O beyefendi de lafı bir şekilde Fenerbahçe’ye getiriyor... “Yabancı yatırımcı nasıl gelir” diyor spiker arkadaşımız... Beyefendi, “Çok büyük bir güven bunalımı yaşıyoruz. Sürekli bir takıma karşı negatif geri bildirimler veriliyor. Yöneticileri aciziyet içinde” diyor.
E be kardeşim nasıl başardın bunu.
Vallahi bravo sana.
Fenerbahçeli yöneticilere, o takımın taraftarlarına niye getirdin lafı...
Keşke herkes kendi işine gücüne baksa.
Baksa da böyle rezil rüsva olmasa.
Vicdanlar çöpte
Ne kadar çirkin şeyler konuşuluyor ölen birinin arkasından... Nasıl bir hırstır, nasıl bir vicdandır. Bence çöpe atmışlar zaten çoktan.
Büyük stardı. O yüzden aklıma geldikçe yazacağım...
Mesela çok üzüldüm cenazede yaşananlara.
Kızı Tuğçe Tayfur ile yeğeni Şirin Gözalıcı’nın küfürleşmesi, birbirlerinin üzerine yürümesi falan çok çirkindi.
Yazık size!
Orada yatan Türkiye’nin ‘baba’sıydı.
Mesela tam burada asıl baba kimdi sorusunun cevabını kendime göre vermek isterim...
◊ Nefis şarkıları vardı ama Müslüm Gürses değildir.
◊
Sene tam kaç hatırlamıyorum. Muhtemelen ilkokula gidiyorum, hatta büyük ihtimalle ilkokul son sınıftayım. Haydi bilemediniz ortaokul hazırlıktayım.
Elimde mavi bir walkman’im var. Kaset çalıyor ama CD değil. Yanımda da 1992 yılında çıkan Ferdi Tayfur’un “Prangalar” albümü.
Şu meşhur “Emmoğlu”nun, “Neyleyim sen yoksan eğer dünyanın servetini” sözlerinin geçtiği “Geçen Yıl” şarkısının, “Sabahçı Kahvesi”nin ve benim en sevdiklerimden olan “Sen Nerdesin Ben Nerdeyim” şarkılarının olduğu albüm gibi albüm...
Neyse taktım walkman’i, koydum kaseti, iki katlı otobüsle Bakırköy’den Taksim’e doğru yola çıktım.
İki katlı otobüsün üst katının en önünde oturuyorum.
O yaşta insan Ferdi mi dinler?
Biz dinlerdik işte.
◊ Masa altından 12 adet üzüm yiyenler...
◊ 108 kere çan çalanlar...
◊ Antik Yunan’da yapıldığı iddia edildiği gibi kapıya soğan asanlar...
◊ Elinde bavulla tam saatler 00.00’ı gösterdiğinde yola, yürümeye çıkanlar...
Bu yaptığınız şeyler, umduğunuzu bulmanıza yardım edecek mi çok merak ediyorum.
Çünkü kızmayın ama ben inanmıyorum.
Sen yan gel yat sonra 1-2 ritüelle tüm istediklerin kucağına gelsin...
Koca bir yıl. E ülkemizin de maşallahı var, bitmiyor tartışması, kaosu, sallantılı, çalkantılı gündemi...
Yazıp çizerek naçizane doğrularımızı anlatmaya çalıştık.
Dokunduysak zihinlere, bazen de kalplere, ne mutlu.
Neyse...
Dedim ya şöyle bir baktım.
Yıla Dilan-Engin Polat çiftinin haberleri damga vurmuş. Ve ben çok eminim, seneye de devam edecek bu sözde fenomenlerin konuşulmaları.
Çünkü yaptıkları yanlarına kâr kaldı gibi algılanıyor şu anda.
Oytun Erbaş katıldığı bir programda “Hayatımda hiç kitap okumadım” demiş, Arif Verimli de “O kadar belli ki” diye yorum yapmıştı.
Şahane laf sokmuştu.
Baksanıza Oytun yine saçmaladı.
Bu sefer de asgari ücretle ilgili konuştu ve “Et de protein, kuru fasulye de protein. Mütevazılığı öğrenmemiz gerekiyor. Asgari ücret 50 olsa, 50 harcar insanlar. Fakir hayat en sağlıklı hayattır. Bunun sonu yok” demiş. Saçmalamış.
Yetmemiş, tüy dikmiş.
Bir doktor düşünün, mesleğinden çok böyle laflarıyla gündeme geliyor.
Bir gün “COVID Türklere işlemez” diyor, öbür gün “Erkek dediğin çok eşli olur” açıklaması yapıyor.
Şahane!
Hâlâ gülüyorum buna.
Kaçmak nedendir? Kaçmak nedir? Kaçmak niyedir?
Zaten herkes biliyor sizi, kaçılmaz ki.
Vallahi ben o hanımefendinin yerinde olsam, bir daha selam bile vermem, beni bırakıp kaçana.
Bırakın sevgili olmayı, arkadaş dahi kalmam.
İşte insan insanı tanıyamıyor her zaman...
Diyaloğu izledim.
İzledikçe gözlerim fal taşı gibi açıldı. Çünkü o kadın “Siz hapishaneye girince ben kalp krizi geçirdim” diyor.
Sonra da başlıyor hüngür hüngür ağlamaya.
Bitti mi, hayır...
O hayranının yanındaki arkadaşı da “Hastanede sürekli sizin adınızı sayıkladı” diye eklemez mi...
Ben bir parodi mi izliyorum diye düşünmedim değil.
Eğer Polat’lar ücret ödemedilerse ve bu anlatılanlar gerçekse geçmiş olsun.