6 milyon seçmeni;
HDP yöneticilerine milletvekillerine ve belediye başkanlarına, araçlarıyla PKK’lı teröristleri taşısın, onlara silah götürsün, para yardımı yapsın diye mi oy verdi?
6 milyon seçmeni;
HDP’li yöneticilere, milletvekilleri ve belediye başkanlarına, belediye araçlarını şehir merkezlerine hendek açan PKK’lı teröristlere vererek yerleşim yerlerini çatışma alanına çevirsin diye mi oy verdi?
6 milyon seçmeni;
HDP’li yöneticilere, milletvekilleri ve belediye başkanlarına, terör örgütü PKK, Türk-Kürt demeden, asker, polis, korucu, öğretmen, hemşire, doktor şehit ederken, ekmek parası için çalışan işçileri vururken, köylü ve çobanları “ajan, işbirlikçi” diye elektrik direklerine asıp infaz ederken, şehir merkezlerinde evine gitmek için durakta bekleyen öğrencileri, işçileri, memurları bombayla havaya uçururken sessiz kalsınlar diye mi oy verdi?
6 milyon seçmeni;
E-posta yoluyla Hrant Dink Vakfı, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’e ve avukatlarına yönelik ölüm tehdidi mesajları gönderen ve hemen ardından İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın resen başlattığı soruşturma sonucu kısa sürede yakalanıp, tutuklanan Hüseyin Ateş ve Ersin Başkan’ın ifadelerini okudum. Sözleri beni şaşırtmadı, her yerinden provokasyon kokuyor.
SUÇ MAKİNELERİ
Önce her iki kişinin suç sicilini hatırlatayım...
Konya’da gözaltına alınan Hüseyin Ateş’in “kasten yaralama, tehdit, hakaret ve asayişe müessir fiiller” nedeniyle adli kaydı var. İstanbul’da gözaltına alınan Ersin Başkan’ın da “uyuşturucu madde kullanmak, tehdit, kasten yaralama, parada sahtecilik, hırsızlık, terör propagandası yapmak” suçlarından kaydı bulunuyor. Her ikisi de suç makinesi.
Bu profil, 2006 yılında Trabzon’da Rahip Santoro’yu öldüren 16 yaşındaki Oğuzhan Akdin ile yine Trabzon’da Emniyet İstihbarat’ın yardımcı istihbarat elemanı Erhan Tuncel ve beraber hareket eden Yasin Hayal’in yönlendirdiği 17 yaşında iken 2007 yılında Hrant Dink’i öldüren Ogün Samast’ı hatırlattı bana. 14 yıl önceki suikastlarda katiller ağır ceza almaması için 18 yaşın altından seçilmişti. Katiller ve arkasından onları yönlendirenlerin adli durumları gibi psikolojik durumları da kısmen benzerlik taşıyordu.
Tamamına yakını, “kriminal tipler” diyebileceğimiz suça eğilimli kişilerdi. Tüm bunların FETÖ’cü istihbaratçıların komplosu olduğunu artık herkes biliyor.
İNŞAAT İŞÇİSİNİN AMANSIZ TAKİBİ!
Devletin terörle mücadelesini etkisizleştirmek için de ağızlarından “barış” kelimesini düşürmezler. Bebekleri dahi katleden teröristlerin yanında saf tutarken, kendilerini “barış talep eden demokratlar” olarak gösterirler. Onlar için “barış” terör örgütü PKK’nın saldırılarını kamufle etmek için kullandıkları kelimedir.
Önceki gün acı bir tesadüf sonucu HDP’liler ile “barış” kelimesi yine yan yana geldi.
“Barış” bütün gün ağızlarında, mesajlarındaydı. Bu kez Barış isimli 20 yaşında Ağrılı bir gencin adını yalanlarla provokasyon amacıyla kullanıyorlardı.
“Barış Çakan, Kürtçe müzik dinlediği için öldürüldü” yalanını ortaya attılar.
İç çatışma yaratmak isteyen provokatörler için, 20 yaşında bir gencin kalbinden bıçaklanarak katledilmesi hatta Kürt olması da önemli değildi.
Onlar için, yalan olduğunu bile bile “Kürtçe müzik dinleyenler öldürülüyor” algısı üzerinden kaos ve çatışma ortamı yaratmaktı.
HDP’NİN YALANI
Laik-Atatürkçü mü olsun, dindar-muhafazakâr mı?
Sağcı-solcu mu olsun, Ermeni-Türk mü?
Yoksa cami minaresinden çalınan Çav Bella’lı mı olsun, kilise haçı kırmalı mı?
İşte size Türkiye’de her zaman geçerli “provokasyon kokteyli mönüsü”...
Son zamanlarda listede yer alan provokasyonların yeniden tek tek denendiğini görüyoruz.
“Yeniden” diyorum, çünkü bazılarımız ilk defa yaşıyor ama benim yaşım bunların tümünü görecek kadar ilerledi artık.
Hatta tekrara dönüştü.
Aysever, “CHP ile cemaat (FETÖ) arasında işbirliği var mı?” diye sorunca şu cevabı verdim: “CHP ile cemaatin çok yakın işbirliği var. Önceden Erdoğan’ın kapladığı Zaman gazetesinin birinci sayfasını Kılıçdaroğlu kapladı. Kendileri ‘Cemaatin oyuna ihtiyacımız var’ diyor. Ancak insan Mustafa Balbay’dan utanır, İlhan Cihaner’den utanır...” (https://www.cnnturk.com/haber/turkiye/chp-ile-cemaatin-cok-yakin-isbirligi-var )
17-25 Aralık 2013 operasyonları sırasında CHP yöneticileri ve o gün cemaat denilen FETÖ’nün yakın ilişkileri dikkatimi çekiyordu. O günlerde de yine çok fazla kişinin söylemediği şeyleri konuşuyordum.
AKP ile cemaatin işbirliği yaptığı dönemde cemaate karşı olan CHP yönetimi, dershaneler üzerinden kavga çıkınca AKP’nin savaşmaya başladığı FETÖ’cülerin yanında hizalanmıştı.
Varlığı bizzat FETÖ’cüler tarafından inkâr edilen “Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasındaki telefon görüşmesi” bizzat Kemal Kılıçdaroğlu tarafından TBMM grup konuşması sırasında dinletiliyor ve cümle cümle okunuyordu.
ADAMLARINI GÖNDERDİ
“Paralel Devlet Yapılanması” olarak Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne alınan Fetullahçılar ile devletin savaşı başladığında ise yine tercihini onlardan yana koydu. FETÖ’nün paçavrası Zaman gazetesine, kendisi ve milletvekillerini çıkardığı FETÖ’nün televizyonlarının önüne “direnişe” gönderiyordu.
Milletvekilleri, el konulan Bank Asya’nın önünde yatıyor, gidip hesap açıyordu.
Bunun için rahatlıkla herkes hakkında yalan söyler, iftira atarlar. Tüm bunları yaparken daha önce söylediklerinin yalan çıkmış olmasından gocunmazlar.
FETÖ’cülerin insanla tek benzerliği biyolojiktir, manevi hiçbir değeri içlerinde barındırmazlar; yalan söylediklerini, hata yaptıklarını asla kabul etmez, yalan ortaya çıksa dahi mahcup olmazlar. Utanma duygusundan eser yoktur. Her kötülüğü yapıp yine de kendilerini mağdur ilan edecek kadar da yüzsüzdürler.
Ancak bir özellikleri var: Gündemi hiç bırakmazlar. Kendilerine karşı olanları ve güncel tartışmaları yakından takip ederler. Tartışan grupları iyi analiz eder, kimlik değiştirip oralara sızmayı iyi bilirler. Çatışan grupların yeni argümana ihtiyacı olduğunu, ama bu konuda malzemesi olmadığını bilirler. Son günlerde olduğu gibi “Denize düşen yılana sarılır” misali “Kavgaya giren yalana sarılır” mantığıyla hemen, “kullanışlı yalan” üretip ortalığa saçarlar. Nasıl olsa bedava yalanın “müşterisi” vardır. Yarattıkları fitneyi körükleyecek her şeyi yaparlar. Yeni yalanlar üretirler, sonra kenara geçip büyüyen kavgayı seyrederler. Siz kavga ederken o iktidar hesabını yapmıştır çoktan.
‘GAZETECİ’ SIFATLI FETÖ ÜYELERİ
Tüm bunlar hep plan ve program çerçevesinde olur. Örgütün bu konuda eğittiği “gazeteci” sıfatını kullanan üyeleri vardır. Diğer örgüt üyeleri de onların yalanlarını gerçekmiş gibi yayarlar. Sosyal medya kullanmanın incelikleri konusunda eğitilirler. Empoze etmek, dikte etmek yerine, yalanı sıradan meraklı bir sosyal medya kullanıcısı sorusu haline getirip, hafifçe kulağınıza üflerler. Hiçbir bilginiz olmayan konuda ortaya atılan soru artık sizindir. Soru sorma teknikleri de özeldir. Cevap ne olursa olsun, sizin önyargınızı beslemesine özen gösterirler. O yüzden onların sorusunu defalarca tekrarlayabilirsiniz. Sonunda siz yalanın esiri, FETÖ’nün kullandığı bir oyuncak haline gelirsiniz.
İşte buna “FETÖ tipi algı yönetimi” denir.
Şimdi size, 2016 yılında yargı konusunda köşeye sıkışınca nasıl bir algı yönetimi taktiği güttüğüne dair ByLock yazışmalarından örnek vereceğim. ByLock yazışmasının başlığı: “‘Karşı cepheyi nasıl karıştırırız’a bir abimizden cevap”.
410751 numaralı (USERID) ByLock hesabından
15 Temmuz bize cesaretin ve vatanseverliğin rütbe, yaş ve cinsiyetle ilgisi olmadığını gösterdi. Generallerin yüzde 50’ye yakını hain FETÖ’cü çıkarken, bir astsubay olan Ömer Halisdemir, hain bir generali imha ederek tarihi değiştiriyordu. Ya da kendisine laf söyletmeyen ve “aydınım, demokratım” diyerek ortalarda gezenler, 15 Temmuz gecesi saklanacak yer ararken 15 yaşındaki Mahir Ayabak, 21 yaşındaki Batuhan Ergin ellerinde hiçbir şey olmadan darbecilere direniyor ve tüfek mermileriyle şehit ediliyordu.
O yüzden, ne FETÖ’cüler ne de onların işbirlikçileri sevinmesin. FETÖ ile mücadelenin etkili bir şekilde yürütüleceğini zaman onlara da gösterecek.
Biliyorsunuz, 15 Temmuz darbe girişimine 5 bin 600 rütbeli katıldı. Elbette TSK’daki FETÖ’cü sayısı bu kadarla sınırlı değildi. Daha önce de aktardım, 15 Temmuz’dan bu yana ihraç edilenlerin sayısı 20 bini buldu, haklarında işlem yapılanların sayısı da 12 bine yaklaştı. Halen incelemesi devam edenler hariç. Rakamları yaklaşık olarak bir kez daha hatırlatayım: Kara Kuvvetleri Komutanlığı’dan 10 bin 250, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan 3 bin 930, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan 5 bin 140 kişi ihraç edildi. Kara Kuvvetleri’nde ayrıca 600 kişinin rütbeleri geri alındı. Halen haklarında işlemler devam edenlerin sayısı ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda 5 bin 900, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda 4 bin, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda 1250.
BYLOCK, FETÖMETRE, ANKESÖR
Bu rakamlara ulaşılmasında, itirafçıların ifadeleri, FETÖMETRE, ByLock soruşturmaları ve elbette ankesörlü hat soruşturmaları etkili oldu.
Bilindiği gibi FETÖMETRE 78 temel ve 273 alt kriterden oluşuyor. Ve bu kriterler esas alınarak yapılan tarama, ankesörlü hat soruşturmalarıyla çok yakın sonuçlar veriyor. Yani ankesörlü hat soruşturmasında hakkında kuvvetli şüphe olan bir kişi, FETÖMETRE kriterlerine tabi tutulduğunda benzer sonuç veriyor. Biraz rakamlarla örnek vereyim: Deniz Kuvvetleri’nden bugüne kadar 3 bin 934 personel kamu görevinden çıkarıldı. 251 emekli personelin rütbeleri geri alındı, 449 personel geçici olarak görevden uzaklaştırıldı, 427 personel ise açığa alındı. 992 kişi ise tespit edildiğini anlayarak FETÖ üyesi olduğunu kabul edip itirafçı oldu. İtirafçıların verdiği ifadelerle 700’ün üzerinde sivil mahrem imam tespit edildi. Ankesör soruşturmaları kapsamında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda 2 bin 780 kişi hakkında adli işlem yapıldı. İşlem yapılan bu 2 bin 780 kişinin yüzde 94’ü, yani 2 bin 620’si daha önce FETÖMETRE ile tespit edilen ve açığa alınan kişilerdi.
Dolayısıyla ankesörlü hat operasyonu da FETÖMETRE gibi önemli bir mücadele aracı. Nitekim, Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 19 Aralık 2019 tarihli kararı ile Fetullahçı Terör Örgütü’nün TSK’daki kadroları ile onların yöneticisi konumundaki
Kürsüde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Libya ile yapılan deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına dair mutabakata yönelik eleştirileri cevaplarken, muhtıranın Türkiye hukuku ve uluslararası hukukla çelişen yönünün bulunmadığını vurguluyordu.
Bu konudaki çalışmaların 10 yıl önceye dayandığını hatırlatıyor, ardından “Halen Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın kurmay başkanlığını yürüten Tümamiral Cihat Yaycı’nın bu konuda hazırladığı raporlar, haritalar, yazdığı makaleler ve kitaplar ortadadır” diyerek örnek veriyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o konuşmasından sadece beş ay sonra Tümamiral Cihat Yaycı’yı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı’ndan Genelkurmay Başkanlığı emrine ataması, siyasi görüşü ne olursa olsun her kesimde şaşkınlık yarattı.
YETKİ CUMHURBAŞKANI’NDA
Elbette görev değişikliği ile ilgili hiç kimsenin itiraz edemeyeceği hukuki görüş şudur: Madem Cumhurbaşkanı’nın Anayasal yetkisidir, sivil ya da askeri fark etmez, hangi bürokratı nerede görevlendireceği kendi kararıdır.
FETÖMETRE, LİBYA, KKTC
Kamuoyunun iki gündür merak ettiği ise bu kararın gerekçesi oldu. Çünkü Yaycı FETÖMETRE yanında Libya ile imzalanan muhtıra ve Yunanistan’ın Ege konusundaki taleplerine karşı Türkiye’nin tezlerini güçlendiren çalışmalarıyla Türkiye’nin menfaatleri için çalışan biri olarak biliniyor. Elbette yaptıkları ve yazdıkları Libya anlaşmasından rahatsız olduklarını açıklayan ABD, AB ülkeleri, Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan ve İsrail gibi ülkeleri rahatsız etti. Ama Erdoğan o konjonktürde 22 Aralık 2019 günü Gölcük’te yaptığı konuşmada Cihat Yaycı’yı örnek gösterip sahiplendi. Türkiye uluslararası alanda aynı sorunlarla mücade ederken elbette görev değişikliği merak konusu oldu. Bir kesim “Erdoğan Yaycı’ya çok dönemli bir görev verecek” şeklinde, hatta Yunan medyası da saldırı hazırlığı gibi yorumladı.
GÜDÜMLÜ TORPİDO