Onlar, önlerine gelen her sorunu “Candida istilası” ile açıklamaya çalışıyor. İçinden çıkılamayan, adı konulamayan, teşhisinde zorlanılan her sorun bu merkezlerde (!) Candida istilasına bağlanıyor. Peki nedir, neyin nesidir, büyütüldüğü kadar önemli midir, doğru teşhisi nasıl konur bu Candida meselesinin? Bu ve bunun gibi soruları merak edenler için kısa bir Candida turu hazırladım. Hazırsanız, buyurunuz...
Nasıl önlenir?
Candida albicans bir mantar. Maya mantarı olarak da biliniyor. Normalde, bağırsaklarımızda, yani doğal mikrobik floramızda bizimle birlikte yaşayan bir mikroorganizma. Eğer şu veya bu nedenle kontrolsüz bir şekilde çoğalacak olursa sağlık yönünden can sıkıcı neticeleri var. O neticelerin neler olduğunu yandaki kutularda özetlemeye çalıştım.
Bunların bazıları gerçekten ciddi sorunlar. Özellikle iç organlarda Candida istilası neticesinde gelişen enfeksiyonlar bazen yaşamsal bir tehdide bile dönüşebiliyor. Kısacası ciddi bir Candida yoğunlaşması herkes için önemli, mühim bir sağlık tehdidi.
Ama bazıları tam manasıyla çakma iddialar, doğru ve kesin bir teşhis konulmadan yapılmış dayanaksız yanıtlar.
Tüccarlara dikkat!
Kısacası, Candida nedeniyle oluşan Kandidiyazis enfeksiyonu mühim mesele ama işin bir de “ticaret” boyutu var! Bu işi sulandıranlar, gereğinden fazla büyütüp her hastasına uydurma testlerle (tükürük testi gibi) Candida teşhisi koyanlar yani Candida tüccarlığına soyunanlar da eksik değil.
Sıcak ya da soğuk içmeniz yeşilini veya geleneksel Türk çayını tercih etmeniz pek fark etmiyor. Yeter ki içini tatlı zehir şeker ile doldurmayın.
Onu bir tür “şeker bombası” yapmayın. Hele hele “fruktoz” ya da “tatlandırıcı” ekleyip obezite davetiyesi haline getirmeyin.
Bir hatırlatma: Sıcak yaz günlerinde soğuk çay mükemmel bir seçenek, daha sık ve çok faydalanın.
Stres neden çok yedirir?
Stres demek kontrolsüz kortizol salınımı yani bedenin ciddi bir kortizol banyosu yapması demek. Kortizol artınca önce şeker patlıyor.
Onu insülinin zıplaması ve hipoglisemi
Üzüm, çekirdeğinde mavi mucize proantosiyanidinleri, flavanol ve resveratrolü hatta kateşinleri (biliyorsunuz yeşil çayda da kateşinler var), kabuğu ve asma yaprağında ise resveratrol isimli olağanüstü güçlere sahip çok özel bir maddeyi barındırıyor.
Resveratrol üzüm meyvesini ve ağacını mantar, bakteri, virüs ve kanser saldırılarından koruyan fenolik bir bileşik. Bedenimize girdiğinde aynı işlevleri görüyor. Yani bizi kanserden, mikrobik saldırılardan koruyor.
Daha da önemlisi resveratrolün güneş ışınları ve radyasyon dahil nereden kaynaklanırsa kaynaklansın DNA’dan oluşabilecek hasarlara karşı da hücreleri koruduğu, dolayısıyla ömrü uzattığını gösteren açık ve net kanıtlar var.
Tavsiyem resveratrol ve antosiyanidin hapları yerine yazın taze, kışın kuru üzüm tüketmeniz. Ama bir şartla: Çekirdekli olanlarından vazgeçmemeniz.
Bu ayıp ben dahil hepimizin
Ülkemiz, çok şükür, bulunduğumuz coğrafyanın en büyük, en güvenli ve en modern sağlık merkezi, en güçlü “tıbbi üssü”. Daha açık deyimi ile “sağlıkta lider ülkesi”.
Bu gurur duyulacak özelliğimiz “organ nakli” söz konusu olduğunda daha da kesin bir saptama. Özellikle “canlıdan canlıya” organ naklinde Türkiye bir dünya markası.
Açılımı şudur: Eğer bedeninize giren şeker, un, nişasta, trans yağ, ateşte yanmış, kömürleşmiş besin miktarını azaltabilirseniz... Gereğinden fazla kalori tüketip kilo sorunu olan, göbekli, insülin dirençli biri haline gelmezseniz... Yeteri kadar D vitamini, B12 vitamini, Coenzym Q10 kazanırsınız. Stresten, depresyondan, uyku sorunlarından uzak kalıp her gün düzenli egzersiz yaparsanız sadece güzel ve keyifli bir yaşlı olmaz, Alzheimer riskinizi de ciddi ölçüde azaltabilirsiniz.
BESLENME ÖNEMLİ
Pek çok sağlık sorunu gibi Alzheimer hastalığı da sofra kültürünüz ve beslenme seçimlerinizden etkilenebiliyor. Mesela, besinlerle kazandığınız antioksidan güç arttıkça, sofralarınızda taze, mevsiminde, olabildiği ölçüde renkli sebze ve meyvelerin oranı çoğaldıkça, (özellikle antosiyanidin zengini siyah, mor, kırmızı renkli
besinler), kalori tüketiminiz düşüp tam ve doğal besin tüketiminiz yükseldikçe Alzheimer’a yakalanma ihtimaliniz düşecektir. Bu bilgiler Duke Üniversitesi’nde (ABD) yapılan güvenli çalışmalarla ile de kanıtlanmıştır. Peki, elimizde Alzheimer’a iyi gelebileceği kesinleşmiş güçlü ve ayrıcalıklı bazı besinler var mı? Var! İlki oldukça pahalı bir gıda: Safran! Bence listeye zerdeçalı da rahatlıkla ekleyebiliriz.
Safran ve zerdeçalın marifetlerini yandaki kutuda özetlemeye çalıştım.
SAFRAN VE ZERDEÇAL NASIL ETKİLİYOR?
Benim favorim karpuz. Bu tercihin ilk sebebi, karpuzun güçlü bir “likopen” bombası olması. Su içeriğinin yüksekliği ve posa yapısının zenginliği de karpuzun diğer avantajları.
Karpuz, kavuna en büyük farkı da kırmızı kısmının bitip beyaz bölümünün başladığı noktadaki “sitrulin” sayesinde atıyor! Peki, bu sitrulin de neyin nesi? Ne işe yarıyor?
Sitrulin bedenimize girince “arginin”e dönüşüyor. Arginin ise en güçlü damar genişleticilerden biri. Müthiş bir “nitrik oksit” üreticisi. Nitrik oksit damar dostu doğal bir mucize. Cinselliği de güçlendiriyor.
Sözü uzatmaya gerek yok, karpuzun bu bölümünde “mavi ilaç”takine benzer marifetler var!
Kavuna gelince... “Karotenoid” içeriği karpuzdan daha fazla. Bu nedenle en sarılarını yemenizi tavsiye ederim.
Kavunda B grubu vitaminleri, özellikle niasin (B3) ve B1 vitaminin de bol olduğunu unutmayın.
Döneri mi, iskenderi mi tercih edelim?
Döner de, iskender de Türk mutfağının en özel ve sağlıklı lezzetleri. Dikine tutularak kömür ısısında kararında pişirilen et, yanmış değilse eğer daha sağlıklı. Sağlıklı çünkü etin yağı kömür ısısında eriyip akıp gidiyor, geriye damak çatlatan bir lezzet kalıyor. “İskender”e gelince... O, dönerin daha geliştirilmişi. Üzerine eklenen yoğurt dönerin besin değerini güçlendiriyor. Önerim; ikisinde de alta yerleştirilen pideleri pas geçmeniz ve üzerine eklenen tereyağın dozunu abartmamanızdır.
Söz konusu sağlık olunca yeterli glutatyon rezervine sahip olmak vazgeçilmez bir zorunluluk. Sağlıklı bir yetişkinin bedeninde sadece 10 gram kadar glutatyon var. Gıdalarla kazanabileceğimiz glutatyon miktarı ise günde en çok 100-150 mg civarında.
Gıdalardaki glutatyondan ziyade bedenimiz glutatyonun hammaddesi olan sistein, glisin ve glutamatı kullanarak kendi glutatyonunu kendi üretiyor.
Doğal üretilen miktar, eğer aşırı bir toksik yük, ağır metal yüklenmesi ve/veya serbest radikal saldırısı yoksa genelde yeterli.
Ne var ki bedenin toplam glutatyon rezervi yüksekse detoks işlevleri, bağışıklık hizmetleri daha güçlü oluyor.
Bu nedenle de bedene glutatyon üretimini teşvik eden çinko, selenyum, C vitamini, alfa lipoik asit, E vitamini, silimarin, zerdeçal gibi “antioksidan” güçleri daha çok kazandırmak, özellikle sistein zengini besinlerle (lahanagiller, soğan, sarımsak) yüklenmek gerekiyor.
Önemli noktalar
Glutatyon çok önemli bir doğal hazine. Antioksidan orkestramızın patronu, bedenin, özellikle de karaciğerimizin temizlik işleri şefi. Onunla ilgili bazı bilgileri iyi bilmemiz lazım. Mesela mı? Buyurun...
Sağlam ve sağlıklı mitokondrilere sahip olmak her yaş için mühim bir ayrıcalık.
Güçlü, kuvvetli ve sağlıklı biri olabilmek için mitokondrileri aktif, zinde ve sağlıklı tutup zehirlememek, toksinlerle boğup yormamak, işlevlerini bozmamak, kısacası onları vaktinden evvel yaşlandırmamak gerekiyor.
“Yaşlanma uzmanları” biyolojik yaş ve yaşlanma hızının temel belirleyicisinin de mitokondriler olduğu düşüncesindeler. Onlara göre genç ve dinç kalmak isteyen herkes mitokondrilerine çok iyi bakıp onları genç ve dinç tutmanın bir yolunu bulmalı, onları koruyup kollamalı.
“Peki nasıl başlanacak bu mühim görev hocam?” diyorsanız aşağıdaki kutuyu dikkatle okuyun, hatta okumakla da kalmayıp ezberleyin.
Mitokondri nasıl güçlendirilir?
Yüksek kalorili beslenme, aşırı şeker tüketimi, çevresel toksinler, trans yağlar, hareketsizlik, insülin direnci ve kan şekeri yüksekliği mitokondrilerin en büyük, en tehlikeli düşmanları. Buna karşılık siyah üzümde bulunan resveratrol pek çok gıdadan kolayca temin edilebilen alfa lipoik asit, CoQ10, B2 ve B3 vitaminleri ise mitokondrilerin en güçlü destekçileri.
Bedeninize daha çok “kaliteli protein” kazandırıp daha az rafine karbonhidrat (un, şeker) yükleyebilir ve bu iki güzel alışkanlığı düzenli egzersizle destekleyebilirseniz, mitokondrileriniz daha sağlıklı oluyor.
12 saatlik açlıktan sonra alınan kan örneğinizde trigliserid seviyeniz 200 mg/dl hele hele 300-400 mg/dl üzerinde bulunursa, testi iki hafta sonra mutlaka tekrarlatın.
Bu iki haftalık süre içerisinde de kesinlikle alkol kullanmamaya ve karbonhidratlı besinlerden, özellikle şekerli gıdalardan uzak kalmaya özen gösterin.
Tekrarlanan ölçümde de trigliserid düzeyiniz yüksek bulunursa, bu durumu ciddiye almanızda yarar var.
Çünkü yüksek trigliserid düzeyi çoğu zaman karın ve göbek bölgesinden kilo alma, iyi kolesterolde (HDL) azalma, kan şekerinde -özellikle de tokluk kan şekeri- yükselme ve bazen de ürik asit düzeyinde artış gibi sorunlarla beraber oluyor.
Bu durumların tümünde koroner kalp hastalığı riski belirgin olarak
yükseliyor.
Trigliserid düzeyiniz yüksekse sakın hemen ilaca başlamayın. Önce beslenmenizi gözden geçirin. Gerekirse beslenme uzmanlarından destek alın. Sağlıklı bir kiloya inmeye çalışın. Düzenli egzersiz alışkanlığı edinin. Alkolü kesin.