Bu öneriye Cumhurbaşkanının olumlu bir tepki vermesi, bir çok soruyu ve tartışmayı da beraberinde getirdi.
Hükümete yakın bazı çevrelerde ve de HDP'yi destekleyen kesimlerde bu arayışa umutsuz tepkiler gösterildi. "Leyla Zana'nın, PKK ve HDP üzerinde bir etkisinin olmadığı" değerlendirmeleri yapıldı.
Milliyetçi çevrelerde ise, PKK ile sonuna kadar savaşmadan bu meselenin bir çözüme ulaşmayacağı saptaması yeniden öne çıktı.
Sonuç olarak "Bunlar boş işler" şeklinde bir yaklaşımdan söz edebiliriz.
Cumhurbaşkanı, açılışta ve bitişte, kısa bir konuşma yapmanın dışında, 3 saat boyunca, bizleri dinledi ve not aldı.
Davetlilerin tamamı, düşünce ve önerilerini dile getirdi. Ben kendi söylediklerimi kısaca şöyle özetleyebilirim:
“Çözüm süreci yakın tarihimizin en önemli siyasi olaylarındandı. Taraflar açısından riskleri olan bir cesaret örneğiydi.
Bu süreci, baştan itibaren muhalefetin önemli bir bölümü tepkiyle karşıladı. HDP, bu sürece destek verdiği için muhalefetin maddi ve manevi baskısı altında kaldı.
Devletle ve Kandil'le yaptığı müzakerelerin sonunda, 2013 yılının Mart ayında, "silahlı mücadele bitti, siyasi mücadele dönemi başladı" çağrısında bulundu. Kürtlerin büyük desteğini alan bu çağrıya; Kandil, çok gönüllü olmasa da uydu.
Silahlar patladığından bu yana, Öcalan yok. Süreci bitirenler arasında değil. Ne düşündüğünü bilmiyoruz. Dolaylı yollardan alınan bilgilerden anlayabildiğimiz kadarıyla, Öcalan ortaya çıkan tablodan memnun değil.
Öcalan'ın tam olarak ne dediğini biz bilemiyoruz… Ama, onunla düzenli temas içinde olan devlet yetkililerinin, onun tutumuna dair bilgi sahibi olmamaları imkansız. Tabii, Öcalan’ın devreye girmesi noktasında, devletin son dönemde “işi ağırdan aldığı” da görülebiliyor.
Geçenlerde, Yeni Şafak’ta, Abdülkadir Selvi, “hendek kazılan ilçelerdeki durumum sonlandırılmasının ardından, Öcalan'ın yeniden devreye gireceğini” yazdı.
Acı dinmiyor. Onu bir arkadaş olarak kaybetmenin çaresizliğini, yokluğunun yarattığı boşluğu hep hissediyoruz. O, herşeyin ötesinde, bugünün Türkiye'si için gerekli bir isimdi. Özgürlükçü duruşu, aklından geçen her şeyi dobra dobra söyleyebilmesi; etkisini arttırıyordu. O olsaydı daha fazla olacaktık... Onun karşısında boynumuz bükük. Ölümüne engel olamadığımız gibi, katillerinden de hesap soramadık.
Son aylarda ortaya çıkan bilgiler ve yazılan iddianame, cinayetin aydınlanması adına, yeni ipuçları getirdi... Bu bilgiler içinde en çarpıcı olan; cinayet anında jandarma istihbarat görevlilerin olay yerinde bulunduklarının ortaya çıkması... Aslında, cinayetten hemen sonra belgelenmesi mümkün olabilecek bir bilgiydi bu. Çünkü: Cep telefonu kayıtları ve bölgedeki kameralar, cinayet anını belgelemişti.
Engel bir ölçüde aşıldı
Ama, buna, birileri, uzun süre engel oldu. Bu engel, Paralel Yapı'yla ilgili operasyonların yapılmasının ardından, aşılabildi.
Manzara korkutucu. Gelişmeleri değerlendirerek, "çözüm nasıl bulunabilir?"e kafa yoruyoruz. TV kanallarını açarak, siyasetçileri ve kanaat önderlerini dinliyoruz.
Sur'daki tablo
Tablo iç karartıcı… Zaman zaman serbestiyet.com sitesine yazan akademisyen Nazım Kadri Ekinci, dünkü yazısında, Diyarbakır'ın Sur ilçesindeki kuşatmanın yol açabileceği felakete dikkat çekiyor. “Silahlı PKK'lilerin tamamen kuşatıldığı, kaçma şanslarının kalmadığı ve yakın zamanda toplu ölümlerin gündeme gelebileceği” endişesini dile getiriyor.
O yazının yayınlandığı gün, Sur'da iki güvenlik görevlisi, PKK'liler tarafından öldürüldü.
Tırmanan ve giderek kirlenen çatışma ortamı, makul bir yerde durmaya çalışanların pozisyonunu zorluyor, hatta neredeyse imkansızlaştırıyor.
Başından beri; PKK'nın hendek siyasetinin en çok Kürtlere zarar verdiğini, bunun devrimci bir tarafının olmadığını, Kürtlerin de bu yüzden, beklendiği gibi, bu stratejiye gönülden destek vermediğini söyleyenlerdenim.
“Sol muhalif” çevrelerde, devletin uygulamalarına karşı oluşan bir refleksle, "günahkar ve zalim olan her zaman devlettir" yargısı yaygındır.
Bu yargı, olayların tek boyutlu yorumlanmasını beraberinde getirebiliyor.
Her gün çok sayıda insanımız yaşamını yitiriyor.
Kısa vadede bir çözüm olanağı gözükmüyor.
Kamplaşma sertleşiyor.
Şiddetin ve silahın hükmünü yürüttüğü, ölümün kol gezdiği, kimsenin kimseyi dinlemeye tahammülü olmadığı bir ortamın esiri gibiyiz.
Kanal D'de yayınlanan "Beyaz Show" programında, Diyarbakır'dan telefonla bağlandığını söyleyen, ve kendisini "öğretmen Ayşe Çelik" olarak tanıtan kişinin söyledikleri ortalığı karıştırdı.
Programda söylenenler üzerinden bir kampanya başlatıldı. Doğan grubu ve Beyazıt Öztürk suçlandı. Ardından savcılık hareke geçti.
Kanal D yönetimi tepkiler üzerine bir özür açıklaması yaptı. Ardından sunucu Beyazıt Öztürk'ün üzüntülerini belirten ifadeleri geldi: "Üzgünüm, şaşkınım, benden beklenebilir mi böyle şey? (...)gerçekten özür diliyorum. Lütfen beni politikaya malzeme etmeyin."
Yanlış görüşle, "suç" u karıştırmak