Biliyorsunuz bugünkü iktidar, Anayasa’da değişiklik yapmayı aklına koyunca ilk iş olarak “Anayasa değişikliğinin halkoylamasına sunulmasına ilişkin” yasanın, “Oylama, Meclis’ten geçen metnin Resmi Gazete’de yayınlanmasından 120 gün sonraki pazar günü yapılır” anlamındaki maddesini değiştirerek süreyi 60 güne indirdi.
Maksat çok muhtemelen, yapılan değişiklik içeriğinin Anayasa Mahkemesi’nde incelenip karara bağlanmasına yetecek kadar zaman bırakmadan “oylama” işini bitirip, “Oldu da bitti... Maşallah!” demekti. Ama şimdi önümüzdeki 4 ay bu konunun karara bağlanmasına yetiyor.
Görüldüğü gibi “yasa yapma” konusundaki beceriksizlikleri burada da ayaklarına dolandı.
Yasayı çıkardılar, süreyi 60 güne indirdiler ama, Anayasa’nın 67’nci maddesinin son fıkrasındaki “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” diyen hükümle, öteki yasadaki “Halkoylamasında, seçimlerin temel hükümleri hakkındaki yasanın uygulanacağına” ilişkin hükmü anlaşılan ki göz ardı etmişler.
CHP’de Osmanlı geleneği sürdürülür.
Osmanlı geleneği bilirsiniz “devletin yüksek menfaati için gerekirse şehzade başının kesilmesine(!)” izin verir.
Gerçi bu durum öteki partilerde de pek farklı değildir ama, en eski ve köklü parti olması nedeniyle CHP’nin bu geleneği sürdürmesi öncelikle onun ayıbıdır.
Nitekim Deniz Baykal da “lider” olalı beri, parti içinde şöyle bir ilgi çeken isim olursa önce onu sıfırlamayı ihmal etmedi.
Elbet bunu Osmanlı usulü yapması gerekmiyordu.
Yeni yetişen ve ileride liderliğe aday olabileceği anlaşılan kişinin önce parti içinde önü kesilir. Örneğin o yetenek kendisini belli konuda gösteriyorsa, Meclis’te parti adına yapılacak konuşmalarda sözcülük görevi bir başkasına verilir. Böylece onun hevesi, heyecanı kırılır.
O yetmedi mi?
Yazdığına göre “1960’da Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nde Ecvet Güresin’e ve Yılmaz Çetiner’e haksızlık yapmışız”. Bunun ayrıntısını Özkök, “Hürriyet’in Başyazarı Oktay Ekşi’den öğrenebilir”miş.
Belli ki “bulaşmak” ve mümkünse dikkat çekmek istiyor.
Bunun üzerine “Güresin’e ve Çetiner’e o Cemiyet’te hiçbir haksızlık yapılmadığını” söyleyerek, “Ne biliyorsa ağzında gevelemeden açıklamasını” Barlas’tan istedim.
Hem “gammaz” hem “demagog” olduğu bilinen bir gazeteciye sığındı. O gazeteci Yılmaz Çetiner’in “Nefes Nefese Bir Ömür” isimli anılarında sanki “Ecvet Güresin’e ve kendisine (Çetiner’e) yapılan haksızlıklar anlatılıyormuş” gibi bir şey yazmış.
Önemli bir hatip, güçlü bir lider gitti.
Ancak unutmayalım:
Bu “dönüşü olmayan” bir gidiş değildir. Ama bu aşamada gerekli olan bir gidiştir.
Olayın kendisine gelince:
Tahmin ettiğiniz gibi CHP lideri Deniz Baykal’ın özel yaşamına yapılan ağır saldırıdan söz ediyoruz: Baykal’ın CHP’li bir hanım milletvekiliyle ilişkisi varmış.
Biz dün Anadolu şehirlerinden birinde idik. Konuştuğumuz insanlar içinde, “Deniz Baykal’ın bir hanımla evlilik dışı ilişkisi olduğunu gösteren video görüntülerinin, ahlaksızlığı ile şöhret kazanmış bir web sitesinde yayınlandığından ve kısa sürede tüm ülkede öğrenildiğinden” haberdar olmayan yoktu.
Denen görüntüleri biz de izledik.
Ve herkes gibi elbet biz de şoke olduk.
Dahası, hemen herkes gibi biz de “Bu olay Deniz Baykal’ın siyasi yaşamını bitirir” dedik.
Öyle ya... Geriye doğru bakınca akla gelen pek çok örnek, (İngiltere’de Savunma Bakanı John Profumo, Türkiye’de İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş akla ilk anda gelenler) böyle bir skandal nedeniyle hemen görevlerinden istifa etmişlerdi.
Peki ama aynı şeyi Deniz Baykal için de söylemek mümkün mü?
Gerçekten vicdanı olan hiç kimse, Anayasa değişikliği paketinin birinci tur oylamaları sırasında iktidar milletvekillerinin, aslında “gizli” olması gereken oylarını bir başkasına gösterdiğini tespit eden görüntüler basına yansıyalıberi oylarını “özgürce” kullandıklarını reddedemez.
Tabii sadece “oy hücresine” girdiği andan, çıkıp oyunu attığı ana kadar olan süreçten söz ediyorsak bu söz doğrudur.
Yok, ondan öncesini de sözün içine katacaksak, durum hiç de öyle değil.
Nitekim “paket”in siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin kuralları düzenleyen maddesinin “kabul” için gerekli 330 yerine 327 oy alarak “reddedilmiş sayılması” ardından yaşananlar, iktidar partisi milletvekillerinin hiç de “fikri hür, vicdanı hür” bireyler gibi hareket etmesine imkân bırakmadı.
O kadar ki Başbakan Erdoğan’ın, gazetecilere bunları söylemesinden az önce toplanan parti Meclis grubunda da öneriye “evet” demeleri için milletvekillerini düpedüz baskı altında tutan sözler söylediği bildirildi.
Peki bunu yapmasında kurallara, parlamenter geleneklere aykırı bir taraf var mı?
Hayır yok!