Paylaş
Bu sütunda kaç kere yazdık. Her yazışımız ardından Baykal’cı bir kısım okuyuculardan da ağır ve suçlayıcı e-mail’ler aldık.
Onlara -ve elbet Baykal’a da- anlatamadık ki, sadece kürsüde güzel konuşmak, sadece fiziği düzgün -hatta yakışıklı- bir politikacı olmak, sadece akademik unvan taşımak, sadece yalan söylemeyen, çalmayan, çalana hoşgörüsü olmayan, sadece medeni bir kişi konumunda bulunan hatta bunların hepsini aynı anda kendi kişiliğinde topluyor olmak yetmiyor.
Bunlara parti içi ikbal oyunlarını bilmeyi ve aklınıza gelecek birkaç başka niteliği de ekleyin.
Yine yetmiyor.
Çünkü dediğinizde, yaptığınızda “samimi” değilseniz bugün değilse ertesi gün anlaşılıyor.
Örneğin açın, eğer arşivlerini koruyorlarsa Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin Genel Sekreteri seçildiği Haziran 1988 tarihli olandan beri, Genel Sekreter veya Genel Başkan seçildiği tüm kurultaylarda yaptığı teşekkür konuşmalarını okuyun. Hepsinde ya “Gelin canlar bir olalım” diyerek yahut “Partinin birlik ve bütünlüğü için her partiliyi kucaklayacağını” vaat ederek “tarafsız, olgun, kapsayıcı” bir liderlik sözü verdi.
Ve bu sözün tek kelimesini dahi hiçbir zaman yerine getirmedi.
Partiyi “Bana sadık olanlar-karşıt olanlar” ayrımıyla yönetti.
Erdal İnönü’nün Genel Başkanlığı sırasında, “Parti içi demokrasi” kavramını olabilecek en kötü şekilde istismar ederek Genel Merkez’i çalışamaz hale getirdi, sonra parti içinde “demokrasi”nin “D”sine bile izin vermedi.
Tayyip Erdoğan’ın ikbal yolunu açmak onun işi değildi. Gerçi engel olmaya kalksa da olamazdı ama “Tayyip Erdoğan’dan muhtar bile olamaz” dediği ileri sürüldüğüne göre “gerçeği görme” konusunda da kusurluydu.
Cumhurbaşkanı seçimi ve Anayasa değişikliği konusundaki kampanyaları çok kötü yönettiği sonuçlarla ortaya çıktı.
Kürsüde çoğu kez çok iyi konuştu ama konuştuklarına inandığı izlenimini hemen hemen hiç veremedi. O yüzden halkı da samimiyetine inandıramadı.
Genel Başkanlık’tan düşürülmesini sonuçlandıracak tüm yolları tıkadığından emindi. Ama bu hesabın hiçbir zaman tutmadığını görmedi.
Ve alçakça kurulmuş bir tuzak sonucu, kendi ikbaline kendisi son verdi.
Bunları Baykal düştükten sonra yazdığımızı sanacak olanlara bizzat Baykal’ı tanık göstererek söyleyelim:
Hepsini sayısız defa bu sütunda yazdık ama “Dost acı söyler”i ona anlatamadık. Tam tersine “kötü kişi” olduk.
Şimdi Baykal’ın “kaderine kırgın olduğunu” öğreniyoruz.
Oysa o kaderi kendisi yaptı.
Not: Adam hâlâ “Ben gammaz değilim” diye debelenip duruyor. Oysa 20 Haziran 2008; 27 Şubat 2009; 3 Mart 2009; 14 Ağustos 2009; 21 Ağustos 2009 tarihli kendi yazılarını açıp okursa belki utanır. O.E.
Paylaş