Sene sonuna kadar zorunlu afet sigorta Meclis gündemine gelecek ve yasalaşacak. 1 Ocak 2025 tarihinden itibaren de uygulanmaya başlayacak. Bir başka ifade ile de 1 Ocak’tan itibaren artık tüm konutlar zorunlu olarak afet sigortasını yaptıracak.
Bugün, Türkiye genelinde sigortalanabilir 20 milyon konutun 11 milyonunun zorunlu deprem sigortası bulunuyor. Zorunlu afet sigortası uygulamaya girdiğinde sigortalı konut sayısı 16 milyona çıkacak ki, bu da konutların yüzde 80’inin afet sigortası kapsamına alınacağı anlamına geliyor. Peki, afet sigortası neleri kapsayacak, mevcutta zorunlu deprem sigorta poliçesi olanlar ne yapacak? Madde madde anlatayım. Önce şunun altını çizeyim: Zorunlu afet sigortasının en önemli özelliği, afet sonrası vatandaşların acil ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için 150 bin TL acil ihtiyaç teminatını içermesi.. Gelelim detaylara.
ELEKTRİK, SU, DOĞALGAZ, İNTERNETTE ZORUNLU
-2000 yılından bu yana DASK kapsamında uygulanan zorunlu deprem sigortası 1 Ocak 2025 tarihi itibariyle kalkıyor, yerine yine DASK kapsamında zorunlu afet sigortası geliyor.
-Zorunlu afet sigortası, başta deprem, sel, heyelan, su baskını, fırtına, dolu ve orman yangını olmak üzere tüm afetleri kapsayacak.
-Zorunlu deprem sigortasının kapsamı dışında tutulan köy alanları ve köylerdeki konutlar, zorunlu afet sigortası kapsamına alınacak. Böylece köylerdeki konutlar zorunlu afet sigortası yaptırabilecek.
-Deprem sigortasında olduğu gibi afet sigortası da zorunlu olacak ve tüm konutlar sigortayı yaptıracak.
-Zorunlu afet sigortası elektrik, su, doğalgaz, internet aboneliklerinde ve tapu işlemlerinde zorunlu olacak. Yani, afet sigortası olmayan konuta elektrik, su, doğalgaz, internet bağlanmayacak.
Bu sefer yazacaklarıma sigortacılar da hak verecek. Hatta yazdıklarımı okuyunca vatandaş hem şaşıracak hem de yaptığım tespite hak verecek. Özeti şu; konut sigortası yaptıran vatandaştan alınan vergi ile sigortasız vatandaşın evindeki yangın söndürülüyor. Garip değil mi? Şimdi konuyu biraz açayım.
Bugün konut ve işyeri için sigorta taptıranlardan Yangın Sigorta Vergisi adı altında bir vergi kesiliyor. Konutunu ve işyerine özel sigorta yaptıran herkes bu vergiyi ödemek zorunda. Vergi oranı da yüzde 10. Sigorta şirketi sigortalıdan alacağı primin üzerine bu yüzde 10’luk Yangın Sigorta Vergisi’ni zorunlu olarak ekliyor. Öreğin, konutunuzu yangına karşı sigortalattınız, primi de 5.000 lira tuttu; sigorta şirketi yüzde 10’luk vergi tutarını bunun üzerine ekliyor ve sizin priminiz 5.500 lira olur.
YANGIN SİGORTA VERGİSİ
Peki, bu vergi kime ödeniyor? Sigorta poliçelerinden toplanan Yangın Sigorta Vergisi olduğu gibi belediyelerin kasasına giriyor. Yıllardır da bu vergi kesilip, sigorta şirketleri tarafından belediyelere ödeniyor. Kabaca, işyerlerinin yüzde 90’ınının, konutların ise yüzde 25’inin sigorta yaptırdığını düşünün, bunların primlerini şöyle bir hesap edin; belediyelere yangın vergisi adı altında her yıl ne kadar prim ödendiğini varın siz düşünün.
Niye böyle bir vergi kesiliyor? Verginin amacı, yangından korunma masrafları ile itfaiye hizmetleri için fon yaratmak. Özetle, verginin amacı, belediye sınırları içindeki itfaiye hizmetlerini desteklemek. Hoş, itfaiye olmayan yerlerde satılan poliçelerden de bu vergi kesiliyor ya; hadi neyse.
SADECE SİGORTALI ÖDÜYOR
Şimdi gelelim işin hem garabet tarafına hem de haksızlık boyutuna. Bu vergiyi sadece konutunu, işyerini sigortalayanlar ödüyor; sigorta yaptırmayanlardan bu vergi kesilmiyor. İtfaiye hizmeti ücretli mi? Hayır; yangın, trafik kazası, sel, çökme gibi acil olaylara müdahalede itfaiye hizmetleri ücretsiz. Düşünün; aynı mahallede iki konutta yangın çıkıyor, biri sigortalı, diğeri sigortasız. İtfaiye ikisini de söndürüyor ama sigortalı olandan vergi adı altında hizmet bedeli alıyor, sigortasız olana bedava hizmet veriyor.
HAKSIZLIĞA SON VERİLMELİ
YAZILARIMDA ara ara işverenlerin eleman bulmakta zorlandığına değiniyorum. Kimi yazılarımda da bu konudaki istatistikleri paylaşıyorum. Mesela, sadece 2023 yılında, 204 binden fazla işyeri, 560 binden fazla aradığı elemanı bulamadı. İmalat, toptan, perakende, ticaret ve inşaat, aradığı elemanı bulamayan sektörlerin başında geliyor. Bu sektörlerde, temininde güçlük çekilen kişi sayısı, toplam temininde güçlük çekilen kişilerin neredeyse yüzde 70’ini oluşturuyor.
ADAY HAVUZ SİSTEMİ KURULDU
Bunları niye yazdım? İŞKUR, eleman bulamayan işverenlere yönelik önemli bir adım attı ve Aday Havuz Sistemi kurdu. Sistemin sloganı da, ‘Aradığın aday bir tık uzağında’. İşverenler havuz sistemi sayesinde, ihtiyacı olan elemanı arıyor, adayı seçiyor ve işe başlatıyor.
Sistem hakkında biraz detay anlatayım. Malum, İŞKUR sisteminde işverenler aradığı eleman için İŞKUR’a ilan veriyor; iş arayanlar ise İŞKUR’a başvuruyor ya da kayıt oluyor. İş arayanlar İŞKUR’un sistemine girip, yaşadıkları şehirde, kendi vasıflarına uygun eleman arayan işverenleri buluyor. Tabi bu uzunca bir süreç. İşveren ilan verecek, başvuru sürecini bekleyecek, iş arayan sisteme kayıt olacak, falan.
Yeni uygulamaya giren Aday Havuz Sistemi, bu süreci kısaltıyor. Nasıl mı? Bir kere işverenler artık ilan vermiyor. Havuz sistemine girip, kendi kriterlerine uygun adayları, Aday, Havuz Sistemi üzerinden buluyor. Daha açık şöyle anlatayım. İŞKUR, iş arayanları, başta eğitim durumu, iş aradığı sektör, iş aradığı şehir gibi kriterlere göre bir havuz sisteminde toplamış. Buna da Aday Havuz Sistemi denmiş. İşte, işverenler bu sisteme giriyor ve aradığı aday elemanı kendi seçiyor, adayın özgeçmişine bakabiliyor ve bulduğu elemana da yine sistem üzerinden mesaj gönderebiliyor.
İŞKUR’A KAYIT GEREKMİYOR
İŞKUR sisteminde hem işverenlerin hem de iş arayanların İŞKUR’a kayıtlı olması gerekiyor. Aday Havuz Sistemi’nde ise bu uygulama kaldırılmış. İŞKUR’a kayıtlı olsun, olmasın tüm işverenler sisteme giriş yapabiliyor; aradıkları elemana ulaşmak istediklerinde de yine kuruma kayıt şartı aranmıyor.
Önce boğazda yanmayla başlıyor, ardından halsizlik ve ateş ama yüksek ateş değil, sonrasında öksürüğe çeviriyor. Hoş, kimle konuşsam, aynı dertten yakınıyor.
Doktorlarla konuşuyorum, ciddi bir grip salgını olduğundan bahsediyor. Kimi doktor ise salgını Covid’in yeni versiyonu olarak tanımlıyor. Yine konuştuğum kişilerin kimisi, ‘grip aşısı olmadın mı?’ diye soruyor, kimileri de ‘aman grip aşısı olma’ diyor. Ben grip aşısı olanlardan değilim ama biraz araştırma yaptım. Bu vesile ile ara ara okuyuculardan gelen ‘grip aşısını devlet ödüyor mu?’ sorusuna da açıklık getirmiş olurum.
EKİM AYI AŞI İÇİN UYGUN ZAMAN
Önce, Sağlık Bakanlığı’nın, grip aşısı konusundaki tavsiyelerini özetle paylaşayım. Bakanlık, aşının, yapıldığı grip sezonu için etkili olduğunu belirtiyor ve eskiden geçirilmiş grip hastalığı ya da uygulanmış grip aşısına bakılmaksızın mevsimsel gribe karşı etkin bir korunma sağlanması için her yıl grip aşısı yaptırılması gerektiğini savunuyor. Aşının koruyucu etkisi, aşı yapıldıktan iki hafta sonra başlayacağı için aşının en uygun zamanı, gribin sık görülmeye başladığı dönemden hemen öncesi. Bakanlık, ekim ve kasım aylarının grip aşısının yapılma zamanı olarak tercih edilmesi gerektiğini de öneriyor. Mart ayının sonuna kadar da grip aşısı yaptırılabiliyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre de grip virüsü her yıl 1 milyar kişiyi hasta ediyor, bunların 3-5 milyonu ciddi vaka olarak görülüyor ve 300-650 bin kişi ise grip salgınından hayatını kaybediyor.
KİMLERİN AŞILARI ÖDENİYOR?
Peki, grip aşısını devlet karşılıyor mu? Daha doğrusu grip aşısını SGK ödüyor mü? Ödüyor, ama herkesin aşısını karşılamıyor. Yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliği’nde (SUT), kimlerin grip aşısını SGK’nın karşıladığı, tek tek sıralanmış. Öncelikle, 65 yaş ve üstü kişilerin, yaşlı bakımevi ve huzurevlerinde kalanların grip aşısı bedelini doktorların reçete etmesi halinde sadece Eylül-Şubat tarihleri arasındaki dönemde SGK karşılıyor. Aynı şekilde 65 yaş ve üzeri kişilerin rapor aranmaksınız 5 yılda bir zatürre aşı bedelleri de SGK tarafından ödeniyor.
Geçen hafta 13’üncüsü kutlanan Sigorta Haftası kapsamında düzenlenen Uluslararası Sigorta Zirvesi’nde birçok sigorta şirketi yöneticisi ile bedeni hasar havuzunu konuştuk. Herkesin bu konudaki fikri farklı olsa da ortak buluştukları nokta, trafik sigortasındaki soruna köklü çözüm getirilmesi yönünde. Nitekim bu çözümler, Sigorta Zirvesi’ne katılan, Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Osman Çelik’e de aktarıldı.
Sigorta yöneticilerini sorunlar ve çözümler konusunda dinledim. Sizlerle de paylaşayım. Trafik sigortasında sigorta şirketlerinin zarar etmesi –ki, bugünkü zarar tutarı 10 milyar TL, sene sonu bu rakamın 20 milyar TL’ye çıkacağı tahmin ediliyor- ve sürücülerin de fiyatların yüksekliğinden şikayet etmesinin temel nedeni, hasar maliyetlerinin kontrol altına alınamaması; bundan dolayı da şirketlerin önünü görememesi. Maliyeti oluşturan kalemler ise; maddi, vefat ve sakatlıktan kaynaklanan bedeni hasarlar ve değer kaybı tazminat. Hasarların yüzde 45’i bedeni, yüzde 25’i değer kaybı, yüzde 30’u da maddi hasarlardan oluşuyor.
ÖLÜM TAZMİNATINA STANDART
Peki, sorun nerede? Aslında bu üç alanda da sorun var. Mesela, bedeni tazminat hesaplamasında bir standart yok. Standart vardı ama Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz yıllarda hesaplama yöntemini iptal etti. Bu durumda da sigortacılar, trafik sigortasından kime, ne kadar tazminat ödeyeceklerini bilemiyor. Örneğin, 45 yaşında, çalışan, evli, iki çocuklu biri trafik kazasında hayatını kaybettiğinde, geride kalanlara ödenecek tazminatın standart bir hesaplaması yok. Olmadığı için de konu hukuka yansıdığında her mahkeme farklı farklı tazminata hükmediyor. Yöntem olmadığı için de vefat tazminatlarının neredeyse tamamına yakını hukuka yansıyor. Benzer şekilde sakatlık tazminatlarının tespitinde Sağlık Bakanlığı yönetmeliklerine uygun olmayan raporlarla mahkemelere gidiliyor. Mahkemeler de 3-4 yıl sürüyor. Sigortacılar, sigortadan ödenecek bedeni tazminatlara standart getirilmesini istiyorlar ki, kime, ne ödeyeceklerini bilsinler. Bu sayede vatandaş da yıllarca mahkemelerle uğraşmayacak.
ASLINDA DEĞER KAYBI DİYE BİRŞEY YOK
Maliyeti artıran unsurlardan biri de kaza sonrası hasar gören araçlarda trafik sigortasından ödenen değer kaybı tazminatı. Bu konuda da geçmişte bir standart vardı ama Anayasa Mahkemesi iptal etti. İşin ilginç tarafı trafik sigortası, değer kaybı tazminatı diye bir teminatı da içermiyor. İçermediği için de şirketler, bu konuda sürücüden prim almıyor. Yani olmayan teminat, alınmayan prime karşılık şirketler, değer kaybı adı altında bir tazminat ödüyor. Üstelik toplam ödedikleri hasarın yüzde 25’ini değer kaybı tazminatı olarak ödüyorlar. Sigortacılar ne istiyor? Değer kaybı trafik sigortası teminatına konsun, biz de bunun için ayrı prim alalım ki, gelen tazminat taleplerini ödeyelim.
Bir üçüncü maliyet kalemi ise trafik sigortasından ödenen maddi tazminatlara konu hasar onarımında orijinal parça yerine orijinale eşdeğer parça kullanımına izin verilmesi. Bu, hem yerli üretimi destekleyecek hem de ithalata bağımlılığı ve cari açığı azaltacak.
SORUNU ÇÖZMEK KAMUNUN GÖREVİ
Cevap: 12 ay veya daha fazla prim ödenmemiş Bağ-Kur sigortalıları son primi ödenmiş ay itibarıyla sigortaları durduruluyor. Eğer hiç prim ödenmemişse ilk Bağ-Kur tescil tarihinden itibaren sigortalılık süresi durduruluyor. Durdurulan bu süreler sigortalılık süresinden sayılmıyor. Bu nedenle de emekli olamıyorsunuz. Durdurulan hizmet süresini isterseniz yeniden aktif hale getirebilirsiniz. Bunun için cari prim tutarı üzerinden hesaplanacak borç tutarını üç ay içinde ödemeniz halinde durdurulan hizmet süreniz geçerli hale gelir. Böylece emekli olabilirsiniz.
7000 PRİM GÜN İLE 58 YAŞINDA EMEKLİ OLACAKSINIZ
Soru: 1986 doğumluyum. İlk sigorta tarihim 12.3.2006. Şu anda 6000 sigorta primim var. Ne zaman emekli olabilirim? Arzu T.
Cevap: 7000 prim gün ile 58 yaşında emekliliğe hak kazanıyorsunuz. Bu durumda 1000 gün yani 2.5 yıl daha prim ödemeniz gerekiyor. Prim gün sayınızı doldursanız bile emeklilik için 58 yaşını bekleyeceksiniz.
HAMİLE KADINA ANALIK SİGORTASINDAN PARA ÖDENİR
Soru: Eşimin hamileliği uzadı ve geç doğum yaptı. Bu süre içinde çalışmadı. Bu gibi durumlarda analık sigortasından para ödeniyormuş. Bu parayı nereden ve kimden alabileceğiz. Doğum süresi uzaması halinde de bize ödeme yapılır mı? Nevzat K.
Cevap: Bahsettiğiniz konu analık sigortasına giriyor. Gebeliğinin başladığı tarihten itibaren doğumdan sonraki ilk sekiz haftalık, çoğul gebelik halinde ise ilk 10 haftalık süreye kadar olan gebelik ve analık haliyle ilgili rahatsızlık ve engellilik halleri, analık hali kabul ediliyor ve bu süreler için hem iş göremezlik ödeneği hem de emzirme parası ödeniyor. Ödemeyi de SGK yapıyor. Hastanede elektronik ortamda düzenlenen analık raporları SGK sistemine de geçiyor. Burada dikkat edilmesi gereken husus, gebelik nedeniyle istirahat raporu alınmasına karşın çalışılmaya devam edilir veya rapor alınmadan istirahate çıkılırsa SGK ödeme yapmaz. Geç doğum olması halinde ise geçici iş göremezlik ödeneği ayrıca ödeniyor. Geçici iş göremezlik ödeneği ise yatarak tedavilerde günlük kazancın yarısı, ayakta tedavilerde ise üçte ikisi kadardır.
Sene sonu yaklaştıkça da bu konuda okuyuculardan çokça soru alıyorum. Yüzde 35’lere varan maaş farkı nedeniyle yüz binlerce kişi bu yılsonuna kadar emekli olmak istiyor ama bir taraftan da kafalar karışık. Kimileri emekli olunca çalışamamaktan yakınırken, kimileri de emekliliğini ertelerse yüzde 35 daha az maaş almaktan endişe duyuyor. Peki, bu yıl emekli olmakla gelecek yıla bırakmak arasında emekli maaşı açısından ne kadar fark oluşacak, bu farkın nedeni ne ve ne yapılabilir? İşte detaylar...
1-Emekli aylığı nasıl hesaplanıyor?
Emeklilik maaşı hesaplamasında ilk sigortalı olunan tarihe göre, 2000 yılı öncesi, 2000-2008 arası ve 2008 sonrası olmak üzere üç farklı tarih var. Çalışanın ödediği prim gün sayısı, aylık ortalama kazanç, enflasyon, büyüme hızı, aylık bağlama oranı, gösterge rakamına göre maaşlar hesaplanıyor ve değişiyor. 2000 yılı öncesi sigorta girişi olanların gösterge rakamı için, çalışanın yıllık ortalama kazancı hesaplanıyor; aylık bağlama oranının yüzde 60’ı, katsayı için de 12.000 alınıyor. 2000-2008 arası ilk sigorta girişi olanlarda gösterge rakamı yerine güncelleme katsayısı kullanılıyor ve emekli olunacak tarihten bir önceki yılın büyüme hızı (gelişme hızı) ve enflasyonu (TÜFE) hesaba katılıyor. Çalışanın 2000-2008 yıllarında sahip olduğu kazançları güncellenerek ortalaması alınıyor. Kazançların güncellenmesinde de yıllık TÜFE ve gelişme hızının yüzde 100’ü alınıyor. 2008 yılından sonra sigortalı olanlarda aylık kazancın ortalamasına, güncelleme katsayısına, TÜFE oranına bakılıp hesaplama yapılıyor. Güncelleme katsayısı emekli olunacak tarihten bir önceki yılın TÜFE oranının yüzde 100’ü, gelişme hızının yüzde 30’u alınıyor.
İŞTE FARKIN NEDENİ
2-2024 yılı içinde emekli olmakla 2025 yılına ertelemek arasında emekli maaşı açısından neden fark oluşacak?
Aslında bu fark, tamamen 2025 yılında hedeflenen ekonomi politikalarından kaynaklanıyor. Farkın temel kaynağı da enflasyon ve büyüme hızı. 2024 yılında emekli olacakların emekli maaşı hesaplaması; 2023 yılındaki yüzde 4.5’lik gelişme hızı ve yine 2023 yılındaki yüzde 64.77’lik TÜFE’ye göre yapılacak ve buna göre de güncelleme katsayısı 1.6612 olarak uygulanacak. 2024 yılının Ocak ayında emeklilere yüzde 49.25, temmuz ayında da yüzde 24.73 oranında zam yapıldı ve 2024 yılında emeklilere kümülatif olarak yüzde 86.16 zam yapılmış oldu. 2024’ün sonuna kadar emekli olacakların maaş hesabına bu tutar da eklenecek. Özetle; yüzde 4.5’lik gelişme hızı, yüzde 64.77’lik enflasyon ve yüzde 86.16’lık zamma göre emekli maaşı hesaplanacak. Dolayısıyla da maaş yüksek olacak.
Önce, trafik sigortasındaki durumu özetleyim. 2024’ün ilk yarısında sigorta şirketleri trafik sigortasında 10 milyar TL zarar açıkladı. 2023 yılını ise 13 milyar TL zararlar kapatmışlardı. Muhtemelen bu zarar bu yılın sonunda 20 milyar lirayı geçecek. Trafik sigortasındaki zarar konusu yılların sorunu. Bir taraftan sigorta şirketleri, kamunun belirlediği trafik primlerinin yeterli gelmediğinden şikayet ediyor, sürücüler ise primlerin yüksekliğinden yakınıyor.
Sigorta şirketleri de trafik primlerini artık kamunun belirlememesini, serbest piyasa koşullarında fiyatların belirlenmesini talep ediyor. Primlerin, yeterli olmamasının temel nedeni ise trafik kazalarında sigortadan ödenen vefat, sakatlık gibi bedeni hasarların yüksek olması. Özellikle bu hasarların tamamına yakınında sigorta şirketleri ile vatandaş mahkemelik, davalar da en az üç-dört yıl sürüyor ve sonunda masraflarla birlikte bedeni hasarın boyutu ikiye hatta üçe katlanıyor. Rakamla anlatayım ki, daha iyi anlaşılsın. 2024’ün ilk yarısında sigorta şirketlerinin trafik sigortasında ödeyecekleri bedeni hasar toplamı 4.5 milyar TL, bunun 1 milyar TL’si ödenmiş, 3.5 milyarı mahkemelik. Trafik sigortasında durum özetle böyle.
BEDENİ HASAR HAVUZU KURULUYOR
İşte yıllardır süren bu sorunun çözümü için formül bulundu. Tek cümleyle, trafik sigortasındaki bedeni hasarlar için kamu bir havuz kuracak, vefat ve sakatlık tazminatları kamunun kurduğu bu havuzdan ödenecek. Şimdi konuyu biraz açayım. Kamu, trafik sigortasına özel, sadece vefat ve sakatlık tazminatları için bedeni hasar havuzu kuracak. Bugün trafik sigortasında illere, araç grubuna ve sürücünün hasar basamağına göre trafik sigortası primlerini Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu (SEDDK) belirliyor.
Yeni uygulamada SEDDK, belirlediği trafik sigortası priminin bir kısmını bedeni hasarlar için ayıracak. Bu oran henüz net değil. Önümüzdeki günlerde Türkiye Sigorta Birliği (TSB) ile SEDDK bu konuda ortak çalışma yapacak. Sigorta şirketleri de sattıkları her poliçede, bedeni hasar için belirlenen primin belirli oranını kamunun kuracağı bedeni hasar havuzuna devredecek. Bu oranın da yüzde 50 ila yüzde 80 arasında olması bekleniyor. Yani, isteyen şirket bedeni hasar priminin yüzde 50’sini havuza devredecek, isteyen yüzde 60’ını, isteyen yüzde 80’ini. En yüksek devir oranı yüzde 80 olacak. Tabi bu oranlar sigorta şirketlerinin mali yapısına göre de belirlenecek. Mali yapısı güçlü olan şirket yüzde 50’sini devrederken, mali yapısı diğerlerine oranla daha zayıf olan ya da sermaye yeterliliği diğerlerine göre daha düşük olan yüzde 80’ini havuza devredebilecek. Hasar olduğunda da vefat ve sakatlık tazminatları havuzdan ödenecek.
PRİMİN YÜZDE 50’Sİ HAVUZA AKTARILACAK
Konuyu bir örnekle açayım. Diyelim ki, SEDDK, satılan her trafik poliçesinin priminin yüzde 50’sini bedeni hasar primi olarak belirledi. Yine diyelim ki, İstanbul’da, otomobil sürücüsünün trafik sigortası primi de 10.000 lira. Bu 10.000 liranın, 5.000 lirası bedeni hasarlar için belirlenen prim olacak. Sigorta şirketi de bedeni hasar priminin yüzde 50’sini hasar havuzuna devretme konusunda başta anlaştı. İşte bu 5.000 liralık bedeni hasar priminin 2.500 lirasını sigorta şirketi bedeni hasar havuzuna devredecek. Misal, bir başka şirket, primin yüzde 80’ini havuza devretme üzerine anlaştı, diyelim. O zaman da o şirket, 5.000 liralık bedeni hasar priminin 4.000 lirasını havuza devredecek. Böylece bedeni hasarlar sigorta şirketinin sorumluluğunda olmayacak, vefat, sakatlık tazminatları ile uğraşmayacak, en önemlisi mahkemelerde süren davalarla uğraşmayacak; hasarlar kamu havuzundan ödenecek. Artık mahkemelerle, tahkim hakemleri ile bedeni hasar havuzunu işletecek kurum –ki, bu da kamu kurumu olacak- uğraşacak.
VEFAT TAZMİNATINI ŞİRKETLER ÖDEMEYECEK