Haberin içeriğine bakınca, şunu öğreniyoruz: Rusya ile ABD, 27 Şubat'ta ateşkes yapmak üzere anlaşmışlar. Diğer tarafların da, buna uymaları gerektiğini ifade etmişler.
İyi mi kötü mü?
Bu gelişme, iyi yönde bir gelişme mi, kötü yönde bir gelişme mi? Elbette iyi yönde bir gelişme...
Süregiden çatışmalar, çok sayıda insanın ölümüne yol açmanın ötesinde, gerilimin tırmanmasına neden oluyor. Hatta “Türkiye ile Rusya'nın çatışmaya girme” ihtimalinden bile söz ediliyor.
"Kafkasör, Artvin’in yayla şenliklerinin yapıldığı vadinin adı. Bu şenlikte boğa güreşi de yapılıyormuş. Artvin Barosu Başkanı Bedrettin Kalın’ın yol göstericiliğiyle, arabamız değişik türden ağaçlarla kaplı ormanın içinde kıvrılarak tepeye ulaştı. Hopa-Artvin yolu 70 kilometre, ancak o kadar çok viraj var ki, buraya ulaşmak iki saati buluyor.
Hopa’dan Borçka’ya geldik. Çoruh nehri üzerine kurulan Borçka barajı bütün vadiyi egemenliği altına almış. Doğanın dengesi bozulmuş. Setler, baraj kenarında yollar, tüneller. Bu şekilde 40 kilometre gidip Artvin’e ulaştık.
Hopa-Borçka yolu rüya gibi. Bir yeşil denizi. Kızılağaçlar, çay bahçeleri, çevreyi sulayarak akan dereler... Borçka-Artvin arası baraj nedeniyle epeyce tahrip olmuş. Artvin’e geldiğinizde Çoruh vadisinin tamamen bir şantiyeye döndüğüne tanık olduk. Dağlar tıraşlanıyor, setler yapılıyor ve dünyanın en çirkin yapılarından oluşan binalarıyla yeni bir olumsuz örnek yaratılıyor.
Kafkasör, Artvin’in tepesine asılmış yeşil bir çelenk gibi. Yükseldikçe değişik çam türleri, sedir ağaçları ortaya çıkıyor. Hava serinliyor. Aşağıda sıcaktan yanan bizler, serin rüzgârın etkisiyle üşümeye başlıyoruz.
Bugün, "yeni denklemler"e ilişkin bazı tahminler üretmeye ve paylaşımlar yapmaya çalışacağım...
Öncelikle bir okurumun tepkisinden başlayayım… Dün,
bir okurum, benim değerlendirmeme dair şöyle bir yorum yaptı:
"Yeni denklemlerle teslim olmak mı? Korkma açıkça yaz..."
Türkiye, büyük bir acıyla yüzyüze.
New York Times'ın tanınmış Ortadoğu uzmanı yazarı Roger Cohen, bölgede olup bitenleri değerlendirdiği 8 Şubat tarihli makalesini, "Amerika'nın Suriye utancı" başlığıyla yayınlamıştı.
Gene Amerika'yı eleştirdiği dünkü yazısını şöyle bitirmiş:"Birleşik Devletler ve müttefikleri uyumayı sürdürüyor. Bunun bedelini ve riskini bütün insanlık taşıyor."
Ankara saldırısını hazırlayan koşullara bakalım:
Elektrikler kesik, internet bu nedenle çalışmıyor, sular da akmıyor.
Ortalık kararıyor, cep telefonumundan son gelişmeleri öğrenmeye çalışıyorum, onun da şarjı bitmek üzere.
Bir şeylerin yolunda gitmemesi hayatımızı nasıl da zorlaştırıyor. Ya savaş... Nelere yol açar?
Başbakan Ukrayna'da açıklama yaptı: "Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye'ye girmedi." Bu iyi bir haber. 5 yıldır, kıyısından döndüğümüz Suriye'ye kara harekatı,-yani iç savaşa dahil olmamız- şimdilik söz konusu değil.
"Abdülhamid, Hamidiye alaylarını kurarak, Doğu Anadolu'nun denetimi sorununda Ermenilere karşı Kürtleri tuttuğunu açıkça göstermiştir. Bunun tam tersinin geçerli olacağı, İstanbul'un Kürtlere karşı Ermenilerin üzerine oynayacağı da düşünülebilirdi; herşeyin ötesinde Kürtler, 19.yüzyıl boyunca biri bitmeden diğeri başlayan isyanlarıyla imparatorluk için Doğu Anadolu'nun Ermeni köylülerinden çok daha büyük bir tehlike oluşturmuşlardı. Ama Abdülhamid hilafet siyasetini hayata geçirmekle, imparatorluktan geride kalanları, özellikle de Anadolu'nun Arap vilayetlerini elde tutabilmek için İslam'ı bir ittihat(birleşme) ilkesi haline getirmekle meşguldür. Zaten mantıki olarak Anadolu'nun doğu vilayetlerine 'Kürdistan' denmesi gerektiğini, çünkü orada yaşayan Kürtlerin Ermenilerden daha kalabalık olduğunu söyler." (s.373)
Mikro milliyetçiliğe karşı İslam
Erbakan Vakfı İstanbul Gençlik Kolları, dün, Beyoğlu'nda, Abdülhamid'e gönderme yapan afişler astılar ve "Mikro milliyetçiliğe karşı İttihad-ı İslam" başlıklı küçük bir broşür dağıttılar.
Utanç verici, yüzkızartıcı bir haber. İşte tam anlamıyla bir nefret suçu...Bildiğimiz, tanıdığımız ırkçılık bu. Buna en başta Başbakan Davutoğlu olmak üzere, iktidarın tepki vermesini bekleriz.
Çünkü sonuç olarak, iktidarın kontrolünde kayyum tarafından yönetilen bir gazeteden söz ediyoruz. Sorumluluk birinci olarak hükümetin.
DİSK Genel Kurulu
İktidar muhalefet ilişkisi, bir çok alanda bir çılgınlık düzeyinde seyrediyor. DİSK Genel Kurulu'na katılan Başbakan Yardımcısı Süleyman Soylu, salonda "katil Erdoğan" sloganlarıyla karşılanıyor. Salonu terk ediyor.
Ne kadar "PKK ile Kürt meselesi aynı şey değil" desek de; sonuç olarak, bu örgüt, sorununun çözülememesinin ürünü olarak varlığını sürdürüyor. PKK’yı, sorunun red ve inkar üzerinden çözülebileceğini varsayan devlet mantığının bir ürünü olarak da tanımlayabiliriz.
Bence, çözüm süreci, bu açıdan bir kırılmaydı… Devlet aklının farklı çalışmasının bir ürünüydü. Meselenin, görüşerek, konuşarak ve silahsızlanarak halledilmesinin hedeflendiği, yeni bir “akıl düzlemi”ydi. Çözüm süreci için yollara düştüğümüzde, yollarımızı kesenler oldu. “İhanet süreci" ifadesini kullananlar oldu.
Çözümü kaybettik, ölümlerle içiçe yaşıyoruz. Sürece karşı çıkan, küçümseyen, karalayanların önemli bir kısmı, şu günlerde, "yeniden sürece dönülmeli" dediğinde, samimiyetlerinden şüpheye düşsem de; "aklın yoluna mı geliyorlar acaba" diyerek, bu değişimi anlamlandırmaya çalışıyorum.
Numan Kurtulmuş