Oktay Ekşi

Hukuka kızgınlar

15 Mayıs 2010
BU muhteremler ne kadar “hukuka saygı”dan söz etseler de, iş olayla sınanmaya gelince, takke düşüyor ve sakladıkları kel, kabak gibi ortaya çıkıyor.<br><br>Aynen Anayasa değişikliği paketinin halkoylamasına 12 Eylül 2010 Pazar günü sunulacağına ilişkin Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararına gösterdikleri tepki gibi.

Biliyorsunuz bugünkü iktidar, Anayasa’da değişiklik yapmayı aklına koyunca ilk iş olarak “Anayasa değişikliğinin halkoylamasına sunulmasına ilişkin” yasanın, “Oylama, Meclis’ten geçen metnin Resmi Gazete’de yayınlanmasından 120 gün sonraki pazar günü yapılır” anlamındaki maddesini değiştirerek süreyi 60 güne indirdi.

Maksat çok muhtemelen, yapılan değişiklik içeriğinin Anayasa Mahkemesi’nde incelenip karara bağlanmasına yetecek kadar zaman bırakmadan “oylama” işini bitirip, “Oldu da bitti... Maşallah!” demekti. Ama şimdi önümüzdeki 4 ay bu konunun karara bağlanmasına yetiyor.

Görüldüğü gibi “yasa yapma” konusundaki beceriksizlikleri burada da ayaklarına dolandı.

Yasayı çıkardılar, süreyi 60 güne indirdiler ama, Anayasa’nın 67’nci maddesinin son fıkrasındaki “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” diyen hükümle, öteki yasadaki “Halkoylamasında, seçimlerin temel hükümleri hakkındaki yasanın uygulanacağına” ilişkin hükmü anlaşılan ki göz ardı etmişler.

Yazının Devamını Oku

CHP’de liderlik

14 Mayıs 2010
DENİZ Baykal’ın yerine yeni bir lider aranıyor. Kendisiyle görüşen meslektaşlarımıza ve partisinin ileri gelenlerine o, “Kafamda isim yok” diyor.<br><br>Doğrudur. CHP liderinin yerine isim bulmak -Ecevit’in İsmet İnönü’ye rağmen seçilmesi hariç- her zaman zor olmuştur.<br><br>Nedenine gelince...

CHP’de Osmanlı geleneği sürdürülür.
Osmanlı geleneği bilirsiniz “devletin yüksek menfaati için gerekirse şehzade başının kesilmesine(!)” izin verir.
Gerçi bu durum öteki partilerde de pek farklı değildir ama, en eski ve köklü parti olması nedeniyle CHP’nin bu geleneği sürdürmesi öncelikle onun ayıbıdır.
Nitekim Deniz Baykal da “lider” olalı beri, parti içinde şöyle bir ilgi çeken isim olursa önce onu sıfırlamayı ihmal etmedi.
Elbet bunu Osmanlı usulü yapması gerekmiyordu.
Yeni yetişen ve ileride liderliğe aday olabileceği anlaşılan kişinin önce parti içinde önü kesilir. Örneğin o yetenek kendisini belli konuda gösteriyorsa, Meclis’te parti adına yapılacak konuşmalarda sözcülük görevi bir başkasına verilir. Böylece onun hevesi, heyecanı kırılır.
O yetmedi mi?

Yazının Devamını Oku

Asıl komplo

13 Mayıs 2010
DAHA önce de yazdık. Kamuoyu denen “saflar” sürüsünü her gün yeni bir “Cambaza bak!” numarasıyla öyle güzel meşgul ediyorlar -hatta uyutuyorlar- ki, siz “Yargıyı iktidarın emrine sokacak Anayasa değişiklikleri engellenmelidir” diye yırtının. Bir “seks kasedi” gündemi anında tersine çeviriyor. Nitekim kamuoyu “Deniz Baykal geri gelir mi? Gelmezse yerine kim seçilir?” sorusuyla vakit geçirirken Anayasa değişikliğinin yasal süreci tamamlamasıyla ilgili işlemler tıkır tıkır yürüyor.
Bugünkü tartışmaların tavsadığı günlerde yeni bir kaset yahut yeni bir suçlama dosyası daha çıkarsa hayret etmeyin. Çünkü bu iktidar, gündem değiştirmede çok başarılı. Üstelik ellerinin altında “daha pek çok dosya olduğunu” arada sırada çıtlatmaktan zevk duyuyorlar.
Ama doğrusunu konuşalım:
Biz bu kampanyanın bu iktidarın yerli kadrolarıyla yürütülebileceğine inanmıyoruz. Çünkü her şey son derece profesyonelce -ve biraz da CIA desteği varmış gibi- tezgâhlanıyor.
Amaç da belli:
Sadece muhalefeti -son olayda Deniz Baykal’ı- gözden düşürmek değil. Amaç bize kalırsa çok daha kapsamlı. Daha açık ifadeyle, Cumhuriyet’i kuranların benimsediği “pozitivist” felsefeyi doğru bulan ne kadar kişi, ne kadar kurum varsa, hedefte onların tamamı var. Çünkü bu devleti “aklî” zeminden “naklî” zemine kaydırabilmek -böylece ulus-devleti, ümmet devletine dönüştürmek için- için başka seçenekleri olmadığını düşünüyorlar.
Haksız da değiller.
Biz Deniz Baykal’ı siyasi hayattan silmek için onu pusuya düşüren alçakça tertibi, bu dizinin o nedenle son halkası olarak görüyoruz.
İsterseniz son üç yıla yakın süredir yaşadıklarımızı birlikte anımsayalım:
Sözünü ettiğimiz kampanyanın “provası”, Van’daki Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin Atatürkçü Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın “Çıkar sağlamak için çete kurmak” dahil 10 ayrı suçla (örneğin tarihi eser kaçakçılığı yapmak, ihaleye fesat karıştırmak vb.) suçlanıp tutuklanmasında yaşandı. Aşkın’ın makamı, evi didik didik arandı. Kendisi ve üniversite yönetim kadrosunun bir kısmı tutuklandı.
Aynı şeyler sonra “kozmik oda” baskınlarıyla, “Arınç’a suikast” suçlamalarıyla yaşanmadı mı?
Bu gaddarlık, bu zulüm gerçi sonuç vermedi ama Özel Yetkili Mahkeme denen yarı siyasi yargı kurumları “tutuklama” yetkisini kötüye kullanarak ellerindeki insanları “yargılamadan cezalandırmış” oldu.
Bu örneğin daha sonra tekrarlandığını ve hâlâ tekrarlanmakta olduğunu reddedebilir misiniz?
Dahası... Cumhuriyet’in, henüz üzerine gidilmemiş, itibarıyla oynanmamış (üniversite, silahlı kuvvetler, yargı, medya dahil) kaç kurumunun, “Seni de yakarız” tehdidine hedef olmadığını düşünebilecek kaç aydınının kaldığını söyleyebilirsiniz?
Gördüğünüz gibi Cumhuriyetimiz, sistemli bir tahrip kampanyasının yahut ona yönelik bir suikast tertibinin hedefidir. Gerçek budur.
İhanet onu korumaya namusu üzerine yemin edenlerden kaynaklandığına göre, çare onu korumaya kararlı olanların hukuk içindeki örgütlülüğündedir.
Yazının Devamını Oku

Saptırmayalım

12 Mayıs 2010
MEHMET Barlas marifetli bir meslektaşımızdır. Marifeti, gerçekleri bozarak aktarma ve tartışırken konuyu saptırmadır. Nitekim Ertuğrul Özkök’ün, “Eskiden basınımızda meslektaşlarını onların patronuna gammazlayan yoktu, onlar yeni türedi” anlamındaki yazısına müdahale etti. “Özkök o dönemleri bilmez” dedikten sonra konuyu saptırarak bizi suçladı.

Yazdığına göre “1960’da Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nde Ecvet Güresin’e ve Yılmaz Çetiner’e haksızlık yapmışız”. Bunun ayrıntısını Özkök, “Hürriyet’in Başyazarı Oktay Ekşi’den öğrenebilir”miş.

Belli ki “bulaşmak” ve mümkünse dikkat çekmek istiyor.

Bunun üzerine “Güresin’e ve Çetiner’e o Cemiyet’te hiçbir haksızlık yapılmadığını” söyleyerek, “Ne biliyorsa ağzında gevelemeden açıklamasını” Barlas’tan istedim.

Hem “gammaz” hem “demagog” olduğu bilinen bir gazeteciye sığındı. O gazeteci Yılmaz Çetiner’in “Nefes Nefese Bir Ömür” isimli anılarında sanki “Ecvet Güresin’e ve kendisine (Çetiner’e) yapılan haksızlıklar anlatılıyormuş” gibi bir şey yazmış.

Yazının Devamını Oku

Öteki ihtimaller

11 Mayıs 2010
Olayı saptırmayalım. Deniz Baykal’ı CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmek zorunda bırakan görüntülerin bire bir gerçeği yansıttığında kuşku yok.<br><br>Belli ki profesyonelce hazırlanmış bir tuzağa düşmüşler. Nitekim Baykal, aldığı siyasi terbiyenin gereğini yaparak Genel Başkanlık’tan çekildi.

Önemli bir hatip, güçlü bir lider gitti.

Ancak unutmayalım:

Bu “dönüşü olmayan” bir gidiş değildir. Ama bu aşamada gerekli olan bir gidiştir.

Olayın kendisine gelince:

Yazının Devamını Oku

Bir dakika!

9 Mayıs 2010
ALÇAKLIĞIN maalesef sınırı yok. Hele ortam onu teşvik edici ise insanoğlunun nelere tenezzül edebildiğinin son örneği iki gündür kamuoyumuzu meşgul ediyor.

Tahmin ettiğiniz gibi CHP lideri Deniz Baykal’ın özel yaşamına yapılan ağır saldırıdan söz ediyoruz: Baykal’ın CHP’li bir hanım milletvekiliyle ilişkisi varmış.

Biz dün Anadolu şehirlerinden birinde idik. Konuştuğumuz insanlar içinde, “Deniz Baykal’ın bir hanımla evlilik dışı ilişkisi olduğunu gösteren video görüntülerinin, ahlaksızlığı ile şöhret kazanmış bir web sitesinde yayınlandığından ve kısa sürede tüm ülkede öğrenildiğinden” haberdar olmayan yoktu.

Denen görüntüleri biz de izledik.

Ve herkes gibi elbet biz de şoke olduk.

Dahası, hemen herkes gibi biz de “Bu olay Deniz Baykal’ın siyasi yaşamını bitirir” dedik.

Öyle ya... Geriye doğru bakınca akla gelen pek çok örnek, (İngiltere’de Savunma Bakanı John Profumo, Türkiye’de İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş akla ilk anda gelenler) böyle bir skandal nedeniyle hemen görevlerinden istifa etmişlerdi.

Peki ama aynı şeyi Deniz Baykal için de söylemek mümkün mü?

Yazının Devamını Oku

İki soruya yanıt

8 Mayıs 2010
ADALET ve Kalkınma Partisi iktidarı, dediğini yaptı. Böylece Anayasa’nın 24 maddesini değiştirmeyi amaçlayan kavganın birinci perdesi Meclis Başkanı M. Ali Şahin’in “336 kabul, 72 ret, 1 oy boş” açıklamasıyla kapandı. Ama “pandomim” bitmedi. Çünkü önümüzde bir de “halkoylaması” süreci var. Hem de sürprizli... Ama sürprizi sona saklıyoruz...
Anayasa söz konusu olunca biz tanınmış bilim adamı Prof. Dr. Erdoğan Teziç’e zihnimize takılan şeyleri sorarız. Pek nadiren (şu meşhur 367 meselesi gibi) hususlar hariç, aynı görüşü paylaşırız. Ama dün, Ankara Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mithat Sancar’ın, “Yapılan değişikliğin referandumdan önce Anayasa Mahkemesi’ne götürülemeyeceğine” ilişkin sözlerini okuyunca Prof. Teziç’in görüşünü sorduk.
Prof. Sancar özetle, “Meclis’ten mecburi referandum sınırında kabul edilerek geçen metin halkoyundan geçmedikçe mevcut değildir” diyor, henüz yasalaşma süreci tamamlanmamış metin için Anayasa Mahkemesi’ne gitmenin doğru olmayacağını söylüyordu.
Oysa Prof. Teziç özetle, “Eğer o görüş doğru olsaydı, referandumdan sonra metnin Resmi Gazete’de tekrar yayımlanması gerekirdi. Oysa referandumla ilgili kuralları düzenleyen yasa, referandum sonucunun Yüksek Seçim Kurulu tarafından yayınlanmasını, yasanın yürürlüğe girmesi için yeterli sayıyor. Çünkü referandumdan önce Cumhurbaşkanı’nın Resmi Gazete’ye gönderdiği metni “yasa metni” olarak görüyor” dedi.
Kaldı ki Anayasa Mahkemesi, bu soruyu malum “Cumhurbaşkanının halkoyu ile seçilmesini” öngören Anayasa değişikliği muhalefet tarafından kendisine getirilince tartışmış. Neticede, 5 Temmuz 2007 tarihli, 2007/68 sayılı kararında, “Evet, referandumdan önce yapılan başvuruyu Anayasa Mahkemesi inceler” demiş.
Demek ki sağda solda çırpınıp “Anayasa Mahkemesi’ne gideceklerse referandumdan sonra gitsinler” demenin zerre kadar anlamı yok.
Ama asıl sürpriz o değil. Meğer Prof. Teziç, “Referandum ne zaman yapılabilir?” sorusu üzerinde çalışıyormuş.
Hani gazetelerde “Referandumun temmuz sonlarında” yapılacağına ilişkin haberler okuyoruz ya...
Hoca hiç de öyle düşünmüyor. Çünkü özetle:
“Eğer Anayasa’nın ‘Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz’ diyen 67’nci maddesinin son fıkrası ile, Anayasa değişikliğinin halkoyuna sunulması hakkındaki 3376 sayılı, 23 Mayıs 1987 tarihli yasanın: ‘Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri tatbik edilir’ diyen hükmü birlikte okunduğu zaman, “referandumun” önümüzdeki 60 günün sonunda değil, önceki yasanın emrettiği gibi 120’nci günün sonunda yani ancak Eylül’de halkoylamasına sunulacağı görülür” diyor.
Öyle ya... Referandum öncesindeki süreyi 120’den 60 güne indiren yasa 10 Mart 2010 tarihinde kabul edilmemiş miydi?
Yazının Devamını Oku

Sahiden özgürler mi?

7 Mayıs 2010
DOĞRU söze ne denir? Dün gazetecilerle sohbet eden Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Anayasa oylamalarını kastederek, “Bizde baskı yok. Kendi partisine, milletvekillerine baskı yapan halkına da baskı yapar. Bugüne kadar herkes özgür iradesiyle oyunu kullandı; bundan sonra da aynı şekilde kullanacak” dediği bildiriliyor.

Gerçekten vicdanı olan hiç kimse, Anayasa değişikliği paketinin birinci tur oylamaları sırasında iktidar milletvekillerinin, aslında “gizli” olması gereken oylarını bir başkasına gösterdiğini tespit eden görüntüler basına yansıyalıberi oylarını “özgürce” kullandıklarını reddedemez.
Tabii sadece “oy hücresine” girdiği andan, çıkıp oyunu attığı ana kadar olan süreçten söz ediyorsak bu söz doğrudur.
Yok, ondan öncesini de sözün içine katacaksak, durum hiç de öyle değil.
Nitekim “paket”in siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin kuralları düzenleyen maddesinin “kabul” için gerekli 330 yerine 327 oy alarak “reddedilmiş sayılması” ardından yaşananlar, iktidar partisi milletvekillerinin hiç de “fikri hür, vicdanı hür” bireyler gibi hareket etmesine imkân bırakmadı.
O kadar ki Başbakan Erdoğan’ın, gazetecilere bunları söylemesinden az önce toplanan parti Meclis grubunda da öneriye “evet” demeleri için milletvekillerini düpedüz baskı altında tutan sözler söylediği bildirildi.
Peki bunu yapmasında kurallara, parlamenter geleneklere aykırı bir taraf var mı?
Hayır yok!

Yazının Devamını Oku