25 Mayıs 2010
CHP’nin en yetkili merkez organı Parti Meclisi oluştu. Önceki 80 üyeden 52’si gitti. Yerlerine genellikle kimlikleri bilinmeyen 52 isimgeldi. Keskin gözlü meslektaşlarımız, bu bilinmeyenlere bakıp önümüzü aydınlatan (!?) yorumlar yapıyorlar.<br><br>Ve biz de İsmet İnönü’nün dediği gibi “istifade ile” izliyoruz.
Önce belirtelim:
İsmet Paşa bu deyimi, bir sürü boş lafla vaktini alanlara yanıt olsun diye kullanırdı. Anlamını bilenler de gülerdi.
Gerçi eski CHP yöneticilerinden Parti Meclisi’ne giremeyenlerin tepkisini anlıyoruz. Keza CHP’nin yeni Parti Meclisi kompozisyonuna bakıp “fazla ulusalcı” bulanlara diyecek laf bulamıyoruz çünkü kendi ulusuna -herhangi bir gelişmiş Avrupa ülkesindeki kadar- sahip çıkmanın “suç” sayılmasına bir türlü akıl erdiremiyoruz. Ama Türkiye bir “moda söylemler ülkesi” olduğu için “Bu da geçer” demeyi yeğliyoruz.
Kısaca bu bahisleri konuşmak için, hem yeni Parti Meclisi’nin ortaya koyacağı siyasi görüşleri öğrenmeye, hem de partinin yeni yönetiminin -örneğin Merkez Yönetim Kurulu’nun; Genel Başkan Yardımcılarının ve Genel Sekreter Yardımcılarının- koltuklarının dolmasına ihtiyaç var.
Yazının Devamını Oku 23 Mayıs 2010
COŞKU mu dediniz? Dünkü Deniz Baykal’sız CHP Kurultayı’nda o fazlasıyla vardı.
Kaç bin kişilik olduğunu bilemediğimiz herhalde en az 10 bindir salon ağzına kadar doluydu. Herhalde bir o kadarı da dışarıdaydı. Çünkü insanlar ilk defa güçlü bir muhalefet” adresi bulmuş gibiydi.
Bu coşku nereye kadar sürer bilmiyoruz. Keza siyaseti CHP dışında aramaya mecbur edilmiş CHP’lileri veya dışarıda kalmış sosyal demokratları kendi çatısı altında toplayıp toplayamayacağını görmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
Ama dünkü konuşmasında iktidara “Bir ağaç gibi tek değil, bir orman gibi birlikte yürüyeceğiz” diyen yeni CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, başarmak için yukarıdakileri gerçekleştirmesinin şart olduğunu söyleyebiliriz.
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına gelmeden bir gözlemimizi söyleyelim:
İlki 1950 yılının haziran ayındaki olmak üzere bu tarihe kadar sayısız CHP Kurultayı izledik.
Sözünü ettiğimiz 1950 tarihli Kurultay’daki düzensizlik ne ise 60 yıl sonra yapılan dünkü Kurultay’daki de en az o kadardı.
Yazının Devamını Oku 22 Mayıs 2010
ÜSTÜNDEKİ karamsarlık bulutlarının yerini coşku almış bir CHP Genel Merkezi var Ankara’da... Bunu biraz da 1983 yılında kurucuları arasında olduğumuz SODEP (Sosyal Demokrasi Partisi) macerasından aldığımız derse dayanarak
söylüyoruz. Partiler iyi restoranlar gibidir.
Onların da halini, kapıdan giren müşterinin sayısı gösterir.
Dün CHP Genel Merkezi’nin asansörleri önündeki kalabalık o kadar yoğun idi ki, eğer bekleyenlerden bazıları tanıyıp öncelik vermeseler zamanında gittiğimiz randevuya yetişemeyebilirdik.
Aynı şeyi SODEP döneminde görmüştük:
Partinin seçime gireceğinin beklendiği günlerde, merdivenlerde bekleyen partililerden izin almadan kendi odamıza çıkamazdık.
Ama 12 Eylül yönetiminin 5 generali partimizin 6 Kasım 1983 milletvekili seçimine katılmasını engelleyince Genel Merkez’de Genel Başkan -merhum- Cezmi Kartay, Genel Sekreter -merhum- Ahmet Durakoğlu, Genel Muhasip -yanlış anımsamıyorsak- Fikret Ünlü ile bir muhasebeci, bir hademe ve bir de bu satırların Genel Başkan Yardımcısı sıfatlı yazarı kalmıştık.
Artık partinin içinde “in”lerle “cin”ler top oynuyordu.
Dün hem Genel Başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile hem de Genel Merkez’de partinin “kuvvetli adamı” Genel Sekreter Önder Sav’la görüştük.
Size bu görüşmelerin ancak izlenimini aktarabiliriz:
Kimse bugün toplanacak 33’üncü CHP Olağan Kurultayı’nda bir sürpriz beklemiyor. Yani Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına bir rakip çıkması söz konusu değil.
Hoş, Deniz Baykal’ın kendi vücuduna göre diktirdiği Parti İçtüzüğü zaten, başka aday çıkmasını önlemek için “Yaklaşık 250 delege Kurultay Başkanlık Divanı önünde tek tek imza atarak desteklemedikçe kimsenin adaylığı kabul edilmez” anlamına gelen bir hüküm içeriyor.
Keza bu Kurultay’da ne “Divan Başkanı sizden mi olacak, bizden mi?” kavgası yaşanacak ne de “tribünler” atışması görülecek.
En azından bizim izlenimimiz bu.
Ama daha önemlisi var:
Kılıçdaroğlu çok muhtemelen “solun bütünleşmesi” hayallerinin mimarı olacak. Nitekim Rahşan Ecevit dün “daha önce birlikte çalıştığı arkadaşları ve Ecevit’e gönül vermiş yurttaşları, CHP Genel Başkanlığı’na adaylığını açıklayan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’ye destek olmaya” çağırdı.
Elimizde bilgi yok ama Kılıçdaroğlu ekibi eğer bu rüzgarı iyi kullanabilirse özü itibariyle aynı görüşleri paylaşan ama yıllardır bir türlü birleşemeyen öteki “sol” partileri ve hareketleri CHP çatısı altında birleştirebilir inancındayız. Yeter ki (CHP’ninkiler dahil) siyasi partilerin merkez kadrolarının “başkası gelirse yerimizden olabiliriz” korkusuyla çıkardıkları engellerin üstesinden gelinebilsin.
Bir nokta daha var:
Kılıçdaroğlu bize “parti içi demokrasiyi” hayata geçirme sözü verdi. Cumhuriyetin temel değerleri konusundaki duyarlığı dahil kendi liderliğindeki CHP’nin vizyonunu bugünkü konuşmasında açıklayacağını söyledi. Bekleyeceğiz.
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2010
LAFA nereden başlarsanız başlayın. Ortada ekmek parasını çıkarmak için yerin 540 metre altına inen 30 masumun cansız yatan bedeni ve onları ebediyen kaybeden en az 30 ailenin gözyaşı var. Ve bir de onlara “Bölge insanı bu tür üzüntülere alışık” diyen...
Sonra, “Bu mesleğe giren kardeşlerimiz böyle şeylerin olabileceğini biliyorlar. Mesleğin kaderinde bu var” diyen bir zihniyet var.
Zonguldak’taki Karadon maden ocağında en son 22 Ekim 2009’da denetim yapılmışmış.
Bunu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer söylüyor.
Ama denetlemelerin ne kadar gerçek bir “denetleme” olduğuna dair şu anda elde bilgi yok.
Yazının Devamını Oku 20 Mayıs 2010
SEBEP maalesef alçakça düzenlenmiş bir tuzak oldu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse Deniz Baykal böyle bir nedenle olmasa da CHP Genel Başkanlığı’ndan gitmeliydi.
Bu sütunda kaç kere yazdık. Her yazışımız ardından Baykal’cı bir kısım okuyuculardan da ağır ve suçlayıcı e-mail’ler aldık.
Onlara -ve elbet Baykal’a da- anlatamadık ki, sadece kürsüde güzel konuşmak, sadece fiziği düzgün -hatta yakışıklı- bir politikacı olmak, sadece akademik unvan taşımak, sadece yalan söylemeyen, çalmayan, çalana hoşgörüsü olmayan, sadece medeni bir kişi konumunda bulunan hatta bunların hepsini aynı anda kendi kişiliğinde topluyor olmak yetmiyor.
Bunlara parti içi ikbal oyunlarını bilmeyi ve aklınıza gelecek birkaç başka niteliği de ekleyin.
Yine yetmiyor.
Yazının Devamını Oku 19 Mayıs 2010
CHP’yi ve Deniz Baykal’ı bitirmek için Kurultay’dan sadece 3 hafta öncesine ayarlayarak alçakça bir tuzak kuranların hesabı çok çabuk ters döndü. Birbirine düşeceği sanılan CHP delegeleri tam tersine kenetlendi. O kadar ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığı Kurultay’dan bir hafta önce kesinleşti.
Ve görünen o ki, “Bir şer (kötülük) bir hayr (iyilik) doğurdu.”
Bu durumda Deniz Baykal’a da yeni Genel Başkan adayını destekleyeceğini ilan etmekten başka seçenek kalmadı.
Ancak CHP’nin içinde bulunduğu heyecan havası taze iken söylenecekler var.
Hem Kılıçdaroğlu’na hem de delegelere...
Önce Kılıçdaroğlu’na söyleyelim:
Şu anda sizi kabul edip kucaklamaya hazır bir geniş kamuoyu var. Ama ne genel kamuoyu ne de CHP örgütü sizin çok temel konulardaki görüşlerinizi bil(mi)iyor.
CHP’li olmanız elbet bu partinin politikalarını benimsediğinizi gösterir ama, Cumhuriyet’in kurucu değerlerine ne kadar bağlısınız? Bu konuda akılda kalan hiçbir açıklamanız yok.
Bunun içine elbet “laiklik” ilkesi giriyor, “PKK terörüne karşı partinin izleyeceği politika” giriyor. “Üniter ulus-devlet” giriyor. “Lozan”a nasıl baktığınız giriyor.
Sonra demokrasiye, hukuk devleti ilkesine, Avrupa Birliği’ne nasıl baktığınızı, Türkiye’yi daha demokratikleştirecek çabalara ne kadar destek vereceğinizi kamuoyunun öğrenmesi gerekiyor.
Bunlardan çok daha kolay yanıtlayacağınız bir konu var. “İşsizliğe karşı hangi somut çözümleri” getireceksiniz?
En azından bunların yanıtını bilmezsek, Tansu Çiller’i Doğru Yol Partisi’nin başına getirenlerin estirdiği heyecan rüzgârını izleyen derin hayal kırıklığı gibi bir dönemi yaşayabiliriz.
Bir de tavsiyemiz var:
Daha Kurultay’a gelmeden, hem yukarıdaki sorulara yanıtlarınızı kamuoyu ile paylaşınız hem de çok acele bir “tüzük değişikliği” komisyonu oluşturarak milletvekili ve yerel yönetim adaylarını belirleme yetkisini (sağlıklı işleyen bir önseçim mekanizması kurarak) parti örgütüne bırakınız. Bu yetkinin yüzde 10 gibi bir bölümünü genel merkeze alabilirsiniz ama önce “lidervekillerinin” gerçekten “milletvekili” olmasının önünü açınız.
Bu bağlamda ilk olarak, Meclis Grup Salonu’na girdiğiniz zaman milletvekillerinizin ayağa kalkması ayıbına son veriniz.
Örgüte gelince:
Lütfen artık seçimlerden üç ay öncesine kadar pinekleyen, üç ay kala “Aday kim olacak?” kavgasına tutuşup birbirinin gözünü oyan bir örgüt olmaktan çıkınız.
Hem her gün halka gidiniz. Seçmenleri tek tek inceleyip yardımcı olunuz. Hem de “siyaset üretmeyi” ve bunu parti platformlarında tartışıp partiye yön ve dinamizm kazandırmayı deneyiniz. Örneğin aynen eski Kurultay’larda olduğu gibi 33’üncü Kurultay’da bir “Ana Davalar Komisyonu” kurulmasını, parti politikalarının çatısını orada kurmayı sağlayınız. CHP bunları yapan ve sonuç alan bir parti idi.
Partinin kanını iliğini sonraki yılların “tek adam” yönetimi kuruttu.
Tekrar diriliniz.
Yazının Devamını Oku 18 Mayıs 2010
POLİTİKADA 24 saatin bile çok uzun süre olduğunu gösteren bir süreç dün CHP’de yaşandı.
Öğleden sonraki saatlere kadar CHP Genel Başkanlığı’na adaylığını koyan Kemal Kılıçdaroğlu lhine nerdeyse partinin tüm ileri gelenlerinden destek geliyormuş gibi bir hava vardı.
Ama sonra hava bulutlandı.
Nitekim gün boyu, başta partinin Genel Sekreteri Önder Sav ve Parti Meclis Grup Başkanvekilleri ile 58 milletvekilinin (geriye 39 kişi kalıyor) desteğini alan Kılıçdaroğlu’nun karşısına, akşamüzeri partinin Merkez Yönetim Kurulu (MYK) görüntüsü altında bizzat Deniz Baykal çıktı.
Bildiğiniz gibi dün öğleden sonra toplanan MYK hem, “kendilerine danışmaya gerek duymadan Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıklayan Genel Sekreter Sav’ı” görevden çekilmeye davet etti, hem de “Baykal’ın tekrar Genel Başkan olmasını istediklerini” açıkladı.
Yazının Devamını Oku 16 Mayıs 2010
Müneccİm (yıldız falına bakıp geleceği söyleyen kimse) değiliz. Ama olacakları söylemek için ona ihtiyaç olduğunu zaten düşünmüyoruz.
“Deniz Baykal’ı bilmek yeter” diyoruz. Zaten o nedenle 11 Mayıs sabahı burada, “Baykal’ın, 22-23 Mayıs günleri toplanacak CHP Kurultayı’nı yönlendirmekten vazgeçmesi beklenemez” demiştik.
Çok beklemeye gerek kalmadan Deniz Baykal, “Önümdeki pürüzleri temizleyin de geri geleyim” mesajını vermeye başladı bile...
Ağzını her açışta, “Ben istifamı verdim ve o noktadayım” dese de hemen ardından, yıllardır belki yüz defa kullandığı gerekçeyi dile getirdi. “Türkiye önemli bir süreçten geçiyor. Partiyi doğabilecek sakıncalardan korumak lazım.”
Açıkça söylemiyor ama “Peki kim yapar bunu?” sorusunun telaffuz edilmemiş yanıtı ortada:
“Ancak ben yaparım!”
Nitekim “Genel Başkan’ın istifası üzerine adı en fazla telaffuz edilen bir kişi sıfatıyla gidip kendisiyle konuşayım. Eğer geri dönmeye niyeti gerçekten yoksa, belki 22-23 Mayıs’ta toplanacak CHP Kurultayı’nda Genel Başkanlığa adaylığımı koyabilirim” düşüncesiyle kendisini ziyaret eden CHP Meclis Grup Başkanvekili, Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiği yanıt da yeterince ışık tutucu.
Geri dönmeyi düşünmeyen bir “eski” Genel Başkan, potansiyel adaya ne der? Ya “Yürü... Ben de seni desteklerim” der yahut “Kusura bakma Ahmet Bey’e söz verdim. Onu destekleyeceğim” gibi bir söz söyler veya en son ihtimal olarak:
“Ben artık partinin iç işlerine karışmamalıyım. Tarafsız bir çizgide kalırsam partime daha yararlı olurum. O nedenle sana veya başkasına destek sözü veremiyorum. Ama git çalış, yeter desteği bulur da seçilirsen ben de isteyeceğin her yardımı yaparım” anlamına gelecek bir yanıt verir.
Oysa Baykal tam tersini yapmış.
Sözde “partinin bütünlüğünü koruması” kaygısıyla konuşuyormuş gibi yapıyor. “Keşke üzerinde herkesin ittifak ettiği bir aday çıksa” diyor.
Elbet böyle biri olmadığını bildiği için bu şartı koyuyor. Araya “Örgütün beni geri çağırdığını Kılıçdaroğlu da görüyor” anlamında bir cümle sıkıştırdıktan sonra, o şartı yumuşatıyormuş gibi yapıyor:
Genel Sekreter Önder Sav, Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş, Muhasip Üye Mustafa Özyürek gibi kendisine sadakatinden emin olduğu parti yöneticilerine gitmesini, onların desteğini sağladıktan sonra adaylığını ilan etmesini salık veriyor.
Tamam... Deniz Baykal iyi hatiptir, medeni adamdır, dürüsttür, çok deneyimli bir politikacıdır, karizması olan bir liderdir, son zamanlarda tuhaf mesajlar vermeye başlasa da “CHP ilkelerine bağlı” biridir.
Evet ama, parti içi demokrasiyi boğan, Genel Başkanlık’tan ayrılmamak için parti tüzüğüne, hiçbir insaf sahibinin kabul edemeyeceği koşullar koyduran, örgütü “Genel Başkan’ın adamları” derekesine indiren, bu yüzden politika üretmeyen bir yığına dönüştüren de odur.
CHP ve Türkiye ilanihaye Deniz Baykal’a mecbur mudur?
Yazının Devamını Oku