Paylaş
Tam da “Hangi yazılı güvenceyi aldınız da Başbakan Erdoğan Amerika’ya gidiyor?” diyecektik.
Yanlış anımsamışız. Kılıcından kan damlayan, yazdığı her harfin birebir gerçeği yansıttığını ileri süren bir gazetede çıkan habere, safdillik edip inanmışız.
Tamam, Davutoğlu sert sayılacak sözler söylemiş. Örneğin 6 Mart 2010 tarihli Radikal’de çıkan habere göre gazetecilere “Türkiye bu kararı Türk-Amerikan ilişkileri perspektifinden değerlendirecek ve atılacak her adımı gözden geçirecektir. Bu yüzden Büyükelçimiz Namık Tan’ı Ankara’ya çağırdık. Bakanlar Kurulu’nda değerlendirmeler olacak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le ve gerekirse muhalefetle konuşulacak. Bu milli onur meselesi” demiş.
Gerçi bu “milli onur” meselesi çok çok üç haftada eriyiverdi ama... Olsun, yine de Davutoğlu hiç değilse daha önce aynı konuda alınmış birçok karar karşısında yaptığımız gibi “Sineye çekelim” yahut “Şimdi bir tatsızlık çıkartmayalım” demedi.
Geriye konunun Bakanlar Kurulu’nda görüşülüp görüşülmemesi veya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e götürülüp götürülmemesi kalıyor ama onları zaten kimse ciddiye almış değildi.
Nitekim eminiz ikisi de olmadı.
Muhalefetle görüşme ihtimali zaten hiç yoktu.
Sonunda Davutoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton arasında üç-dört gün önce cereyan eden uzun bir telefon konuşması, buzların erimesine ve ortada konuyu “Türk-Amerikan ilişkileri perspektifinden” gözden geçirmeyi gerektirecek bir hususun bulunmadığı sonucuna varılmasına yetti.
Zaten siz başka bir şey mi bekliyordunuz?
Bu bağlamda en iyi sözü, ABD’deki Komite kararını izleyen günlerde 130’a karşı 131 oyla “Türkler Ermenilere karşı soykırım yapmıştır” kararı alan İsveç Parlamentosu’nun Sosyal Demokrat üyelerinden biri söyledi:
“Türkler bağırır çağırır ama birkaç hafta içinde onu da unutur ve her şey eski haline döner” dedi.
Eh... Ortada Federal Almanya, Fransa, Kanada başta olmak üzere dostumuz geçinen pek çok devletin parlamentolarından çıkan kararlar var.
Örneğin 2001 yılında aynı nedenle Paris Büyükelçimiz Sönmez Köksal’ı, 2006 yılında Ottawa Büyükelçimiz Aydemir Erman’ı Ankara’ya çağırdık. Eminiz başka örnekler de vardır ama şimdi anımsayamadık. Sonra da bu büyükelçileri tıpış tıpış geri gönderdik.
Aynen Stockholm Büyükelçimiz Zergün Korutürk ile Namık Tan’ı geri gönderdiğimiz gibi.
Geriye bir tek Başbakan’ın ABD’ye gidip gitmemesi mi kalmıştı.
Ne demek efendim? Böyle fırsatlar kaçırılır mı?
Paylaş