Osman Müftüoğlu

“Tükendim, tükendim, tükendim artık...” diyorsanız

13 Haziran 2017
Rahmetli Kayahan’ın o çok sevilen şarkısındaki bu dize, günümüzün en sık karşılaşılan sağlık yakınmalarından birinin de tarifi gibi. O yakınmanın tıbbi adı “Tükenmişlik Sendromu”... Peki nedir bu sorunun aslı? Kaynağı nedir bu “bitmişlik” durumunun?

Sanılanın aksine bu derin ve iflah olmaz yorgunluğun sebebi, sabahtan akşama “kol gücü ile çalışmak” yani “balta ile odun kesmek” ya da “çapa ile tarlada ter dökmek” değildir. Sorunun kökleri çok daha derinlerde bir yerde, beyindedir.
Yorgun düşen, üzerindeki yükü kaldıramayan beyniniz size “Biraz dur, bir nefeslen, azıcık ara ver de kendime geleyim!” demektedir. Peki çaresi yok mudur? Merak ediyorsanız eğer buyurun...
Not: Yazının hazırlanmasında ve planlanmasında Türkiye Psychologies dergisinden istifade ettim. Dergi mükemmel. Yayıncılarını ve yazarlarını kutluyorum. Sağlık sorunlarımızın çoğunun salt beden odaklı kalınarak çözülemeyeceğini sık sık dile getiren bir hekim olarak da tüm okurlara tavsiye ediyorum.


AKLINIZDA OLSUN

TÜKENMiŞLiĞiN 10 iŞARETi

* Uyanır uyanmaz hissedilen derin halsizlik duygusu

Yazının Devamını Oku

Unutkanlık alarmının zamanı geldi mi?

12 Haziran 2017
UNUTKANLIKLA başı belaya girenlerin sayısı artıyor, neredeyse her üç yetişkinden biri “Bende de unutkanlık başladı” diyor. Peki sorun bu kadar yaygın mı?

Önce şu bilginin altını bir çizelim: Unutkanlık sorunu yaşayanların ne kadarında gerçek bir beyin hasarı var, ne kadarı psikolojik sorunları veya dalgınlık problemi nedeniyle unutkanlığa paçasını kaptırmış bu net ve açık olarak bilinmiyor. Bilinen şu: Yaşlılık zaten başlı başına bir unutkanlık sebebi. Kimi yaşlı, damar sertliğine bağlı sorunlar kimi de Alzheimer hastalığı nedeniyle yaşı ilerledikçe daha çok unutuyor. Peki unutkanların sayısı bu kadar fazlaysa ve giderek de artıyorsa bir unutkanlık alarmı vermenin zamanı geldi mi? Bence hayır! Çünkü “Unutkanım” diyenlerin çoğunun sorunu beyinlerinde değil, düşünce sistemlerinde ya da bazı maddelerle ilişkili eksikliklerinde. Ama yine de şunu unutmayalım: Unutkanlık sorunu ile önümüzdeki günlerde daha sık karşılaşacağız. Sevdiğimiz bir büyüğümüzün, bir can dostumuzun, can arkadaşımızın, akrabamızın, komşumuzun bu tatsız sorunla mücadele ettiğine daha sık şahit olacağız. Ve muhtemelen günün birinde biz de bu sorunla yüzleşmek zorunda kalacağız. Söz unutkanlıktan açılmışken gelin “Neden daha çok unutkan olduk?” sorusuna yanıt aramak ve “Alzheimer’ın ilk on uyarısı”nı yeniden hatırlamak için diğer kutulara bir göz atalım.

NEDEN DAHA ÇOK UNUTKAN OLDUK

Ömür süremiz uzadı. Yaşlanan beynin doğal olarak zaten belirli bir kapasite kaybı yaşayacağını kabul ediyoruz.

- Stres ve depresyon gibi bellek tehdidi ruhsal problemler yaygınlaştı. Özellikle depresyon bilinen en tehlikeli bellek düşmanı.

- Beslenme yanlışlarımız çoğaldı. Yeni hayat bizi B12, omega-3 ve D vitamini fakiri yaptı. Bununla da yetinmedi  beyinlerimizi ciddi bir şeker ve trans yağ bombardımanı ile baş başa bıraktı.

- Kilo sorunu ve insülin direnci yaşayanlar çoğaldı. Unutmayın bel kalınlaştıkça beyin küçülüyor. İnsülin direnci ve obezite ile Alzheimer arasında da bir bağlantının olabileceği söyleniyor.

-

Yazının Devamını Oku

Bacak ve kalça sıkılaştırmanın en kolay yolu hangisi?

10 Haziran 2017
Aktivite uzmanları ve egzersiz fizyolojistlerine göre bacak ve kalça sıkılaştırmanın sırrı, squat yani çömelme hareketlerinde.

 Yaş ilerledikçe bacak ve kalça bölümünde meydana gelen sarkmalar, özellikle kadınlar için önemli bir estetik problem. Peki bu tatsız görüntüyü önlemek mümkün mü?
Aktivite uzmanları ve egzersiz fizyolojistleri bu soruyu “Evet, mümkün!” diye yanıtlıyor. “Squat” yani “çömelme” hareketlerinin ise bu işin sırrı olduğunun altını çiziyorlar.
Yapmanız gereken, bu hareketleri giderek artan sayılarla önce 10, sonra 15 ve nihayet 20-30’luk tekrarlar halinde günde 2-3, hatta 4’lük setler halinde her gün tekrarlamanız.
Bizim de bu yönde mükemmel gözlemlerimiz var ve “Yaşasın Hayat” ekibinin tavsiyesi şu:
Ayaklarınızda spor ayakkabılar ve üzerinizde spor kıyafetler olursa daha iyi ama bunlar olmasa bile hareketi doğru yapmayı unutmayın:
Ayaklarınız kalça ve omuz genişliğinde açık durumda olsun. Ayak parmaklarınız tam karşıya baksın. Denge sağlamak için kollarınızı düz bir şekilde öne doğru uzatıp kalçanızı oturur pozisyona doğru alçaltın. Kalçanızı yere doğru eğerken dizlerinizin ön yüzünün ayak başparmaklarınızın hizasını geçmediğinden de emin olun.
Tekrarları bakışlarınız tam karşıda, göğsünüz düz bir pozisyonda sürdürün.

Yazının Devamını Oku

Ölümsüzlük mü yoksa kanser mi?

9 Haziran 2017
Yaşlanmanın biyolojisi hakkında bildiklerimiz sürekli değişiyor ve neredeyse her gün yeni bir şey öğreniyoruz. Özellikle “telomer” ve “telomeraz” enziminin keşfi yaşlılığa ilişkin stratejilerimizde mühim değişikliklere yol açtı.

 İsterseniz önce telomer konusunu yeniden bir hatırlayalım:
“Telomer”, DNA materyalinin uç kısımlarını kaplayan ve koruyan, DNA’da saklanan kalıtımsal/genetik materyalin/bilgilerin/varlıkların yıpranmasını önleyip azaltan, kısacası “her şeyimiz” diyebileceğimiz
kromozomlarımızın sabit ve
sağlam durmasını sağlayan çok özel yapıdır.
Ayakkabı bağlarımızı DNA gibi düşünürsek eğer, telomerler o bağların ucundaki sert plastik yapılı koruyucu uç materyaller gibidir.
Normal halde hücrenin her bölünmesinde o materyalin yani telomerin ucu biraz kısalır.
Kısalma kritik bir düzeye geldiğinde de hücre gücünü, kuvvetini, fonksiyonunu yürütemez, bölünüp çoğalamaz

Yazının Devamını Oku

Hedefiniz uzun değil iyi yaşamak olsun

8 Haziran 2017
Ömrümüz uzuyor. Fakat ömrün uzayan kısmı maalesef gençlik veya orta yaş dönemi değil, yaşlılık bölümü. Bu da daha fazla yaşlılık problemi anlamına geliyor.

Ömrümüz uzuyor, bu kesin. Ömür uzamasının tek sebebinin modern tıptaki gelişmeler olmadığı da kesin.
Daha temiz, daha hijyenik, koşulları daha iyi bir ortamda yaşamak, eğitim ve ekonomik düzeyi yüksek bireyler (ve toplumlar) haline gelmek ve daha pek çok faktör de bu “uzun yaşam” meselesini etkiliyor.
Ne var ki ömrümüzün uzayan kısmı (maalesef) gençlik veya orta yaş dönemi değil, yaşlılık bölümü oluyor. Bu da daha fazla yaşlılık problemi anlamına geliyor. (Bellek sorunu, tansiyon yüksekliği, şeker hastalığı, eklem problemi, uykusuzluk...)
Yaşlılık problemleriyle mücadeleyi bilmediğiniz zaman da o uzun yaşam “keyifsiz, problemli, hatta hastalıklı” bir zaman dilimi haline dönüşüyor.
İşte bu nedenle sadece uzun yaşama değil, iyi yaşama, kaliteli hayata, iyi yaşlanmaya odaklanmamızda fayda var. Bunun için de elimizde mucize bir anahtar yok. İşin içine doğru beslenme de giriyor, yeteri kadar aktif bir hayat sürmek de. İyi uyku da giriyor, stresten, gerginlikten uzak keyifli bir hayat sürmek de. Hastalıklardan korunmak da giriyor, sağlık sorunlarını erken ve zamanında teşhis edip doğru tedaviler olabilmek de.
Bütün bu işleri yaparken bedeni ve ruhu bir arada tutmak, mümkün olduğu ölçüde de hem “bilimin yol göstericiliğinden” faydalanmak ve hem de “gelenekselin bilgeliğinden” istifade etmek genel kuralımız olmalı. 

Yazının Devamını Oku

Koşmaya izin mi çıktı?

7 Haziran 2017
Benim egzersiz yaklaşımımda “koşmak” değil, “yürümek” var. Koşmayı değil, yürümeyi tavsiye ediyorum. Geçtiğimiz hafta Bodrum uçağında karşılaştığım bir okurum “Hocam koşmaya izin mi çıktı?” dedi ve ekledi: “Daha önce koşmaya karşıydınız, sanki şimdi biraz daha sıcak bakıyorsunuz, yazılarınızda böyle bir algı var”. Bakın ona neler anlattım...

KOŞUNUN UZUNU NEDEN SORUNLU

Koşmak genetik hafıza kaydımızda sadece “kısa süreli” faaliyetlerimiz için var. Koşmak genetik hafıza kaydımızda sadece “kısa süreli” faaliyetlerimiz için var. 

Bir şeyden kaçarken, birini kovalarken, ulaşacağımız yere ulaşmada zaman sıkıntısı çekerken kısa süreli koşuları insanlık tarihi boyunca hep yaptık. 

Bu koşular için de bize sadece kaslarımız, kirişlerimiz ve mitokondrilerimiz yardımcı olmadı. Her seferinde böbreküstü bezlerimiz de anında devreye girdi. 

Bize daha fazla “gaz verebilmek”, bizi daha fazla “motive” edip güçlendirmek için “stres reaksiyonlarını” devreye soktu, sistemlerimize kortizol ve adrenerjik hormon pompaladı.

Bu tür kısa süreli kortizol banyolarından zarar gördüğümüz söylenemez ama koşuyu uzatırsak, yani bu kısa süreli hormonal duşları “kortizol yağmurları” haline getirirsek, bedenimizde iyi şeyler olmaz. 

Yazının Devamını Oku

Tansiyonum neden sık sık oynuyor?

6 Haziran 2017
Basit ve ucuz cihazlar sayesinde herkes kendi kan basıncını evinde ölçebiliyor. Ancak arada bir kafa karıştırıcı durumlar ortaya çıkıyor. Örneğin gün içinde yapılan ölçümler farklılık gösterebiliyor. Peki ama neden?

 Kan basıncı ölçümlerinin taşınabilir tansiyon aletleri sayesinde kolaylaşması, tansiyon takibini sizin için de, bizim için de oldukça rahat hale getirdi.
Bu basit ve ucuz cihazlar sayesinde herkes kendi kan basıncını evinde kendi ölçebiliyor.
Bu iyi de arada bir “kafa karıştırıcı” durumlar da ortaya çıkabiliyor. Bunlardan biri de aynı gün içinde yapılan ölçümlerin bile farklılık göstermesi.
Aslında bu normal bir durum. Kan basıncımız bir günden diğer güne, hatta aynı gün içinde bile oynamalar gösterebiliyor. Bu oynamalar büyük tansiyon için (sistolik) 3-4, küçük tansiyon için (diasitolik) 2-3 cm/Hg civarında dahi olabiliyor.
Peki neden? Buyurun...
* Ayakta ve konuşurken yaptığınız ölçümlerde tansiyonunuzu daha yüksek bulabilirsiniz.
* Dinlenip uzanırken yapılan ölçümler ise daha düşük çıkar.

Yazının Devamını Oku

Öksürmek kalp krizini önler mi?

5 Haziran 2017
İNTERNETTE paylaşılan bazı sağlık bilgileri var. Bunları değerlendirirken lütfen dikkatli olun.

Sağlığınızı bu bilgilerle yönetmeye de kalkmayın! Yoksa başınız fena halde belaya girebilir. Çünkü bu bilgilerin çoğu eksik, hatalı ya da çakma (!) şeyler. Önemli bir ayrıntı da şu: Bu öneriler “acil durumda yapılacaklar”dan biriyse daha da tedbirli olun. “İnternet doktoru” ile sorunlarına çare ararken, sağlık problemleri “Google Amca, Yahoo Teyze veya Yandex Bey”ile çözerken sağlığı daha da bozulan pek çok insan var. Bu gibi riskli internet önerilerinden biri bugünlerde pek gündemde. Herkesin birbirine gönderdiği o mesajda önce “Kalp krizine karşı nasıl önlem alırsınız?” diye soruluyor. Sonra da ardına ‘kısa bir hikâye’ eklenip önünüze dikkat çekici bir ‘çözüm’ konuluyor. Çözüm şu: Kalp krizine karşı öksürük! Bu mesaj Ertuğrul Özkök’e de ulaşmış. Birkaç gün önce beni aradı ve sordu: “Hocam, bu mesaj doğru mu?” Detaylar için buyurunuz…

ÖN BİLGİ

O MESAJDA NE YAZIYOR?

Önce mesajı bir gözden geçirelim…

“Diyelim ki saat 18.15 ve zorlu bir iş gününden sonra arabanızla (yalnız başınıza) eve dönüyorsunuz. Gerçekten yorulduğunuz, sıkıldığınız ve çileden çıktığınız bir gününüzdesiniz. Birden göğsünüzde başlayıp kolunuza ve çenenize doğru ilerleyen şiddetli bir ağrı. Evinize en yakın hastaneden sadece 10 km uzaklıktasınız, fakat o mesafeye bile ulaşıp ulaşamayacağınızdan emin değilsiniz. Ne yapabilirsiniz? Kalp masajı konusunda belki eğitim de almıştınız ama size öğreten şahıs, muhtemelen bu masajı kendi kendinize nasıl yapabileceğinizi öğretmedi… Son zamanlarda bir sürü insan kalp krizine yalnız başınayken yakalanmaktadır. Yardım olmaksızın, normal kalp atışı bozkardeş ve baygınlık hisseden bir insanın bilincini yitirmeden önce sadece 10 saniyesi vardır. Bu durumda kalan şahıslar kendilerine, devamlı ve şiddetli bir şekilde öksürerek yardımcı olabilirler. Her öksürükten önce derin bir nefes alınmalı ve öksürük sanki göğüs derinliğinden balgam çıkarmak istercesine derin ve uzun olmalıdır. Derin nefes alma ve öksürük, yardım gelene ya da kalp normal ritmine geri dönene kadar, durmaksızın her iki saniyede bir olacak şekilde devam etmelidir. Derin nefes alma akciğerlere oksijen ulaştırırken, öksürük hareketi kalbi sıkıştırarak kanın dolaşımını sürdürür. Kalp üzerindeki sıkıştırma hareketi aynı zamanda kalbin normal ritmine dönmesine de yardımcı olur. Bu şekilde, kalp krizine maruz kalan kişi, kendisini bir hastaneye ulaştırabilir.”

DOĞRU BİLGİ

KRİZDE ÖKSÜRMEK HAYATA DÖNDÜRÜR MÜ YOKSA ÖLDÜRÜR MÜ?

Ertuğrul Özkök’ten gelen mesajı alınca önce Kardiyolog Dr. Murat Kınıkoğlu’nu aradım. Dr. Kınıkoğlu özetle şunları anlattı: “Öksürürken göğüs boşluğu içindeki basınç artar, bu da beyne giden kanın bir-iki saniye süreyle artmasına neden olur. Aynı şekilde hastada bir ritim bozukluğu varsa (fibrilasyon veya taşikardi) öksürmek –küçük bir ihtimalle- ritmi düzeltebilir. Ancak öksürmenin olumsuz etkileri olumlu etkisinden fazladır. Bir kere “öksürük senkopu” dediğimiz bir şey vardır, öksürmek bizatihi kendisi bayılmaya neden olabilir. Kalp krizi nedeniyle tansiyonu zaten düşme eğiliminde olan bir kişiyi daha da riske sokmak demektir. Daha önemlisi öksürme çabası bir efor gerektirir. Kalp krizi geçiren bir kişide kalbin yükünü azaltmak gerekirken gereksiz yere öksürmeye zorlamak yangına benzin dökmek olur. Bu tip konularda internette ahkâm kesmeden önce saygın bilimsel kuruluşların ne dediğine bakmak gerekir.

Yazının Devamını Oku