Nihat Demirkol

Doğru mu, yanlış mı?

22 Ağustos 2014

RAHMETLİ Orhan Boran’ın sunduğu ve “radyo(nun siyah beyaz)günleri”nden (?!) kalma bir lezzet olarak hatırladığımız, ünlü bir yarışma programının adıydı; “Doğru mu, yanlış mı?”
Bugün, TOKİ’nin, önüne kapı gibi tabelasını diktiği, “15.000 seyirci kapasiteli stadyum” hakkında, “Usta”yı anarak soracağız; “Zan yok, iddia yok...”
Şehir Plancıları Odası’nın Göztepe ve Karşıyaka’ya yapılması planlanan iki stadının ihalesinin iptali istemiyle Bölge İdare Mahkemesi’ne dava açtığı... / Doğru mu, yanlış mı?
Büyükşehir Belediyesi’nin henüz dava açmadığı... / Doğru mu, yanlış mı?
Karşıyaka Belediyesi’nin ise dava açtığının söylendiği, henüz belgesi olmadığı için ispat edilemediği... / Doğru mu, yanlış mı?
Bölge İdare Mahkemesi’ne ihalenin iptali istemiyle açılan davanın, “Planlanan ticari alan ve trafik durumunun, yoğunluğu kaldırmayacağı” savına dayandırıldığı... / Doğru mu, yanlış mı?
Ege TV’ye konuşan AK Parti İzmir Milletvekili Aydın Şengül’ün, “Şehir Plancıları Odası’na davayı Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu açtırmıştır. Zaten bugüne kadar dava açılmamış olması bizi şaşırtmıştı” dediği... / Doğru mu, yanlış mı?

Yazının Devamını Oku

Sevgili Reşat Bey “Turnusol” göndermiş

19 Ağustos 2014

EN az benim yaşımda olanlar rahat rahat hatırlar; eskiden bir gazete, bir diğerine, (genellikle de sitemli ve eleştirel) bir gönderme yaparken, “Filânca refikimiz...” diye seslenirdi. “Refik”, Arapça bir sözcük; “Arkadaş, yoldaş, yol ve menzil paylaşılan kimse” anlamına geliyor.
Şimdi biraz, bu tanımlamanın etrafında dolaşacağım ama, önce (özenle işlenmiş olduğunu düşündüğüm)bir paragrafı paylaşmak istiyorum; Emre Kongar’ın sitesindeki, “Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlâk kurallarına uygun olacaktır...” notuna uyarak elbette...
(Kongar’ın ifadesiyle) “... Erkekler eşlerini ‘Refikam’ diye takdim ederken, gazeteler de birbirlerine, ‘Refikimiz’ derdi. Gazetelerin birbirleri hakkında ‘Refikimiz’ demesi, bir nevi saygının, sevginin ve dayanışmanın ifadesiydi... Sonradan Bâb-ı Âli, medyalaşınca, ‘Refikimiz’ de ‘Rakibimiz’ oldu ama, ‘Rakibimiz’, ‘Refikimiz’ gibi olumlu bir anlam taşımadığı için, pek kullanılmadı...”
Lâfı bu kadar dolaştıran bir uvertürden medet umma sebebim, aynı gazetede yazdığımız bir “köşe yazarı”yla, (üstelik birlikte TV programı da hazırlayıp sunduğumuz) eski bir dostumla, oturup, “aynı gazetedeki köşelerimiz aracılığıyla fikir münakaşası” yaparken, kendisine nasıl hitap etmem gerektiği konusunda biraz bocalamış olmam.
Herhalde, “Reşat Kutucular Refikimiz...” diye başlarsam, hem çok büyük bir usûl hatası yapmamış, hem de “sevgi saygı ve dayanışma”da kusur etmemiş olacağım.
Cumartesi günkü “AYDIN” başlıklı yazısının bir bölümünü şöyle kaleme almıştı Reşat Bey: “Sevgili Nihat Demirkol, seçimden önce yazdığı ‘Seçime Doğru Kısa Kısa Çağrışımlar’ yazısını, Selahattin Demirtaş’a oy verecek olan seçmene gönderme yaparak şöyle bitiriyordu: ‘Tecrübeyle sabittir ki bütün ülkeler cahillerinden çok çekmişlerdir. Lâkin, Türkiye kadar aydınlarından çeken bir başka ülke yoktur.’ Bu topa girip girmeme konusunda kararsız kaldım aslında. Zira Ege TV’deki ‘İki Dirhem Bir Çekirdek’ programımızdan edindiğim tecrübeyle sabittir ki, Nihat Bey’le başa çıkmak kolay değildir. Yine de bir denemek istiyorum ama... Önümüzdeki yazılarda bu konuya daha çok yer ayırabilmek umuduyla diyorum ki: Dünyada bizim gelişmişlik düzeyimize ulaşıp, aydınlarına, aydınımsılarına, aydın geçinenlerine bu kadar çektiren başka ülke var mıdır, bilmiyorum?”

Yazının Devamını Oku

“Öncesinde, sonrasında...” yazıları

15 Ağustos 2014

Mecburiyetler olmasa, siyaset yazmayı hiç sevmiyorum! Ama, özellikle sanatla siyaset arasındaki tercihin, iyiden iyiye, “varolmakla varlıklı olmak” ikileminde düğümlendiğini görüp de yazmamak olmuyor. Bugünlük de, “kısa kısa” söyleşip biraz soluklanalım.

Recep İvedik (4), “Kış Uykusu”na karşı...
“Son dakika” kadar güncel olmayabilir ama, resmi gişe bilgilerine göre, “seyircİ” sayıları şöyle: RECEP İVEDİK (4) / 7.342.864 ; KIŞ UYKUSU / 166.022 . “Yorumsuz” deyip, dünyanın öbür ucuna atlayalım. Öyle sanıyorum ki, yıllar geçtikçe ve dünya durdukça, (ironik bir ayrıntı olarak, üniversitede siyaset bilimi okumuş olan) Robin Wiliams’ı ve çevirdiği “Günaydın Vietnam, Cadillac Man, Hook, The Fisher King, Mrs. Doubtfire, Ölü Ozanlar Derneği” gibi filmleri hatırlayanların sayısı, Başkan Richard Nixon’ı ve istifasıyla sonuçlanan “Watergate Skandalı”nı hatırlayanlardan hep daha fazla olacaktır. Williams’ın İntihar etmiş olması ihtimali, sevenlerini en az ölümü kadar üzmüş. Dün sosyal medyada, bir sanatçının arkasından bu ayrıntıyı istismar eden düzeysiz saçmalamalar okuyunca, aklıma madalyonun siyasetçi yüzü geliverdi. Kendisinden “rahmetli” diye bahsedince, bir telgraf çekmişti, Bölükbaşı Semra Özal’a; “hayattayım ve bazılarının sonunu görecek kadar da yaşamak azmindeyim...” diye. Varolmayı seçenlere selam olsun!

“Adam gibi, tıpış tıpış istifa”edeceksiniz...
“Kemaliyetin şiddeti”nden olsa gerek, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, yer yer ellerini kürsüye vurarak ve ardından tabii ki manşetlerde, şöyle bağırıyordu Kılıçdaroğlu: “Adam gibi tıpış tıpış sandığa gideceksiniz, demokrasinin gereğini yapacaksınız...” Sular, bir çırpıda aktı köprülerin altından... Bütün doğrular ve yanlışlar, pazar akşamı itibariyle geride kaldı. Şimdi CHP seçmeni kendisinden, “demokrasinin gereğini yapmasını, adam gibi, tıpış tıpış istifa etmesi”ni bekliyor. Kırıp dökmemek için, sadece kendisinin cümlelerini kullandım.

“Ekmek için”, marjinal yönelişler...
Yine seçim öncesinde, “Demirtaş’ın, İzmir’de, ülke genelinin üzerinde bir oy alacağını sanıyorum” demiştim; tam tutturamadık... Ama Sevgili Deniz Sipahi’nin de köşesinde kullandığı lisanla, “oylarını 100 bin artırıp, ikiye katlamış olması” da aynı kapıya çıkıyor. Zira Türkiye genelindeki oy artışına (da) bakılırsa, siyasi yelpazedeki olası yer değişikliği, zaten yeni istatistiklere gebe. Marjinaller kitle partisi olmaya soyunurken, kitle partileri (ekmek için) marjinalleşiyor. Bir tarihte, siyaset ve ekonominin güncel enstrümanlarını Özal’a kaptıran CHP, şimdi de geleneksel oyuncaklarını HDP’nin söylemlerine kaptıracak anlaşılan.

Bu bir “Amerikan Rüyası”dır

Yazının Devamını Oku

Gün(aydınımsı)lar hakkında

11 Ağustos 2014

CUMA yazısı şu cümleyle bitiyordu: “Tecrübeyle sabittir ki, bütün ülkeler cahillerinden çok çekmiştir. Lâkin, Türkiye kadar ‘aydınlarından çeken başka bir ülke’ yoktur!”
Aldığım tepkiler hayli sevindiriciydi. Ama (genellikle) değerli okuyucu dostlarım, cümlenin kaleme alınış şeklini biraz değiştirirsem “daha mutlu olacakları”nı söylüyorlardı; onları kırmayacağım. Eleştirinin “odaklandığı yer”i makyajlayıp, anlamın çok da değişmediğini, (aslında kavramı değiştirmek zorunda olduğumuzu) görmek / göstermek de benim keyfim olsun. Haydi başlayalım...
“Tecrübeyle sabittir ki...” bölümüne pek itiraz gelmemiş. “Bütün ülkeler cahillerinden çok çekmiştir” kısmında ise görüş birliği mevcut. “Lâkin” ifadesinin “yanık ve iç geçiren” katkısına da pek kimsenin bir şey dediği yok. Hattâ, “Türkiye kadar” genellemesinin göreli cüretine bile genelde herkes katılmış. “Aydınlarından çeken başka bir ülke yoktur!” söylemine geldiğimizde başlıyor memnuniyetsizlikler. Cümleyi, dostların önerdiği kalıplarla yeniden yazıyorum. Lütfen, noktalı brakılan boşluğu, beğendiğiniz (yeni) kalıpla doldurunuz. “Tecrübeyle sabittir ki, bütün ülkeler cahillerinden çok çekmiştir. Lâkin, Türkiye kadar “..... çeken başka bir ülke” yoktur!” “Aydın olduğu sanılanlardan..... / Aydın olduğunu sananlardan..... / Aydın geçinenlerden..... / Aydın geçinen cahillerden..... / Kendini aydın diye pazarlayanlardan..... / Aydın diye pazarladıklarımızdan..... / Aydın yerine koyduklarımızdan..... / Aydın diye adam yerine koyduklarımızdan..... / Aydın diye aramızda dolaşanlardan..... / Aydın diye aramızda dolaşmasına müsaade ettiklerimizden.....” (E hepsi aynı kapıya çıkıyor / mu dediniz? Tam duyamadım...)
Anlaşılan bu terazi bozuk. Böyle söyleyince, “aydınlığa halel gelmediği”ni düşünüyor ve kendimizi daha huzurlu hissediyoruz galiba. Aslında bizim tarttığımız, aydınlar değil de “Aydınımsı”lar çünkü... Emin Nadir, “Aydınımsı” şiirinde, “... Balıkçıların ellerindeki / Ağızdan ağıza dolaşan şarap şisesi / Daha paylaşımcı, Daha aydınlık sizden / Çıkın artık şu / Billur kadehlerinizden...” der. Sözlük tanımında, “Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver, entelektüel...” karşılıkları bulunan “aydın”, zaten kendini, çoktan “entel-dantel gülmecesi”ne malzeme yapıp tüketmiş durumda. Bununla beraber, “birleşik sözler”de ise “Günaydın”, -elde var bir- gibi ümit vermeye devam ediyor; bari onun başına bir şey gelmesin... Bu parlak, lekesiz sözcüğü de “Günaydınımsı”ya çevirmeyelim.
Yani demem odur ki, cümle dönüp dolaşıp, (bu sabahtan itibaren...) Türkiye kadar “-Günaydın’ından- (güne başladığından başlayacağından) çeken (pişman) başka bir ülke yoktur”a evrilmesin...
Geçen yazıyı tersyüz edelim...
Cuma yazısının “son cümlesi”ni başa alarak başlamıştık, “ilk cümlesi”ni sona alarak bitirelim:

Yazının Devamını Oku

Seçime doğru “kısa kısa” çağrışımlar

8 Ağustos 2014

“Her tercih bir vazgeçiştir” söyleminin gölgesinde, yine “seçmek değil de seçmemek tercihine mahkum edilmiş” İzmirli seçmenlerle, bir dertleşme sayın, bugün yazdıklarımı...

Cumhurbaşkanı sorumsuzdur
Mülkiye’deki “Medeni Hukuk” hocamız rahmetli Prof. Dr. İlhan Öztrak, lâf dönüp dolaşıp Cumhurbaşkanlığı makamına gelince biraz heyecanlanırdı. “Biliyorsunuz” derdi, “Anayasa’ya göre, Cumhurbaşkanı sorumsuzdur...” Ve her seferinde, tam bu noktada, “haddeden geçmiş nezaketini bozmadan” bir espri patlatmak ihtiyacı hisseder, gözlüğünü çıkartır, düzgün dişleri görünecek kadar bir neş’e içinde ilâve ederdi; “tabii, bu sorumsuzluk, kendini bilmezlik demek değildir...” İşte, üzerinden aşağı yukarı 40 sene geçmesine rağmen böyle anılar, “yahu, fena bir tahsil yapmamışız galiba” dedirtiyor insana. Güler misin, ağlar mısın?

“Bütün Halkımız Davetlidir...”
Saçma, manasız, yapay ve abartılı bir cümle var tedavülde; hani, temel atmalar, açılışlar, konserler, iftarlar ve toplu etkinlikler için kullanıyorlar: “Bütün halkımız davetlidir...”
İşte bu “olmayacak duaya âmin” kabilinden yapılan âdet yerini bulsun çağrısı, sanki ilk defa “cuk” oturacakmış gibi geldi bana. “Tatilciler”i yerinden kaldırıp sandığa getirmek için, bir kez de biz denesek diyorum. Pazar günü, Cumhurbaşkanlığı seçimi var arkadaşlar. “Bütün halkımız dâvetlidir; bir zahmet...”

Heveslenmeyin; sandıktan, “sıradan bir adam çıkacak”

Yazının Devamını Oku

“Kabadayı” mı, “İncedayı” mı?

4 Ağustos 2014

“Sokaktaki adam”, “dayı” sözcüğünü,
TDK Sözlüğü’ne bakmadan da anlayıp, anlamlandırabilir;
Neticede, “annenin erkek kardeşi” diyebilmek, kimse için o kadar zor değil!
Hatta biraz sıkıştırınca, “cesur ve yiğit” anlamındaki “sıfat”,
ve “yaşlı erkeklere bir seslenme sözü” olarak kullanılan “ünlem” halini,
Peyami Safa’dan örneklenen,
“Bunların çok bariz olan bir tarafı da siyasi dayıları sık sık değiştirmeleridir”

Yazının Devamını Oku

Şevval ayında bir “bevliye” yazısı

1 Ağustos 2014

ŞAKA maka, bayram bitti...
“Çeşme’ye her gün gidenler” ile “bayramdan bayrama gidenler” arasındaki “bevliye menşeli yarış” bu sene “dorukta” yaşanmışa benziyor.
“Çeşme gişelerinden kaşla göz arasında 300 bin araç geçtiği” haberi asparagas değilse eğer, tatilcilerin hiç değilse bir kısmı “an itibariyle” bırakın Çeşme’ye yanaşmayı, ayaklarını “yalağa” bile sokamadan aç, susuz ve perişan vaziyette “geldikleri gibi” döndüler demektir.
“Deliye her gün bayram” yakıştırması kendini “akıllı zannedenler”in icadı olduğundan, bütün “zan”lar gibi epeyce bir “dara düşmek” icap eder; bu vesileyle vaziyet, yukarıda adı geçen “yarışseverler”e armağan olsun!
“Çeşme’de bu tantana yaşanırken”, bayramda gazete okuma alışkanlığından ödün vermeyen ve pazartesi günkü yazımı beğenen bazı okuyucu dostlar, (aralarındaki –adı Bayram olanların zarif sitemini saymazsak) “Recep, Şaban, Ramazan için hiç böyle hafif(leten) yazılar yazmamıştın; nereden çıktı bu bayram dokundurması?” diye sormuşlar.
Efendim, hicrî aylarla özel bir alıp veremediğim yok.
Hattâ, “hafif(leten) bacı”, erkekleri tasnif gayretiyle mevzuu kaybetmeseydi, ben bilhassa “Recep için ağır/oturaklı” bir yazı da yazacaktım; kısmet değilmiş.

Yazının Devamını Oku

Bayram için “hafif(leten)” bir yazı

28 Temmuz 2014

MEDYA dedikoduları doğruysa eğer, bir vakitler TV’lerde hanımları “hafif”letmekle nâm salmış bir mankenimize, “Erkek nasıl olmalı?” diye sormuşlar, o da yanıtlamış:
“Erkek dediğin, slimfit (dar kesim) gömlek giyer, Maserati’ye biner, Rolex takar. Sürekli olarak kalıcı, zarif hediyeler alır...”
Hattâ, iddiasını detaylandırdığı ve “50 yaşına gelen erkek Rolex takamıyorsa erkek değildir” deyû, ısrar ettiği bile söyleniyor.
Bıyık altından “hafif”çe gülümseyerek ve tahlilci bir gözle baktığımızda “slimfit” gömlek giymenin bir kilo ya da estetik şartına bağlanmadığı anlaşılıyor.
Yani giyersiniz de sonuç ne olur, “kaç düğmenizi iliklemeniz/ilikleyebilmeniz makbuldür?” ayrıntısında bir dayatma yapılmamış.
“Maserati” bahsi özünde tartışmalı... Zira, “Maserati kardeşlerin doğdukları Bologna’da bulunan Rönesans döneminden kalma havuzun denizlerin tanrısı ‘Neptün’e ithaf edilmiş olduğu ve Neptün’ün sembolü olan ‘üçlü çatal’ın da logo olarak seçildiği”nin ima ve taltif edilmiş olduğunu düşünmek bu cümleye “ağır” gelir...
Demek ki ben ne kastedildiğini anlamamışım; geçelim!

Yazının Devamını Oku