Bu cümle en iyi Fetullahçı Terör Örgütü’nün elemanlarını tarif ediyor.
FETÖ elebaşı yıllar önce örgüt elemanlarına şu direktifi vermişti: “Devletin kılcal damarlarına kadar sızacaksınız, farkına vardıklarında yapacak şeyleri olmayacak ve çok geç olacak. Her yerde olacaksınız çünkü her yerde değilseniz hiçbir yerde değilsinizdir. Hava gibi olacaksınız, sizin varlığınızı bilecekler ama elleriyle yakalayamayacaklar.”
YALAN, İFTİRA, İNKÂR
FETÖ üyeleri her suçun içindedirler ama suçüstü ele geçseler bile inkâr ederler. Her yalanı söyler, her iftirayı atar, her kumpası kurar, her türlü cinayeti işler, üzerini örterler ama en “dürüst” onlardır.
Sedat Peker’in videolarıyla yeniden piyasaya çıktılar. Aylar öncesinden kendilerinin yaydıkları uyuşturucu iddialarının Peker tarafından tekrarlanması, Suriye’ye gönderdiği yardımların arasına SADAT tarafından silah sokulması gibi iddiaları ortaya atması ile yeni bir algı operasyonuna başladılar.
Örgütün en önemli isimleri, 2014’te MİT tırlarının durdurulması olayını gündeme getirerek, iddia ettikleri gibi Türkiye’nin Suriye’de teröristlere silah gönderen bir ülke olduğunu, kendilerinin haklı çıktığını dolayısıyla operasyonu yapan FETÖ’cü polis ve savcılara sahip çıkılması hatta toplumun özür dilemesi gerektiğini içeren mesajlar paylaştılar. FETÖ elebaşının “Cennetlik” dediği, örgütün finans yapılanmasının başında olan FETÖ mensubu Akın İpek, “Artık biliyorsunuz hakikati gençler” diyerek örgütü aklamaya çalışan paylaşımlarda bulundu. Firari Akın İpek’ten Emrullah Uslu’ya, Adem Yavuz Arslan’dan Tuncay Opçin’e, hepsi birden örgütü işlediği suçlardan temize çıkarmaya çalışıyor, hatta FETÖ isimli bir örgüt olmadığına yönelik kampanyalarda başı çekiyorlar.
FETÖ’nün farklı kimliğe bürünmüş sosyal medya yapılanması, örgütün adı geçen her olayda
İki yıl önce çekilmesine rağmen film, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası yaşanan işkence olaylarıyla birleşince, bir kuşak Geceyarısı Ekspresi filmi tartışmalarıyla büyüdü diyebiliriz. Elbette, 12 Eylül darbe sürecinde akıl almaz işkenceler yapıldı. Askeri yönetimin işkenceleri altında öldürülenlerin, gözaltında kaybolanların, gördüğü işkenceden sağlığını kaybedenlerin çığlıkları Geceyarısı Ekspresi filmindeki sahnelerle birleşti.
Olay 1970 yılında yaşanmış, film ise darbeden iki yıl önce çekilmişti. Dolayısıyla filmin amacı tek başına, iki yıl sonra yaşanacak 12 Eylül 1980 darbesinin insanlık dışı uygulamalarını anlatması olamazdı.
‘TÜRKLERDEN ÖZÜR DİLERİM’
Olayın kahramanı olan Billy Hayes, filmdeki işkence sahnelerinin gerçek olmadığını, yazdığı kitapta da yer almayan bu bölümlerin senaryoya sonradan eklendiğini açıkladı. Sorumluluğun, senarist Oliver Stone ve yönetmen Alan Parker’a ait olduğunu belirterek yine de 2014 yılında Türklerden özür diledi.
Senarist Oliver Stone ise 2004 yılında Türkiye’ye geldiğinde, “Filmin gösterime girmesinden sonra yaşanmış olan yanlış anlaşılmalardan ve Türkiye’de pek çok kalbin kırılmış olmasından dolayı üzüntü ve pişmanlık duymaktayım. Bu filmin yaratmış olduğu ırkçı yansımanın farkına varmış bulunmaktayım” şeklinde açıklama yaptı.
Yönetmen Alan Parker ise Oliver Stone’un özür dilemesinin gülünç olduğunu söyleyerek, “Yaptığım filmle gurur duyuyorum ve özür de dilemiyorum” dedi ve ölümüne kadar tutumunu sürdürdü.
SİYASİ KONJONKTÜR FİLMİ
Daha çok işkence konusuyla gündeme gelen ve Malta’da çekilen film, Türkiye ile Amerika ilişkilerinin son derece gergin olduğu dönemde gerçekleşen bir projeydi. İşkence dışında Türkiye’de uyuşturucunun son derece kolay bulunduğu, kilolarca esrarın taksicilerden bile alınabildiği mesajını veriyordu. Bu, Amerikan yönetiminin Türkiye hakkında o günlerde yaptığı suçlamanın aynısıydı. Yani daha önce üç kez esrar kaçakçılığı yapan, dördüncüsünde dört kilo uyuşturucuyla yakalanan ve Türkiye’de 5 yıl hapis yatması dışında olayın kahramanı
Yıllarca gazetecilik, televizyonculuk yaptıktan ve üniversitelerde ders verdikten sonra sosyal medyanın bilgisiz ukalalarından, trollerinden, çok bilmişlerinden, saplantılılarından “ders almak” Haluk Şahin’i tatlı tatlı gülümsetmiştir herhalde.
Söylediği gazetecinin “objektif” olma yükümlülüğüdür aslında.
OLGU MU, ALGI MI?
Geniş anlamda ise; ister hükümet, muhalefet, ister işadamları, meslek kuruluşları, ister sivil ya da askeri bürokratlar, avukatlar, yargı mensupları, diplomatlar, ister STK temsilcileri, spor kulüpleri, ister tarikat gibi güç odakları veya organize suç örgütleri ve hatta terör örgütleri ile görüşen gazetecinin bu güç odaklarının sözcüsü olmaması gerektiğine işaret eder.
Haluk Şahin derslerinde ve kitaplarında hep “olguların aktarılmasına” dikkat çeker. Ona göre “olguların” yani hakikatin aktarılması yeterlidir, gazetecinin işi de bununla sınırlıdır. Olgular da kimin aktardığına göre değişmeyeceği için, gazetecinin önüne “muhalif” sıfatını takmasına gerek kalmaz. Gazeteci için “olguları aktarmak” yeter, geriye kalanların işi ise, sıfatı ne olursa olsun, algıdır, algı yaratmaktır.
Haluk Hoca’nın sözleri aslında önemli bir uyarıyı barındırıyor; kendine “muhalif gazeteci” sıfatını uygun gören kişi aslında “yanlı” olduğunu tarif etmiş oluyor. Gazeteci kelimesinin önüne sıfat takmak en çok dile getirilen olguya yani hakikate zarar verir.
Dolayısıyla gazetecinin mesleğinin önüne herhangi bir sıfat takmadan söylediğine ya da yazdığına bakılarak değerlendirme yapılmalı. Hakikati yani bir bütün halinde olguları mı anlatıyor yoksa eksiltip çarpıtarak yalan mı söylüyor. Sadece halka bilgi aktarmakla mı yetiniyor yoksa, siyasetten, iş dünyasına, bürokrasiden yeraltı dünyasına kadar güç odaklarının sözcülüğünü mü yapıyor, ona bakılmalı.
TERÖRİST VE MAFYA İLE ŞİPŞAK FOTO
Ana hedeflerden birisi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası gözaltına alınan ve tutuklanan 130 bin dolayındaki örgüt üyesini bir arada tutmak.
Bunun için yeni sözde “Mağdur Aileler yapılanması”, “Finansal yapılanma” ve “Talebe yapılanması” şeklinde Ankara, İzmir ve İstanbul merkezli yeni örgütlenmelere gitti.
YENİ YAPILANMAYA İLK OPERASYON
Hapisteki FETÖ’cülerin dışarıdaki aile üyelerine maddi yardım yapılırken, özellikle bu ailelerin çocuklarını da örgüte kazandırmak için “Talebe yapılanması” kurdular.
Böylece babalarını, annelerini örgütün amaçları için kullanan FETÖ, şimdi de çocuklara el atmış oldu. Nitekim, FETÖ’nün bu yapılanmasına yönelik cuma günü Çanakkale Başsavcılığı’nın koordinesinde Milli İstihbarat Teşkilatı ve Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Başkanlığı (KOM) desteği ile Çanakkale Emniyet KOM ve İstihbarat Şubeleri tarafından yürütülen operasyonda, örgütün bu ildeki yeni yapılanması çökertildi.
Elbette bu FETÖ’nün vazgeçeceği anlamına gelmiyor ama şu an için Çanakkale’deki yapılanma deşifre edildi. Diğer illerde de devamı gelecek.
Çanakkale merkezli 14 ilde 84 kişi hakkında gözaltı kararı çıkartılan operasyonda, örgütün öğrenci yapılanması, esnaf yapılanması, aile yapılanması, mahrem il yapılanması ve finans ağı ortaya çıkarıldı. Gözaltına alınanlar arasında, örgütün il imamı, bölge sorumlusu, ilçe imamları, öğrenci sorumluları olduğu gibi örgüt içinde üst kademede mahrem konumda yer alan kişiler de var. Örgütün bir yandan finansal yapılanma üzerinden ailelere yardım ettiği belirlenirken, diğer yandan örgüt üyelerinin yurtdışına firarlarını da organize ettiği ortaya çıktı.
Örgütün yeni yapılanması İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere üç bölgeden yönetiliyor.
İtiraflar ve teknik incelemeler sonucunda; “Talebe Yapılanması”, “Mağdur Aileler Yapılanması” ve “Finansal Yapılanma” şeklinde yeniden örgütlenen FETÖ mensuplarının Türkiye’deki ara yöneticilerinin, talimatları almak ve rapor göndermek için firari konumdaki “mahrem imamlarla” irtibatta oldukları belirlendi.
Örgüt mensupları irtibat için, yabancı uyruklu kişiler adına yabancı internet şirketlerinden alınmış abonelikleri kullanıyorlar. WhatsApp üzerinden iletişimde yurtdışı numaraları kullanan FETÖ’cüler, konferans şeklinde görüşmeler yapıyor, Opera, VPN, S Çocuk (Süper Çocuk), FAMA, GPS programlarını kullanıyorlar. Ayrıca, popüler internet oyunu LOL (League of Legends) üzerinden sohbet odalarına girerek iletişim sağlıyorlar.
YENİ “TALEBE YAPILANMASI”
İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere üç bölgeden yönetilen para trafiği ise, hakkında soruşturma açılmamış özellikle kadınlar ve üniversite öğrencileri üzerinden yapılıyor.
“Talebe Yapılanması” adıyla, örgüt mensuplarınca ‘devre talebe seferberliği’ adı altında bir çalışma başlatıldı. Temasa geçilmemiş tek bir öğrencinin kalmaması hedeflenen yapılanmada örgütün illerdeki ve bölgelerdeki her kademesine ulaşmaları gereken sayısal hedefler verildi.
“Eğitim koçluğu” görünümü altında FETÖ’ye bağlı öğretmenler özellikle lise öğrencilerini örgüte kazandırmakla görevlendirildi. Yapılan araştırmalar, FETÖ’nün öğrenci sayısında artış olduğunu gösteriyor. Özellikle, lise öğrencilerini askeri okullar sınavlarına hazırlıyorlar.
Bu kapsamda, başta, daha önce örgüte ait kurumlarda çalışmış ya da ihraç olmuş öğretmenler çoğunlukta olmak üzere, başka mesleklerden de ihraç olanlar görev yapıyor.
Emperyalist devletler 1915’te Çanakkale’de durduruldu ama 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması ile elde kalan Anadolu topraklarının, hatta İstanbul’un işgali başlamıştı. Ordu dağıtılıyordu, Mustafa Kemal de İstanbul’a çağrıldı. 13 Kasım 1918 günü Adana’dan trenle Haydarpaşa’ya gelen Mustafa Kemal, karşıya geçmeyi beklemektedir. İşgalci 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan ve 4 Yunan savaş gemisi Marmara’ya demirlemiştir.
Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918 günü Haydarpaşa’dan kalkan Kartal isimli istimbotla bu zırhlıların arasından karşıya geçerken, yaveri Cevat Abbas’a 55 zırhlı geminin oluşturduğu çelik duvarı yıkıp geçecek o inanç yüklü cümleyi söyler: “Geldikleri gibi giderler...”
MİLLETE GÜVENEREK YOLA ÇIKTI
İstanbul’da geçirdiği altı ay içinde kurtuluş için tek çarenin millet ile buluşmak olduğunu düşünerek 16 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru ile yola çıktı.
Mustafa Kemal Atatürk, o günü yani 19 Mayıs 1919’u şöyle anlatıyor: “Ben 1919 senesinde Samsun’a çıktığım gün elimde, maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milleti’nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran, yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk Milleti’ne güvenerek işe başladım.”
Elbette, Atatürk’ün böyle düşünmesinde girdiği savaşlarda bu milletin evlatlarında gördüğü bağımsızlık aşkı ve mücadele için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan ruhu etkili oldu.
“İBB Demirtaş’ın kitaplarını da satmaya başlamış!
Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra tiyatro ile kitap ile şiir ile türkü ile yavaş yavaş alışacaksınız. Bir gün şehitleri hatırlayıp, ‘Ben neyi alkışlıyorum’ dediğinizde kızarmış avuçlarınızla yüzünüzü kapatacaksınız ama geç olacak.”
ŞAHSI GÖRÜŞÜ MÜ, PAZARLIK MI?
Süreç aynen devam ediyor; her şey seçmenlerini alıştıra alıştıra devam ediyor. Şimdi de 2023’te cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması ihtimaline karşı terör örgütü PKK’nın siyasi kolu HDP’ye bakanlık vermeye kadar geldi.
Bunu bir başkası söylese hakaret yağdırırlar ama konuşan CHP milletvekilliği de yapmış olan Dursun Çiçek. Şahsi görüşü mü yoksa gizli bir pazarlığı mı açık ediyor bilmiyorum ama kelime kelime söylediği şu: “Ben Millet İttifakı’nın HDP dışında bir çatı adayla birinci turda seçime girmesine inanıyorum. HDP başka partileri de yanına alırsa üçüncü bir aday, Muharrem Bey’in (İnce) partisi dördüncü bir aday, çok adaylı bir tur.
İkinci tura CHP’nin, İyi Parti’nin, Ak Parti’den ayrılanların kurduğu en ufak partilerin desteklediği bir çatı adayın sayın Cumhurbaşkanı’yla kalacağı için, ikinci turda HDP seçmeninin Millet İttifakı’nın adayına oy vereceğini, o safhada da; teröre bulaşmamış, sicili temiz binlerce var, yüzlerce var, binlerce belki çok olur, HDP üyesi, PKK’yı reddeden ve Türkiye’de geleceğini gören insanlar var, onlardan da hükümette bakan olabilir.
Sancar Bey, Ahmet Bey (Mithat Sancar, Ahmet Türk)
Bugün, İsrail’in saldırganlığının ve Filistinlilere karşı uyguladığı soykırım ve zulmün arkasında Amerika Birleşik Devletleri’nin bu tutumu var. Filistin topraklarında Yahudilerin tam hâkimiyeti olarak kısaca tarif edebileceğimiz “Siyonizm” ABD yönetiminin tam desteğiyle ayakta kalıyor.
ZULME DESTEK
Nitekim, Joe Biden, İsrail yönetiminin, Kudüs’te Doğu Kapısı’nda Filistinlilere müdahalesini, ardından Şeyh Cerrah mahallesinde Filistinlilerin evlerinden çıkartılma girişimini, son olarak Kadir Gecesi, Mescid-i Aksa’da namaz kılanların üzerine bomba ve plastik mermilerle saldırmasını görmezden gelip yine Netanyahu hükümetinin yani İsrail’in yanında olduğunu açıkladı. ABD Başkanı ve Dışişleri Bakanlığı sözcüleri İsrail’i kınayamadı.
Ağzından demokrasi, hukuk, insan hakları düşmeyen ABD Başkanı, saldırgan İsrail’e tek laf etmeden, Gazze’den verilen karşılıklar için dün “Binlerce roket topraklarına düşerken İsrail’in kendini savunma hakkı var” dedi.
Beyaz Saray’dan yapılan yazılı açıklamada da “Biden, Hamas ve diğer terör gruplarının Kudüs ve Tel Aviv de dahil bölgelere yönelik roket saldırılarını kınadı. Biden, İsrail’in güvenliğine ve İsrail’in sivilleri korurken kendini ve halkını meşru müdafaa hakkına sarsılmaz desteğini iletti” ifadesine yer verildi.
ETKİ AJANLARI DEVREDE
Oysa, üç dinin kutsal toprakları üzerinde terör estiren İsrail yönetiminden başkası değil. Yurtdışında ve yurtiçinde yapılan bazı değerlendirmelerde, yaşananların iç siyasette sıkışan