HANİ “Allah’ın sopası yok ki!” diye bir söz var ya, dün bazıları için tam da ona uygun gerçekler içinde yaşadık: Kayseri’de “Türkiye Gazeteciler Federasyonu”nun 31’inci “Başkanlar Konseyi” toplantısı varmış. Bu toplantıya Sayın Cumhurbaşkanı da katılmış. Katılınca bir de konuşma yapması lazım ya...
Nitekim çıkmış konuşmuş. “Demokrasinin vazgeçilmez prensiplerinden birinin basın özgürlüğü olduğunu” söylemiş. “Basının özgür olması konusunda ne düşünüyorsunuz?” diye sorsanız, aynı yanıtı Eritrea Devlet Başkanı Isaias Afworki’den veya en az onun kadar despot biri olan Kuzey Kore lideri Kim Jong-II’den de alırsınız. Mesele “basının özgür olmasının yararları” değil, sizin başında olduğunuz ülkede “basının ne kadar özgür olduğu”dur. Cumhurbaşkanı Gül Kayseri’deki konuşmasında ona da yanıt vermiş, “Türkiye’nin basın özgürlüğü yönünden geçmişte çok eleştirildiğini ve çok büyük eksikliklerin olduğunu” söyledikten sonra “gelinen noktada bu alanda çok büyük ilerlemeler kaydedildiğini ve AB (Avrupa Birliği) kriterlerinin yerine getirildiğini” belirtmiş. Biliyorsunuz Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da öyle söylüyor. Ne var ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın AB kriterlerinin yerine getirildiğini söylediği gün, yıllardan beri her ülkedeki basının “ne ölçüde özgür” olduğunu yayınlayan Sınır Tanımayan Gazeteciler (Reporters Without Borders) (RSF) isimli kuruluş Türkiye’deki basının 178 ülke içinde 138’inci olduğunu ilan etti. Listenin en dibinde İran, Türkmenistan, Kuzey Kore ve Eritrea’nın olduğunu söylersek nerede olduğumuz daha iyi anlaşılır. Bir de “Daha özgürleşiyor” muyuz, yoksa “Özgürlüğümüz giderek kısıtlanıyor mu?” sorusuna yanıt vermek için belirtelim: Geçen yıl listedeki yerimiz 122’ncilikti. Bir önceki yıl yani 2008’de 102’nci, 2005’te 98’inci idik. Kısaca “hiç iyi olmadık” ama “bu kadar kötü duruma” düşmüş de değildik. Değildik ama Başbakan Tayyip Erdoğan’a sorarsanız, 14 Eylül 2009 günü Avrupa Birliği ülkeleri Büyükelçilerine verdiği iftardaki konuşmasına göre “İfade özgürlüğüne bu kadar önem veren, verdiği önemin de gereğini hakkıyla yerine getiren bir iktidarın, özgür basını susturmak, engellemek, sıkıştırmak, üzerinde siyasi baskı kurmak gibi bir niyeti olmaz, olamaz”dı. Zaten kendisinin “medya kuruluşları üzerinde siyasi veya ekonomik baskı kurma hakkı ve yetkisi” olduğundan söz bile edilemezdi. Bir sonraki örneğe geçmeden söyleyelim: Türkiye’de bugün, önemli sayılacak hiçbir medya organı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı kızdırabilecek bir haberi yayınlayamamaktadır. Ama Başbakan Erdoğan’ın geçen yıl “Türkiye’de basın özgürlüğü ABD’dekinden de ileridedir” dediğini de anımsayınca, yukarıdaki sözler yerine oturuyor. İyi de kendisi de bir gazeteci-yazar olan Taha Akyol, tam da RSF’in bizi 138’inci ilan etmesinden bir gün önce “Türkiye’deki değişim, eşitleşme ve özgürleşme yönündedir” diye yazarsa kime ne dersiniz?