BU yazıyı “Kadir Gecesi” yazıyorum; sizler cuma günü okuyacaksınız.
Az önce,
“Kadrini bilmedikten sonra...
Gece olmuş, gündüz olmuş ne fark eder?
Yine de ışıklı olsun... Huzurla...” diye tweet attım; aklımca not düştüm sosyal medyaya...
Kendimce,
İyi bir lâf oturttuğumu düşünüyordum ki, gözüm, hariciyeci bir arkadaşımın tweetine takıldı; “Cennete gitmek isteyenlerin, cehenneme çevirdiği bir dünyadayız...”
ŞÖYLE bir baktım da, ne kadar çok şey olmuş 1926 senesinde...
Medeni Kanun kabul edilmiş bir kere. Parasız yatılı Köy Muallim Mektepleri’nin kurulması da, piyango düzenleme hakkının Tayyare Cemiyeti’ne verilmesi de aynı yıl.
İngiltere, Irak ve Türkiye arasında yapılan görüşmeler sonunda Musul sorunu çözüme kavuşturulmuş (?!)
Kabotaj Kanunu yürürlüğe girmiş. Gazi Eğitim Enstitüsü kurulmuş.
1926, dört yıl süren Ağrı isyanlarının da başladığı yıl...
Biz bunlarla uğraşırken, ilk renkli film gösterilmiş New York’ta. Masa tenisinde ilk dünya şampiyonası Londra’da yapılmış. Stalin rakiplerini mağlup ederek Rusya’nın diktatörü olurken, Hirohito tahta çıkmış Japon İmparatoru unvanıyla... II. Elizabeth 1926 doğumlu, Marilyn Monroe da öyle... Erdal İnönü, Fidel Castro ve Can Yücel de aynı yıl doğmuşlar. Aynı yıl Sultan Vahidettin ölmüş, illüzyonist Houdini de... 1926 Nobel Edebiyat Ödülü’nü ise İtalyan Grazia Deledda’ya vermişler.
Açıkcası, “Ayıptır, günahtır, yazıktır. Siz bu kente metro yapılmasın istemiyor musunuz? Yeni fuar alanı yapılmasını istemiyor musunuz? Tramvay yapılmasını istemiyor musunuz? Arıtma yapılmasını istemiyor musuz? Siz ne istiyorsunuz? Ne istediğinizi açık açık söylerseniz biz de yanıtı seve seve veririz” şeklindeki azarlamayı duyunca; bugünkü yazıyı, (ne istediğimizi açık açık söyleyebilmek adına) sadece “okuyucu görüşleri”ne ayırmak, sanki en doğrusu olacak gibi geldi bana. “Kelimesine dokunmadan...”
* “...Sakın sormayın Sayın Demirkol, sorarsanız size -Soruyu kimden aldın- diye soruyorlar.”
* “Sayın Nihat Bey, bilmediğiniz konuyu açıklamakta zorlanıyorsunuz. Projeye karşı değiliz, hataları var, proje yanlışlarla dolu... Güzelyalı’da Fanti Kahvesi’nin sokağında doğdum, Göztepe 94 sokakta büyüdüm, Küçükyalı’da oturuyorum, Alsancak’ta ofisim var... Hiçbir adreste bilgilendirilmedik... Muhtarın, apartman sakinlerinin haberi yok... Mimarlar Odası’na sordum güzergahtan bilgileri yok... Hani kararları beraber verecektik? Hani Başkan belli günlerde bilgisayar başında bizimle birebir görüşecekti... Her apartmana bir mektup yazılabilirdi... Kaldırım parası isterken, her daireye ve isme yazı yazılırken kimse unutulmadı... Hatalarla ve fiyat artıracak detay eksikleriyle dolu, ayrıca hayatımızı Hatay Caddesi gibi senelerce felç edecek bir projeye maşallah methiye yazmışşınız. Hattın doğru güzergahı, eski troleybüs yoludur... Mimarlar Odası, Başbakanlık, İzmir Raylı Sistemler Müdürlüğü’ne yazdığım yazılardan sonuç alamadım...”
* “Üçkuyular – Konak tramvayı sahil bulvarını rezil edecek. Binlerce ağaç, park yeri, yeşil alan yok edilecek. Ne işe yarayacak? Sahil bulvarı boyunca taşınan yolcunun yüzde 80’i Üçkuyular – Konak arasında gelip gidenler. Metro Üçkuyular’a ulaşsa zaten metroyu kullanır. Neden tramvaya binsin ki?”
* “Sağolun. Varolun. İzmir’e yapılacak kötülüğü önlemeye çalışıyorsunuz. Ne yazık ki bu kötülüğü idrak edenlerin sayısı çok az. Gazeteci arkadaşlardan bazıları ne yazık ki lay lay lom’dan başka bir şey düşünmüyorlar. Sahil yolunun tramvay uğruna katledilmesi başlıbaşına bir kötülük. Üstelik tramvay çözüm değil sorun getirir. Milyonluk şehirler için tek çözüm metrodur. -Gitmişmiş de kardeş şehir Bremen’de tramvayı incelemişmiş.- Biz tramvayı İzmir’de yaşadık. Mithatpaşa caddesinde gidip gelirken ne bela olduğunu biz izledik. O tarihlerde henüz doğmamış olanlar bilmez. Altmış sene önce tramvay sökülüp atıldığında Allaha şükrettik. Şimdi yeniden getirmeye çalışıyor. Ben Bremen’de onyedi sene yaşadım. Bremen ile İzmir’i karşılaştırmak büyük hata. Bir defa Bremen’in nüfusu İzmir’in onda biri kadar. Üstelik orada tramvay çok eskiden beri var. Hiç kimse şimdi yeniden tramvay rayı döşemeye kalkmıyor. O tramvay Üçkuyular’dan Halkapınar’a kaç saatte gidebilecek?”
* “Nihat Bey... Mimarlar Odası’nın yolladığı dokümanı paylaşıyorum. Cevap var bilgi yok... Zaten sorduğum hiçbir şeye cevap değil. Güzelyalı ve Küçükyalı arası yok. Valilikle yol arasında -ORA lahmacun önünde- 3 metre var... Tramvay acaba burada incelecek mi?”
* “Kamu İhale Kurumu’ndan aldığım cevabı yolluyorum Sayın Demirkol... / Bilgi edinme Yasası’nın 7’nci maddesinde, ‘Bilgi edinme başvurusu, başvurulan kurum ve kuruluşların ellerinde bulunan veya görevleri gereği bulunması gereken bilgi veya belgelere ilişkin olmalıdır. Kurum ve kuruluşlar, ayrı veya özel bir çalışma, araştırma, inceleme ya da analiz neticesinde oluşturulabilecek türden bir bilgi veya belge için yapılacak başvurulara olumsuz cevap verebilirler’ hükmü yer almaktadır. Bu nedenle başvurunuz Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında değerlendirilmemiştir...”
(Yazarın notu)
FATİH Haznedar, “Tramvay” şiirine, “Denizi özler tramvay / Bir vapur düdüğü duysa uzaklardan / Camlarına düşüverir yağmur / Yıldız yakalarcasına / Peşinden koşan çocukları / Beyaz martılara benzeterek avunur...” diye başlar.
“Kırmızı Tramvay”ın orta yerinde; “Kırmızıydı / Aşık olduğun birini ilk gördüğünde / Hep onunla hatırladığın ‘elbise’ gibi heyecan verirdi / İlk gördüğümde üzerinde o renk vardı / Uzun bir süre görmezsem özlerdim...” diye devam eder, Emrah Ceylan...
“...Hep iyi insanlar bunlar / Dert yüzü görmesinler / Eksik olmasınlar / Vatman ağabeyimiz de eksik olmasın / Her akşam böyle götürsünler seni evine / Bir elinde gönlüm benim / Bir elimde sefertasın...” diye sonlanır A. Kadir’in “Beşiktaş Tramvayı”.
İzmir Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Şube Müdürlüğü’ndeki “iyi insanlar”dan –geçen yazımdan sonra- bir açıklama geldi: “Kent ulaşımına yeni bir ivme kazandırmayı hedefleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi, uzun bir bekleyişin ardından Bakanlar Kurulu Kararı ile yatırım programına alınan iki tramvay projesini önce meslek odaları ile ardından iki projenin geçtiği güzergâh üzerinde oturan vatandaşlar ve esnaf ile paylaştı. Yapılan bu üç toplantıda sunum ile proje güzergâhları anlatılarak karşılıklı fikir alışverişinde bulunuldu. Projelerin kesinleşmesiyle birlikte kamuoyuna tanıtım çalışmalarına başlayan Büyükşehir Belediyesi, ilk önce 5 Aralık 2013 tarihinde meslek odaları ile bir toplantı gerçekleştirdi. 3 Ocak 2014 tarihinde Konak Tramvay Projesi, 21 Ocak 2014 tarihinde de Karşıyaka Tramvay Projesi için çevre esnafı ve sakinleri ile toplantılar yapıldı...” (Ardından sevgili dost Reşat Yörük, beni konu ile ilgili bir sunuma da davet etti ama, İzmir dışında olduğum için katılamadım. Hızlı geri-bildirim ve samimi ilgileri için teşekkür ediyorum.)
Uzatmayacağım... Çünkü işin esasında anlaşamıyoruz. Bu köşede Kasım 2012’de yazdığım yazıda bir manşeti sündürmüştüm: “Büyükşehir Belediyesi, Birinci Kordon’un (Atatürk Caddesi) araç trafiğine kapatılmasıyla ilgili uygulamanın sürdürülüp sürdürülmemesi kararını Kordon’da yaşayan İzmirlilerle birlikte vermek için düzenlediği anketi sonuçlandırdı...” Böylece öğrenmiştik “Kordonboyu” üzerinde bulunan 1095 adet konut ve işyerinde bir anket çalışması yapıldığını, mevcut durumdan memnun olanların sayısının 456, memnun olmayanların sayısının 497 çıktığını, 142 kişinin ise görüş belirtmediğini... Yazıyı basit bir hesaplamayla bitirmiştim; “…Ankete katılanlardan mevcut durumdan memnun olmayan 497 kişiden 21 tanesi, (karşı görüşteki 456 kişiye katılarak) mevcut durumdan memnun oldukları yönünde oy kullansaydı bugün Kordon hâlâ trafiğe kapalı olacaktı. Demem odur ki, 3 milyon 965 bin 232 kişinin yaşadığı koca İzmir’de (TÜİK-2011), ‘Kordonboyu’nun seyrini belirlemek’, bir ‘istatistik şakasıyla’ sadece 21 kişiye düştü...”
Dolayısıyla, tramvay ile ilgili olarak da, “iyi insanlar”ın bu “iyi niyetli fikir alışverişleri”ni aynı “yoğurt yeme tarzı”nın bir uzantısı sayıyorum. Önyargılı değildim, hâlâ da değilim. Ama bu açıklama beni tatmin etmiyor. “İzmirli vapurunun adını seçiyor” kampanyasına ya da “13 yeni yolcu vapuru ile 3 yeni arabalı yolcu gemisinin ismi belirlemek için internet üzerinden yapılan anket”e sadece suyun kenarındakiler mi katıldı? Sahilde yaşamayan İzmirlileri “hemşehriden saymayarak” yapılmış projelere sıcak bakamıyorum, bu da benim eksiğim olsun!
Antolojilerde, “TramVay Halimize...” diye bir şiir daha var ama, şairi izin vermediği için dizeleri burada paylaşamıyorum. Artık şiirin adıyla idare edeceksiniz, ne söylemek istediğim anlaşılıyor herhalde...
ATASÖZÜNÜN öyküsü, kuşaktan kuşağa şöyle naklediliyor:
Kızcağızın birini zorla sevmediği bir adama veriyorlardı... Oysa kızın gönlü başka birinde idi. ‘Gitmem, istemem’ diye dövünüp ağladığı adam; yaşı geçkince, fakat hayli zengindi. Zavallı kız, ne kadar dil döktü ise, derdini dinletemedi.
Söz kesildi ve düğün günü geldi çattı...
Kız evinin kapı önünde, zurnalar çalıyor, davullar, dağı taşı inletiyordu...
Davullar gümbürdedikçe,
Gelin kızın azcık evde kalmış arkadaşlarından bir tanesi, derin bir ah çekti.
‘Aaaaah! Şu davul sesleri nasıl hoşuma gidiyor. Acaba bir gün gelecek, bizim evin kapısında da, böyle çalacaklar mı?’
DEVEKUŞU Kabare rüzgârının sıkı estiği, “yetmişlerin sonu seksenlerin başı”na yetişenler, “Yasaklar” müzikalinin ünlü şarkısını hemen hatırlayacaktır:
“Yasak mı, yasak mı, uysak mı uymasak mı?”
Şair Eşref’in “yasaklarımızın evrimi” hakkındaki meşhur hicvi ise, doğal olarak çok daha önceye tarihleniyor:
“Vakt-i istibdatta söz söylemek memnu idi,
Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ananı
Devr-i hürriyetteyiz şimdi değişti kaide
Söyletirler evvela sonra .....ler ananı...”
Bu açıdan, yani “kentliye neler yasak, neler serbest” penceresinden bakınca, İzmir’in tam bir çelişkiler kenti olduğunu görüyoruz.
O sıradan bir “bez parçası” değildi; ondan çok daha fazlasıydı...
Bunu gün geçtikçe daha iyi anlıyorum.
Neleri temsil ediyordu? Neleri saklıyordu?
Neleri örtüyordu? Neleri koruyordu?
Neleri aşikâr ediyor, neleri gölgeliyordu?
Sabaha kadar tartışsan bitmez...
GEÇENLERDE okudum, yakıştırma hoşuma da gitti... Müslümanlar 4 gruba ayrılırmış: “Tam zamanlı müslümanlar / Cumadan cumaya müslümanlar / Bayramdan bayrama müslümanlar / -Benim zaten kalbim temiz- müslümanları...” Bu sınıflandırmayı yapanlar, gazetelerimizin “tiraj müslümanlığı”nı unutmuş olmalılar. Halbuki, gözden kaçırılacak gibi değil. “Görünen köy” misali, müstakil bir kategori mevcut bu sahada...
Sayfalara özenle dağıtılmış “bayat gazetecilik” perendeleri, naftalin kokan dinî sohbetler, imsakiye ile uvertür, din ve kültür hizmeti olarak hediye Kur’an-ı Kerîm’ler, sahur için “Mutlaka sofranızda bulunsun” tavsiyeleri, “copy–paste” iftar için çorbalar, tatlılar vs.
“İnançlı geçinen bir kısım Ramazan vurguncusu”nun etiket kurnazlıkları, “Yuh” parantezindeki saçma sapan “Orucumu bozar mı?” soruları, “ezanı erken okuyan hoca hakkında” bildik tartışmalar.
Agnostiklerin kutuplarda oruç tutanlar için döktükleri gözyaşı...
“İbadet de kabahat da gizlidir” kültüründen nasiplenmemişlerin, “SİAD erozyonuyla yelpazelenmiş” iftar çadırı haberleri.
Uzatmayalım, vs. vs.
Ama en büyük yenilik ve hizmeti “İzmir Büyükşehir Belediyesi” getirdi iftar sofralarımıza bu yıl...