Geçtiğimiz günlerde kahveyle ilişkili bilimsel bir çalışmanın sonuçları yayınlandı. O araştırmadaki bulgulara dayanılarak da medyada “düzenli kahve içenlerin daha uzun ömürlü olabilecekleri” açıklandı. Peki neden? Yanıt hazırdı: “Kahve tıka basa flavanoid yüklü de ondan!”
Tamam ama yine de benim küçük ama mühim bir sorum var. O da şu: Bizim güzelim siyah çayı, içi tıka basa dünyanın en değerli antioksidanlarından kateşin kaynayan o lezzetli içeceği nereye yerleştireceğiz? Kahve daha iyiymiş deyip de o harika, o mis kokulu TÜRK ÇAYINDAN vazgeçip kahveye mi yükleneceğiz?
Bir sorum daha var: Neden bizim anlı şanlı üniversitelerimiz, anlı şanlı beslenme fakültelerimiz de doğru dürüst bir TÜRK ÇAYI VE SAĞLIK FAYDALARI konulu bilimsel çalışma yapmaz!
Neden ÇAYKUR gibi köklü ve milli ve yerli bir kurum böyle bir çalışma için üniversitelerimizle işbirliği imkanlarını zorlamaz? Bilen beri gelsin! Netice şudur: Birileri bizi geleneksel çaydan soğutmaya, kahve tiryakisi (Türk kahvesinin değil de toz –hazır- kahvenin tiryakisi) yapmaya çalışıyor. Aman uyanık olun. Gaza filan gelip de çaydan vazgeçmeyin. Çocuklarınıza da kahve değil çay içirin.
Bir öneri daha: Canınız kahve çektiğinde en lezzetlisi ve en zararsızını yani TÜRK KAHVESİNİ tercih edin.
EK NOT
Kateşinin marifeti çok
Bir “protein” muhabbetidir gidiyor! Kilo sorununuz mu var? “Proteine yüklenin” deniyor. Kas kaybınızı önlemek mi istiyorsunuz? Protein tozları tavsiye ediliyor.
Sorun kemik erimesi mi? Yine ve anında “Proteinsiz asla olmaz” önerisi devreye giriveriyor.
Vücut mu geliştiriyorsunuz? Besinlerle daha çok protein kazanmanız, bunlarla da yetinmeyip ek protein takviyeleri yutmanız, hatta aminoasit desteği almanız isteniyor.
ÖZETLE son 5 yıldır müthiş bir “yüksek proteinli, düşük karbonhidratlı beslenme” modasıdır gidiyor.
Peki, doğru mu yapılıyor? Proteine bu kadar çok yüklenmek sağlıklı bir yaklaşım mı? Aşırı protein tüketimi başımıza sorun açar mı? Ya yarın birisi çıkar da “Yine hata yapmışız, özür dileriz!” der mi? Kısacası proteinde “moda” mı yoksa “mola” mı lazım?
Bu ve benzer sorunların yanıtlarını merak ediyorsanız ben son sözümü daha en baştan söyleyeyim:
Zaman zaman protein molalarına da ihtiyacımız var.
VİTAMİN NOKSANLIĞI DEPRESYONA SOKAR MI?
Şu gayet net: D ve B12 vitamini noksanlıklarında depresyona yakalanma ihtimali artıyor. B6 vitamini noksanlığının da depresyonu tetiklemesi mümkün.
Bizde özellikle D ve B12 vitamini eksikliği yaygın görülen iki sorun. Belki biraz da bu nedenle depresyonun sık görüldüğü bir ülke olduk. Bana göre depresyonun belirtilerini hisseden herkesin gidip bir B12 ve D vitamini ölçümü yaptırmasında fayda var.
HORMON DENGESİZLİĞİ DEPRESYON YAPAR MI?
Yapar! Özellikle tiroit hormonu eksikliği (hipotiroidi) ile depresyon arasında net ve açık bir bağlantı var. Ayrıca metabolik sendromlular yani insülin direncine paçasını kaptıranlar, az da olsa depresyon tehdidi altındalar.
Bunlarda da tekrarlayan reaktif hipoglisemi ataklarının depresyonu tetikleyen bir sorun olduğu kabul ediliyor. Ayrıca depresyonlularda kortizol seviyelerinin yüksek bulunması da ciddi ve düşündürücü bir işaret.
OMEGA-3 EKSİKLİĞİ DEPRESYONU TETİKLER Mİ?
Tetikler! Omega-3 fakirleşmesi ile depresyon arasındaki bağlantı çok iyi bilinen bir ilişkidir. Beynin yüzde 60’ının yağdan oluştuğu, bu yağların büyükçe bir bölümünü de omega-3 yağlarının, özellikle de DHA’nın meydana getirdiği dikkate alınırsa, bu ilişki hiç şaşırtıcı değil.
Yaz aylarında plastik şişe veya kaplarda satılan sular ve diğer içeceklerin güneş altında uzun süre kaldıklarında yarattıkları mühim ve tehlikeli bir sorun var.
Sorun şu: Polikarbonat plastik şişeler ve diğer kaplar, mesela damacanalar uzun süre güneşte kaldıklarında aşırı ısınma nedeniyle yapılarındaki bisfenol-A (BPA) maddesini içlerinde bulunan suya, sodaya ya da meyve suyuna karıştırıyorlar.
Bilindiği gibi BPA tehlikeli, en azından riskli sayılan bir kimyasal. Hormon benzeri etkilerinin olduğu, kimyasal-yapay östrojenlerden biri sayıldığı zaten biliniyor.
Tavsiyem şu: Sıcak yaz günlerinde güneş altında bekleyen pet şişeler veya damacanalarda satılan suları ya da diğer içecekleri satın alırken dikkatli olun.
Gün boyu güneşin altında beklemiş ve içine BPA karışma ihtimali çoğalmış içecekleri lütfen satın almayın.
Probiyotikler iştahı etkiler mi
Elimizde yeteri kadar kanıt olmasa da mevcut bilimsel araştırmalar bize şunu anlatmaya çalışıyor: Dikkat edin, probiyotikler iştahınızı da etkileyebilirler!
Problem farklı. Sorun bilinçsiz ve gereksiz antidepresan ilaç kullanımı. Bunun da değişik sebepleri var. İlki basit, sıradan hüzünleri, ufak tefek gönül kırgınlıkları, keyifsizlik ve mutsuzlukları bile biz doktorların anında “klinik depresyon” diye damgalamamız. Başkaları da var: Bu riskli ilaçlar doktorlara danışmadan eş-dost tavsiyeleri ile de kullanılabiliyor. Antidepresan hapların eczanelerden reçetesiz ve kolayca satın alınabiliyor olmaları da mühim bir sorun. Daha da önemlisi doktorlarımızın gereğinden fazla antidepresan kullanma eğiliminde olmaları. Diğer taraftan herhangi bir antidepresan ilacı yazabilmesi için o doktorun psikiyatrist hadi bilemediniz iç hastalıkları uzmanı olmasına da gerek yok. Branşı ne olursa olsun her doktor reçetesine bu ilaçları yazabiliyor. Ayrıca depresyonda tek tedavi yönteminin ilaç yutmak olmadığını da bilmiyoruz. Oysa sadece psikoterapilerle iyileşebilenler var. Hatta doğal bazı şifa yaklaşımları (meditasyon, yoga) ya da desteklerle (SAM-e, omega-3, B12, magnezyum) de basit ve sıradan ruhsal çökkünlüklerle baş etmemiz mümkün. İşte bütün bunlar yapılmadığı için “dünya antidepresan kullanma şampiyonu” gibi olduk. Neredeyse her on vatandaşımızdan biri antidepresan hap yutar hale geldi. Antidepresan ilaçlarının satışları her yıl katlanarak büyüdü. Satışların sadece son beş yılda % 70 arttığı düşünülürse konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır.
DEPRESYONUN 10 ŞAŞIRTICI İŞARETİ
Depresyon her zaman “yorgunluk, isteksizlik, suçluluk duygusu, endişeli ve gergin olma hali, sabah halsizlikleri, uyku bozuklukları, içe çekilmeler, sosyalleşmeden vazgeçmeler” gibi bildik belirtilerle bizi rahatsız etmiyor. Onun da “atipik” belirtileri olabiliyor. İşte onlardan bazıları…
- Cinsel isteksizlik
- Sebebi ve çaresi bulunamayan baş ve karın ağrıları
- Beden ısısı değişimleri
- Ani ve ölçüsüz öfke atakları
- İştah sapkınlıkları, kilo alma ya da vermeler
PRP yeni ve popüler bir biyoterapi yöntemi, daha açık yazılımı ile biyolojik bir tedavi. Tedaviye karar verildiğinde önce kanınız alınıyor. Santrifügasyon gibi bazı özel işlemlerle pıhtılaşma hücrelerinden zengin bölümü ayrılıyor. Bu özel bölüm de tedavi amacıyla dize, cilde veya saçlı deriye enjekte ediliyor. Tedaviyi önce cilt yaşlanmasını geciktirmeye kararlı estetik uzmanları denediler. Ciddi bir fayda sağlamadı. Onları saç kaybını önlemeye çalışan saç merkezleri izledi. Orada da etkili sonuçlar alınamadı. Şimdi de ortopedist ve fizik tedavi uzmanları deniyor. “İşe yarıyor” diyenler de var, “en ufak bir faydası olmuyor” diye düşünenler de. Detaylar için alttaki kutuya geçebiliriz.
PRP’yi kimler, nerede kullanıyor?
Diz eklemi ya da tendon yaralanmalarında PRP enjeksiyonlarının işe yarayabileceğini gösteren bilimsel çalışmalar olsa da çoğu ortopedist bu uygulamanın herhangi bir yararının olmayacağı düşüncesinde.
PRP ile saçlı derideki saç kaybını önlemek, hele hele yeni saç çıkmasını sağlamak ise adeta imkânsız.
Keza cilt kırışıklıklarını giderme ve kozmetik amaçlarla cilde yapılan PRP enjeksiyonlarının da işe yarayabileceğini söylemek en azından şimdilik mümkün değil.
Bu son iki uygulamanın (yani saçlı deri ve cilde PRP enjeksiyonlarının) işe yaradığını gösteren ciddi bir kanıt da maalesef yok.
Özeti şudur: PRP enjeksiyonu yaptırmayı düşünüyorsanız bir değil, birkaç kez düşünün. Yaptırdığınız merkezin teknolojik imkânlarını dikkatle araştırın. Uygulayan hekimin bu konudaki geçmiş deneyimleri hakkında bilgi sahibi olun.
Gençlerin saçları neden dökülüyor
O günlerdeki şehir efsaneleri şunlardı: Cinsel gücünü artırmak mı istiyorsun? E vitamini yut. Saç dökülmelerini önlemeyi mi arzuluyorsun? E vitaminine yüklen. Halsiz ve yorgun musun? E vitamini ne güne duruyor? Romatizmalarından mı şikâyetçisin? 1 ay her gün bir tane E vitamini hapı al bir şeyin kalmaz.
Kısacası her derde deva bir ilaç gibi değerlendirildi, “fazla ve gereksiz kullanılan her ürün” gibi o da zamanla birden gözden düşüverdi.
Peki doğru mu oldu? Hayır!
E vitaminine şiddetle ihtiyacımız var. O hücrelerimizi paslanmadan koruyan çok güçlü bir antioksidan. Gözlerimizin görevlerini düzenli yapabilmesi için E vitaminine ihtiyacımız var.
Özellikle sarı nokta hastalığından korunmada bu vitamin çok mühim. Zaten bu nedenle de “göz desteği” haplarda tıpkı “lutein” gibi E vitamini de vazgeçilmezlerden biri.
Peki bu durumda hepimiz E vitamini desteklerinden birini mi yutalım? Bence hayır! E vitamini azıcık dikkat eden herkesin yiyecek ve içeceklerde bol miktarda bulabileceği bir doğal güç. Onu doğal yoldan kazanalım. Bunun için de E vitamini zengini besinlerden faydalanalım. Bu yeterlidir.
E vitamini zengini besinler
1- Buğday rüşeymi
Bence haklılar! Çünkü 8-9 yaşındaki kız çocukları bile ciddi bir östrojen yükü altında. Hatta bu aşırı yapay hormonal yük nedeniyle boğulmak üzereler.
Bunun temel sorumlusu da “xenoestrojenler” olarak bilinen ve biyolojik yapıyı alt üst eden hormon benzeri bazı kimyasal toksinler.
Bunlar daha ziyade gıdalar ve beden bakım ürünleriyle vücuda giriyor. Girdikleri her bedende de güçlü östrojen reseptör uyarıcısı etkileri nedeniyle hormonal sistemi alt üst ediyorlar.
Kız çocuklarda östrojen baskınlığının yarattığı sorunlar yalnızca “göğüslerde büyüme, erken adet görme” gibi şaşırtıcı gelişmelerle sınırlı kalsa neyse.
Artan östrojen yükü o çocuklarda bir süre sonra tatlı krizlerine, karbonhidrat tüketimi eğilimine, kilo almaya, sinirliliğe, gerginliğe, atipik tüylenmeye ve daha pek çok soruna da yol açıyor.
Kısacası problemi sadece “Küçücük kızlar neden bu kadar erken olgunlaşıyor?” gibi basit bir kaygının ötesine taşımak, çözümü hormon etkili toksinlerden kurtulmakta aramak gerekiyor.
Peki nelerdir bu toksinler, nelerle giriyor bedenimize diyorsanız o liste zannettiğinizden çoook daha uzun. İçinde pet şişelerdeki fitalatlar var. Paraben yüklü kozmetik ürünler var. Şampuanlar, allıklar, rujlar da var, bronzlaşmak için kullandığınız kremler var.