyor. Tekrar hatırlatalım: SAHURSUZ ORUÇ SAĞLIKSIZ ORUÇ demektir.
Tok tutan 10 sahur seçeneği
1- Yumurta: Vazgeçilmez ve ilk sahur seçeneklerinden biridir. En doğrusu onu omlet olarak ya da menemen gibi sebzelerle zenginleştirerek tüketmektir. Haşlanmış yumurtaya yoğurt ekleyerek de mükemmel bir sahur öğünü oluşturabilirsiniz.
◊ Vücut yağ oranı yüksek olanların çoğunda D vitamini seviyeleri düşük bulunmuş.
◊ Obezite ile azalmış D vitamini seviyeleri arasında bir bağlantının olabileceği birçok çalışmada gösterilmiş.
◊ D vitamini eksikliği tedavi edilenlerde kilo yönetimi programlarından daha iyi netice alınmış, fazla yağlar daha hızlı kaybedilmiş.
◊ D vitamini eksikliği dikkate alınmadan uygulanan programlarda ise kilo direnci sorunu ile karşılaşılmış.
Özeti şudur: Yeteri kadar D vitamininiz yoksa eğer kilo almanız kolaylaşır. Eksikliği tamamladığınızda ise kilo kaybı süratlenir.
Trigliseridi azaltmanın 10 kolay yolu
Sağlıklı birinin kan trigliserid düzeylerini 100’ün altında tutmasında fayda var. 150 üst rakam kabul ediliyor, 200’den sonrasına müdahale etmek gerekiyor. Eğer bu rakamların üstünde bir trigliserid düzeyiniz varsa yapmanız gereken ilk 10 iş şu olmalı:
1- Şeker kullanımınızı minimuma indirin. Kahveye, çaya şeker eklemeyin. Tatlılara veda edin.