Oktay Ekşi

Üç kazı gütmek

19 Kasım 2009
BİLİRSİNİZ siyasetin aktif minderinde kavga verdiği yıllarda ya Turgut Özal veya Süleyman Demirel, “sosyal demokratlar” hakkında, “Bunlar önüne vereceğiniz üç kazı güdemezler” türü, çarpıcı bir söz söylemişti. Gerçi o sözün doğru olmadığını ispat eden sosyal demokrat kökenli çok Belediye Başkanı gördük.

Ama doğrusunu isterseniz eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in, “Ben de dinlendim ama istismar edilir diye şikayetçi olamadım”  dediğini, şimdi Meclis Başkanı olan bir önceki Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in de artık ayyuka çıkan “dinleme” rezaletini değerlendirirken “Adalet Bakanı’nın bu konudaki konumu açıktır. Biz verdiğimiz onayla, ‘dinleyin’ demedik. Bakana yargıyla ilgili çok şikayet gelir. Ceza İşleri Genel Müdürlüğü de bakandan, inceleme için onay alır. Benim verdiğim de inceleme iznidir” dediğini okuyunca, ”galiba sosyal demokratların hakkını yemişler” demeye kendimizi mecbur hissettik.

Sayın Şahin, devam ediyor:

“Şunu da söyleyeyim, ben bakan olarak kimler hakkında dinleme kararı verildiğini dahi bilmem. Sözkonusu isimleri de sonradan öğrendim. İstanbul cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin de dahil. Bilemeyiz.”

Tamam, Adalet Bakanı müfettişlerin işine karışmadığını söylesin. Biz de saflık edip, kendisinden talimat almadıkça kılını kımıldatamayan Teftiş Kurulu’nun böyle çalıştığına inanalım.

Peki ama, hangi hakim hakkında disiplin incelemesi başlatılacağını sorup öğrenmeyi “etik” bulmayan Adalet Bakanı’nın, daha sonra, “Bu yargıç (savcı) hakkında soruşturma açılması için de izin istediğinize göre, hakkındaki iddia nedir?” diye sorması icap etmez mi?

Görevini tam yapan bir Adalet Bakanı, Ceza Muhakemesi Yasası’nın 135’inci maddesinde sayılmış 10 adet ağır suçla ilgisiz nedenlerle “dinleme” yaptıran müfettişlerin ve karar veren yargıçların  yanlış yaptığını gazetelerden mi öğrenir?

Araştırınca öğrendik ki, Yargıç ve Savcılar Birliği (YARSAV), bu yanlış uygulamaların dayanağı olarak gösterilen Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği’nin iptali için 2007 yılının Mart ayında, Danıştay’da dava açmış. Ama o dava Danıştay’da henüz karara bağlanmamış.

Keza YARSAV, Keza Ceza Muhakemesi Yasasının açık hükümlerine aykırı şekilde “dinleme” kararı veren yargıçlarla, bu kararın verilmesini isteyen müfettişler hakkında işlem yapılması için Bakanlığa  başvurmuş. Ama şimdi “beni de dinlemişler” diyen Sayın Çiçek’le, “Tamam izin veririm ama kim için izin verdiğimi bilmem” diyen Sayın Şahin, bu defa “kim hakkında işlem yapılacağını” sormuş olmalılar ki, izin vermemişler.

Yazının Devamını Oku

Mızrak dokununca

18 Kasım 2009
YASADIŞI yollarla insanların telefonları dinlenip, bazen de özel hayatları ortalığa dökülünce duymazdan gelen, en azından “yaratandan ötürü” sevdiği insanların bile “Anayasa gereğince korunması gereken kişilik hakları var” demeyen Başbakan da böyle bir saldırının hedefi olunca hükümet lütfen kımıldadı.

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in verdiği bilgiye göre, bu konularla ilgili cezalar artırılacakmış. 

Biliyorsunuz iki hafta kadar önce Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hem işadamı Remzi Gür’le, hem de KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la yaptığı birer telefon konuşmasının kaydı, Türkiye İşçi Partisi’ne yakın bir yayın organı olan Aydınlık Dergisi’nde yayınlanmıştı.

Bu konuşmaları yayınlayan derginin Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ile Ulusal Kanal İstihbarat Şefi Ufuk Akkay’ın hemen tutuklandıklarını ve “Ergenekoncu” sepetine konduklarını biliyor musunuz?

Bir yanlış eğer Başbakan’ı rahatsız etmiyorsa, onun sürüp gitmesinde sakınca yok. Ama mızrağın ucu ona dokunursa tedbir alınması gerekir diye bir kural var da biz mi bilmiyoruz?

Örneğin bu gazetenin bağlı olduğu Doğan Yayın Holding İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Soner Gedik’le o tariteki Gelirler İdaresi Başkanı Mehmet Akif Ulusoy arasında, içeriği itibariyle herhangi bir bireyle, herhangi bir kamu görevlisi arasında geçmesi çok normal bir “Bizim konuyla ilgili işlemler sonuçlandı mı?” türü -yasadışı yollardan kayda alınmış- bir konuşma basına yansıdığı zaman Başbakan Tayyip Erdoğan ne yönde duyarlılık gösterdi biliyor musunuz?

Şimdi kendisiyle ilgili kayıt nedeniyle söylediği gibi, “failler”in yani kaydı yapanlarla bu kaydı yayınlayanların cezalandırılmasını değil, Vergi İdaresi Başkanı Mehmet Akif Ulusoy’un “cezalandırılmasını” emretti.

Ve Ulusoy da, kendisine yapılan muameleyi hazmedemediği için, devlet hizmetinden tümüyle çekildi.

Başbakan

Yazının Devamını Oku

Manipülasyon

17 Kasım 2009
GERÇEKTEN ilginç bir dönemi yaşıyoruz. İleride Türkiye üzerinde araştırma yapacak olanlar eminiz şaşkınlık içinde kalacaklar ve “kamuoyunu istediği gibi şekillendirme konusunda bu kadar başarılı bir iktidar dönemi bir daha yaşanmış mıdır?” sorusuna dönüp dolaşıp, “Hayır, yaşanmamıştır” yanıtını vermeye mecbur kalacaklar.

Irak’ı işgal etmek için başta kendi kamuoyu olmak üzere tüm dünya kamuoyunu istediği noktaya çeken George W. Bush yönetimi vardı ya... Belki onun da adı verilebilir.

İsterseniz anımsamaya çalışalım:

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) başı 19 Ekim günü yaşanan ve sonraki birkaç gün boyunca devam eden Habur-Silopi rezaleti yüzünden derde girmişti değil mi?

Onun üstü, 27 Ekim günü kamuoyunun önüne çıkan “ıslak imza” mektubuyla örtüldü.

Yargıç kararıyla yapılan dinlemelerin bile yasalara aykırı olduğu rezaleti patlayınca gündemi “Açılım görüşmelerini ne zaman yapalım?” tartışması işgal etti.

Bilindiği gibi konu Meclis’te 10 Kasım’da günü yani Atatürk’ün ebediyete intikalinin 71’inci yıldönümü günü görüşülmekteydi. CHP adına konuşan Onur Öymen de, görüşmelerin o tarihe getirilmesini eleştirerek sözlerine başlamıştı.

Öymen’in dediği -resmi tutanaklara göre- aynen şöyleydi:

“Onur Öymen- Atatürk’ün ölüm yıldönümünde yapılan iş, aslında maalesef, Türkiye için üzüntü vericidir ve çok hazindir.

Yazının Devamını Oku

Havanda su dövdük

15 Kasım 2009
SİYASİ iktidarın “Açılım” projesinin Meclis’teki görüşmelerini izleyenler gördüler:

Tamamı 20 dakikaya, hadi bilemediniz yarım saate sığacak düşünceler için tam 7 saat harcandı. Ve hiçbir şey söylemeden

çok şey söylemiş gibi görünmeyi “hatiplik” sanan liderler, böylece bir günümüzü daha heba ettiler.

Tabii içi boş olan görüşmeleri değerlendiren kalemlere de baktık, kulak vermeye değer bir şey bulamadıklarını, lafı dolandırarak ifade etmişler.

Gerçekten, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın “Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu” isimli bir birimin kurulacağına, Başbakanlık bünyesindeki “İnsan Hakları Başkanlığı”nın bağımsız, sivil bir “İnsan Hakları Kurumu”na dönüştürüleceğine ve bir de Türkçeden başka dillerin (tabii Kürtçenin de) her ortamda kullanılmasına engel olan hükümlerin yasalardan çıkartılacağına ilişkin sözleri dışında, ne “yeni” bir öneri vardı ne de “Açılım” iddiasına uygun bir sonuç.

Hele Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, dün Meclis’teki sözleri eğer ciddi ise ve kendisinin 5 Ağustos 2005 tarihinde Diyarbakır’da yaptığı konuşmadan beri bu konu üzerinde yoğun şekilde çalışıyorlarsa...

Ortaya çıkan öneriye, “Dağ fare doğurdu” demek bile bir iltifattır.

Yazının Devamını Oku

Hesap sorulsun

14 Kasım 2009
Demokratik Açılım” isimli projenin “ön görüşmesi”nin TBMM’de yapıldığı 10 Kasım günü, konunun esasına gelinceye kadar -deyim yerindeysesabah olmuştu. O yüzden başka konuyla karşınıza çıkmıştık. Bu defa öyle değil. Hem konu erken ele alındı hem de esasına girildi.

Ama başka birşey oldu:

Devletin yapısında ve işleyişinde akıl havsala almayacak bir rezalet ortaya çıktı:

Bizzat Adalet Bakanlığı, başında bulunduğu yargı dünyasına meğer, “hayatını adalet dağıtmaya adamış insanlar” diye değil; bir, “potansiyel kriminaller topluluğu” diye bakarmış.

Aksi söz konusu olsa Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili Kadir Özbek, “Yargı savunma konumunda” demek zorunluluğunu duyar mıydı?

“Savunma” sizden benden değil, “bir nedenle itham edilenden” alınır.

Nitekim bizzat Adalet Bakanı’nın açıklamasına göre, şimdi TBMM Başkanı sıfatını taşıyan Mehmet Ali Şahin’in Adalet Bakanlığı zamanında, hem “herkesin dinlenmesi için” genel nitelikli hem de içlerinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının da bulunduğu 59 hakimin telefonlarının dinlemesi amacıyla özel nitelikli kararlar alınmış ve uygulanmış.

Böylece tüm yargı sistemini darmadağın edecek, istisnasız her hakimi ve savcıyı korku içinde bırakıp iktidarın emrine sokacak çok ağır bir tertip tezgahlanmış.

Söyler misiniz bu tertibin, şimdi yargı konusu olan Ergenekon olayının sanıklarına yöneltilen suçlamadan ne farkı var?

Yazının Devamını Oku

Suyu çıktı

13 Kasım 2009
BUNCA yıldır burada, “Ülkemizde yargı bağımsız değil” der dururuz. İlk görevin bu ülkede “hukuk devleti” kurmak olduğunu söyleriz. Yedi yıldır iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi Programı’nın “Yargıç tarafsızlığı ve yargı bağımsızlığı tam olarak sağlanacak, yargıç güvenceleri korunacaktır” şeklindeki taahhüdünü anımsatırız.

Ama bugün içinde bulunduğumuz durum kadar rezil bir ortamı yaşayacağımız hiç aklımıza gelmedi.

Gelemezdi de... Çünkü sıra “Anayasamızın hukuk devleti ilkesini korumaya” gelince mangalda kül bırakmayan bir başbakanın ülkesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın telefonlarının bir yıl süreyle dinleneceğini, kendisinin uyuşturucu çetesi reisi gibi gittiği yerlerde bile izlendiğini, yargı sisteminin en üst mahkemesi olan Yargıtay’ın santralının bile gizlice dinlenebileceğini kim tasavvur edebildi?

Eğer o Başsavcı görevinin adamı değilse, yasaları çiğnediği, suç işlediği gibi somut bir bilgiye, bulguya sahipseniz, görevden alınmasının yolları vardır. Onların gereğini yapar, işi bitirirsin. Ona bir “sabıkalı  kriminal” muamelesi yapmak hangi ahlaki, hukuki anlayışla bağdaşabilir?

Gerçekten havsala almaz bir rezillik yaşıyoruz.

Bakın Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın kendi yetki alanında gördüğü bir belgeyi, sivil Savcı’nın göndermemesinden anlaşıldığı gibi “kurumlar arası güvenin bile sıfıra indiği” bir ortamdan bile artık şikayet etmiyoruz. Çünkü yukarıdaki örnek, onu fersah fersah geride bırakan türden.

Bu siyasi iktidar nasıl bir “hukuk devleti” anlayışına sahiptir ki, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurul Başkan Vekili Kadir Özbek dün:

“Yargı şu anda savunma konumundadır. Bunu, tüm yargı mensupları olarak hep beraber yaşıyoruz. Umarım ki bundan sonra yargıyla ilgili konularda son derece duyarlı ve dikkatli davranılır. Çünkü bu Türkiye’nin, sistemin geleceğiyle doğrudan bağlantılı bir durumdur.

Müfettişler tarafından yapılacak başvurulara dayanılarak verilen kararlarda, hâkimlerin bir takım endişeleri taşıdığı, müfettişin talebini geri çevirmede sıkıntılar olduğu izlenimini her zaman duyuyoruz”

Yazının Devamını Oku

Çiçeği yaşatmak

12 Kasım 2009
YANLIŞ birden fazla olunca insan nereden başlayacağını tayin edemiyor. Ama aklımıza gelen sırayla gidelim: Meclis’te pankart açılır, “nümayiş” (gösteri) yapılır mı? Yapılmaz! Çünkü öyle bir eylem gerçekten Meclis’in saygınlığına uymaz.

Ama CHP İzmir milletvekili Canan Arıtman’ın önceki günkü tertibiyle bu yaşandı.

Yapılanı ya ekranda görmüş veya dünkü gazetelerde okumuş olabilirsiniz. Ama bilmeyenler için söyleyelim:

CHP’li 5-6 milletvekili İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın konuşması sırasında, üzerinde “Atam seni unutmadık!”; “Atam eserine sahip çıkacağız”; “Atam, kurduğun Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatacağız” yazılı pankantlar açmışlar.

Tamam... Yaşatın ama, onun yolu Mecliste pankart açmak değil ki!

 

Tam tersine o pankartlara sığınmanız, görevinizi gereğince yapmadığınızı/yapamadığınızı örtülü şekilde itiraf ettiğinizi göstermiyor mu?

Peki ama, pankartçıları bu yanlışa sürükleyen sebep yok muydu? Kamuoyunda büyük gerginliğe yol açan “Demokratik Açılım” isimli projenin tartışmalarını -başka günü yokmuş gibi- çok yaygın bir kesimin duyarlık gösterdiği 10 Kasım’da yapmak şart mıydı?

O zaman sormak gerekmez mi, “devlet adamı basireti” nerede?

Yazının Devamını Oku

Huzur mu dediniz?

11 Kasım 2009
GÖREVİNİZ günün en aktüel konusu üzerinde yorum yapmak, diyelim. En aktüel konu da, günlerdir beklendiği gibi, hükümetin malum “açılım” projesi üzerinde TBMM’de yapılacak görüşmeler. Lakin saat 17.00 olmuş, hâlâ “esasa” girelim mi girmeyelim mi konusu tartışılıyor.

O zaman döner öteki konuya eğilirsiniz.

Öteki konu düne kadar, Adalet Bakanlığı müfettişlerinin, siyasi iktidarın kızdığı iki “Birinci sınıf yargıç” yani Sincan Birinci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz ile Yargıtay Cumhuriyet Savcılarından Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun “meslekten ihracını” istemeleriydi.

Kaçmaz ve Eminağaoğlu hakkındaki müfettiş raporları, çok daha vahim bir gerçeği ortaya çıkardı:

Adalet Bakanlığı meğer, sadece onlar hakkında değil, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapan birçok yargıç ve savcı hakkında da Ergenekon soruşturmasında ele geçen kanıtlar olduğu gerekçesiyle “soruşturma yapılmasını”, “Ergenekon savcılarından” istemiş. Ancak Ergenekon davasının savcıları, “Yasalar bu yetkiyi bize vermiyor” diyerek dosyayı Bakanlığa göndermişler.

Hadi o süreç kendi kurallarına göre sonuçlansın diyelim.

Daha da vahimi, bilemediğimiz kadar çok sayıda yargıç ve savcının telefonlarını dinletmişler.

Bu rezalet çıktı ortaya!

Görüyor musunuz “yargı” nasıl terörize ediliyor?         

Yazının Devamını Oku