Nihat Demirkol

Ben III. Abdülhamit

28 Haziran 2013

SOHBETİN canlı tanıkları hayattadır; eksik, yanlış veya düzeltme için atış serbest! 12 Eylül sonrası; YÖK icraatlarının ilk günleri. 1402’likler bir bir uzaklaştırılıyor üniversitelerden. Prof. Bahri Savcı da aynı akıbete uğrayanlardan...
Prof. İhsan Doğramacı’yla yaptığı tartışmanın, “Ne yaptığının farkında mısın?” sorusuyla başladığı söylenir.
“Evet, Mülkiye’yi dağıtacağım...” Bahri Hoca sinirlenir haliyle, “Sen kimsin be adam? Mülkiye’yi II. Abdülhamit dağıtamadı...”
Ve Doğramacı’nın yanıtıyla konuşma şöyle sonlanır:
“Ben III. Abdülhamit’im...”
Demem o ki, bu modelden kaç tane daha var yedekte acaba? Adedi “bilsek de” diyorum; ona göre hazırlasak kendimizi...

Okuyucunun farklı görüşünü ıskalamadan

E-posta, “Çapulcu Yamağı” imzasıyla gelmiş:

Yazının Devamını Oku

Şunlardan birine razıydım

24 Haziran 2013

KABUL ediyorum; Martin Luther’in düşüyle karşılaştırıldığında, sıradan bile sayılmazdı; geçen cuma günü önerdiğim “Kordon’da 9 Çadırlık Kamping” fikri... Ama “Kapısı olmasın; penceresi, bacası, girişi, çıkışı, kilidi vs. Kuralı olsun, yasağı olmasın... İzmir, zemberek gibi; dolar boşalır... Mişli geçmiş’ten uzak, geleceği kurmaya tâlip...” diye biten heyecanı, birileri umursasın isterdim. “EXPO için eşsiz bir tanıtım fırsatı ve simgesi olacaktır bu tuhaf adım. Haydi! Kim üstüne alınırsa bir yanıt bekliyorum!” diye seslenince hiç değilse şu cevaplardan birine benzer bir şeyler gelir sanıyordum kulağıma, e-posta kutuma...
“Neden olmasın? Ağzı olan konuşuyor! Müthiş bir fikir... Yine saçmalamışsınız... Bir düşünelim bakalım. Olacak şey mi şu? Fizibilite çıkartmak lâzım. Bir eksiğimiz Kordon’da kampingti. Kahve sohbetinde tartışsak diyorum. Mevzuat uygun değil... Vs. vs. vs.” Hiçbiri olmadı Efendim! Sadece, bir halk deyişinin, yumuşatılarak güncellenmiş bir versiyonu kaldı elimizde:
“Farkındalık tanburasına inovasyon mızrabıyla vuruyorum, lâkin aks-i sedâ yok...”
Bu durumda, değerli okuyuculardan gelen e-postalar arasından çarpıcı bir örneği seçip paylaşmak farz oldu sanıyorum:
“Nihat Bey, Kordon’a 9 çadırlık bir kamping düşünüzü saygıyla karşılıyorum. Ancak, entellektüel derinliği olmayan, arabesk sosyal demokratlığın uygulayıcısı Belediye’yi ne olur işin içine katmayın. Bu belediye anlayışı üzerine hayal kurup derinlere dalmayın lütfen... EXPO için, kurumlardan önce İzmirli’nin buna sahip çıkması için teşviklerde bulunun. EXPO için sivil hazırlık platformunu teşvik edin, gençlerimiz bunun için slogan üretsin. Bunun için şarkılar söylesin. Bunun için karnavallar şölenler yapsın. Umarım anlatmak istediğim mesajı ifade edebilmişimdir...”


Harlem Dans Tiyatrosu’ndan “dört dörtlük” gösteri

Yazının Devamını Oku

“Kordon’da 9 çadırlık sürekli bir kamping” düşlüyorum

21 Haziran 2013

“İstanbul’un orta yeri sinema...” gibi bir şey önerdiğim; farkındayım!
Dünyanın başka bir metropolünde de bulunduğunu pek sanmıyorum.
Ağaçlık bir alan olmaması yüzünden; gündüzleri pek bir şey ifade etmez.
Kordon’un, zaman zaman esen “delice” rüzgârı da biraz zorlar elbette.
Ama sabahı ve gecesi “eşsiz” olacaktır; önce günbatımı, sonra “yıldız pikniği”.
Kordon’da, adı “9 Eylül”e armağan edilmiş,
“9 çadırlık sürekli bir kamping” düşlüyorum!

Yazının Devamını Oku

Gezi Parkı ve EXPO çıkarımları

17 Haziran 2013

Kentlinin, kentte olan bitenden haberi olsun istiyoruz değil mi?
Hattâ niyetlerden, eğilim ve yönelişlerden de...
Tercihleri sorulsun istiyoruz değil mi?
Merak ettiklerine yanıt bulabilsin kolayca...
Kaygıları ciddiye alınsın istiyoruz değil mi?
Olası projeler açık seçik, gün ışığında tartışılsın...
Kamuoyu düzenli ve sağlıklı olarak bilgilendirilsin istiyoruz değil mi?

Yazının Devamını Oku

Bir zamanlar İzmir’de

14 Haziran 2013

ŞİMDİ Hakka yürümüş bir tasavvuf büyüğümüzü ziyarete gitmiştik... Neredeyse 20 sene geçmiş üzerinden... Sohbet döndü dolaştı, samimi inanca, ilahî aşk’a geldi. İslâm’ın “zulmü, kibiri, eziyeti, nefsin azgınlığını, yalanı, riyâyı ve kul hakkı yemeyi” nasıl gördüğü üstünde verilen bir örnek, hâlâ hatırımdadır ve bundan daha kapsamlı bir başka açıklama da dinlemedim bu yaşıma kadar. Not için izin istedim, “Müsaade sizin, hattâ çok sevinirim dostlarınızla paylaşırsanız” dediler. Sağda solda çok anlattım ama, yazmak için kısmet bugüne imiş. “Gezi Parkı” meselesindeki maddi–manevî hoyratlığın, önünde sonunda çarpacağı duvarın da tarifidir bu aslında... “Kırım’daki bir camiin kitâbesinde yazıyor bu beyit” diye başladılar söze. Cümlenin sonu, nemli gözlerle şöyle tamamlanacaktı: “Zulm evi berbâd olur ger Kâbetullah olsa da/Kan içen zâtın içerler kânın, ger Allah olsa da...” İçiniz rahat olsun yani. Nihai hesap yerinin terazisine güvenin...

İncitmek mi? İncinmek mi?

KİTABIN arka kapağında (*), “Rifâîlik, Kadirîlik, Şâzelîlik ve Mevlevîliğin gürül gürül çağlayan inisiyatik ırmaklarından Kenan Rifâî ve sadık izleyicilerinden, yol’un esaslarından...” bahsediliyor. İçinde ise “derûnu”na bir davet var. Anlamak istemeyene bile, tasavvuf bir yoldur... Her yol gibi bir başı bir de sonu vardır. Yola çıkmak nispeten kolaydır. (Başlangıçta) “incitmeyeceksin” telkiniyle salınır menzile yolcu. Asıl, yolun sonuna doğru zorlaşır mesele; artık beklenti “incinmeyeceksin”e varmıştır çünkü. Alıcı gözüyle bakarsanız, “incitmemeyi” başarabilir insan bir şekilde. Son tahlilde zor olan “incinmemektir”. Günlerdir, “incittikleri için eleştirdiğimiz” siyasilerin asıl açmazı, işte bu, “kendilerini her şeyden incinecek kadar önemli zannetmeleri zayıflığı”dır. Allah ıslâh etsini ne diyeyim?
(*) Kenan Rıfâî ile AŞKA YOLCULUK/Cemâlnur Sargut–Sufi Kitap, Kasım 2007

Paris’teki EXPO Sunumu

BİR şehrinizde “Daha İyi Bir Dünya İçin Yeni Yollar/ Herkes İçin Sağlık” diye feryat edilirken, siz aynı ülkenin 60 küsur şehrinde, “Biber Gazı” spekülasyonlarına çanak tutmaya devam edeceksiniz. “İzmir Hipokrat’ın doğum yeri” diyen Sayın Bakan Egemen Bağış, BIE Genel Kurulu ve delegeler hiç televizyon seyretmiyorlar mı sanıyor acaba?

Yazının Devamını Oku

“Haftada 1 gün konuşmasa” diyorum

10 Haziran 2013

GANDHİ her hafta bir gününü konuşmadan geçirmişti. “Kimler Gandhi’yi örnek almalı?” diye sorarsanız, “Kimler olacak? Her konuştuğunda ortalığı ‘don lastiği gibi geren’ kimler varsa ve kaç kişi iseler, onlar!” diye yanıt veririm.
O, konuşmaktan imtina etmenin kendisine iç huzuru getirdiğine inanıyordu. Ben daha da ileri giderek, bu tercihin, kişinin etrafındakilere, hattâ “ağzına bakanlar”a bile huzur vereceğini iddia ediyorum. Onun bu tavrı, Hindu ilkeleri “mauna” (sessizlik) ve “şanti” (huzur) temelliydi. “Sen, ben bizim oğlan demokrasisi”nden beslendikleri için, hâlâ her salı, “monologları ile karşılıklı nefret saçan konuşmacılar”a sesleniyorum. Gandhi, konuşmadığı günlerde, çevresiyle kağıda yazarak iletişim kurmuştu; ilânen duyurulur...

Pasif direnişin “yeniden” yükselişi

“Mahatma”, Batı dünyasında, Gandhi’nin ilk adı zannedilir... Oysa, Sanskritçe ulu anlamına gelen “maha” ile ruh anlamına gelen “atma” kelimelerinin birleşiminden oluşan bir unvandır ve Manpatra’ya göre bu onur pâyesi, kendisine, “adalet ve doğruluk için gösterdiği özenilecek özveri” sebebiyle verilmiştir. Doğum günü olan 2 Ekim, Hindistan’da Gandhi Jayanti olarak kutlanan ulusal bir bayram olmasının ötesinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca da, 2007’de, oybirliğiyle “Dünya Şiddete Hayır Günü” olarak kabul edilmiştir.
Siyasi tarihe meraklı olanlar, “Mahatma Gandhi”nin pasif direniş fikrini bulan kişi olmadığını bilirler. Ancak şunun da altı çizilmelidir ki, bunu, siyaset arenasında, muazzam bir ölçekte kullanan ilk kişidir. Otobiyografisi “Doğrulukla Olan Deneyimlerimin Öyküsü”nde şöyle açıklar: “Umutsuzluğa düştüğümde tarih boyunca doğruluk ve sevginin her zaman kazandığını hatırlarım. Tiranlar ve katiller olmuştur, hatta bir süre yenilmez sanılmışlardır ancak sonunda her zaman kaybederler... Çılgınca tahribatı totaliterlik nedeniyle ya da özgürlük ve demokrasi adı altında yapmak ölüler, yetimler ve evsizler için ne değiştirir? Uğrunda ölmeyi göze alacağım birçok dava var ama uğrunda öldüreceğim hiçbir dava yoktur. Göze göz ilkesi tüm dünyayı kör eder.”
“Pasifistler İçin” kitabında da şunları söyler: “Savaş ilmi, bir kişiyi basitçe saf diktatörlüğe yöneltir. Şiddet karşıtlığının ilmi ise yalnızca saf demokrasiye ulaştırır... Sevgiden kaynaklanan güç, cezalandırılma korkusundan kaynaklanandan binlerce kat daha etkili ve kalıcıdır...” Yaşamının son dönemlerinde bir Hindu olup olmadığı sorulduğunda ise şu cevabı vermişti:
“Ahlaki temeli kaybettiğimizde dindar olmaktan da uzaklaşırız. Ahlâkın üstünde bir din gibi bir şey yoktur. İnsan, örneğin hem yalancı, zalim olup, nefsine hakim olamayıp, hem de Tanrı’nın kendi yanında olduğunu iddia edemez. Muhammed’in hadisleri yalnızca Müslümanlar için değil, tüm insanlık için birer hikmet hazinesidir. “Evet öyleyim. Aynı zamanda Hıristiyan, Müslüman, Budist ve Yahudi’yim...”

Gezi Parkı “Satyagraha”sı

Yazının Devamını Oku

İzmir’e “Hoşgeldiniz” Sayın Vali...

7 Haziran 2013

Sizi daha iyi karşılayabilmeyi isterdik. Ama bazen evdeki hesap çarşıya uymuyor. Tıpkı, “yelekliydi yeleksizdi” tartışmasındaki sahipsizlik ve talihsizlikte olduğu gibi... Yeri gelmişken, bir süre önce (İzmir SMMM Odası seçimlerine “Çağdaş Grup” adıyla katılanların tanıtım kitapçığında) gözümüze çarpan ‘İzmir Manifestosu’nu, “hoşgeldiniz” kabilinden dikkatlerinize sunmak isterim. Kabul buyurulur, hele bir de makbûle geçerse, seviniriz. Hani aklınızda bulunsun...

İzmir gibi... (demek);
Güneş gibi demek; ışıklı, “Gölgesiz...”
Yakmak için değil, ısıtmak için donanmış!
Ay gibi, parlak, bulutsuz...
Aymaz değil, “Aydın”.

Karanlığı sevmez, gerekirse mehtap...

Yazının Devamını Oku

Başkan bizi “Gezi”ye götür

3 Haziran 2013

GEÇEN perşembe akşamı sosyal medyadan seslendim ilk kez; önce twitter, sonra da facebook aracılığıyla... Ardından, cumartesi sabahı da Ege TV’deki sohbet programımız “2 Dirhem 1 Çekirdek”te yineledim çağrımı. Atı alan Üsküdar’a geçti ama ben diyeceğimi deyip rahatlamak isterim:
“Sn. Aziz KOCAOĞLU’na AÇIK MEKTUP:
Başkan bizi GEZİ’ye götür... 190 kişiyle Diyarbakır’a İMBAT götüren Sn. Aziz KOCAOĞLU, ‘190 kişiyle GEZİ Parkı’na destek ziyareti’ni neden düşünmez? Bu direnişe destek vermek, daha az mı önemli?”

Gezi Parkı’nın karıncaları

BAZI öyküler eskimiyor işte... Orantısız güç kullanan polisimizin ve tabii asıl onlara o emri verenlerin cep telefonlarına, aşağıdaki satırları SMS ile göndermeyi teklif ediyorum:
Topkapı Sarayı’ndaki bazı ağaçları karıncalar istilâ eder. Muhteşem Süleyman’ın içi rahat etmez; ağaçlar ilaçlanmadan önce, Şeyh-ül İslâm Ebu’s-Suûd Efendi’ye danışmak ister. ‘Muhibbî’ kimliğiyle bir satır karalayıp gönderir: ‘Ger dırahta ziyan verse karınca/Günah var mı Sultan ânı kırınca?’ Aynı zamanda mâhir bir şair olan Ebu’s-Suûd Efendi de şiir diliyle cevap verir Sultan’a: ‘Yarın hakkın divanına varınca/Süleymandan hakkın alır karınca...’

Ümit Yaşar bu işe ne derdi?

(Sadrazam Hamamda şiirinde...)

Yazının Devamını Oku