O ise “Kaptan olarak gemiyi sağlam limana götüreceğim” diyerek aslında bireysel kurtuluşunu amaçlayan, “gemisini kurtaran kaptan” rolünü oynamaya çalışıyor. Kılıçdaroğlu’nu en zorlayan ise içi boş bir “değişim” çağrısıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.
İmamoğlu “geminin dümenini” almaya hazırlanırken, CHP’li Özgür Özel kendisini ortaya atarak çıktı, “Genel Başkanlığa adayım, hazırım” dedi.
İlginç olanı ise İmamoğlu’nun ortaya attığı “değişim” kavramına da sahip çıkarak, “Değişime ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Değişim konusunda cesur, kararlı ve vefalı olacağım. Değişimin sadece şahıslar üzerinden okunması doğru değil...” açıklaması yaptı.
Özgür Özel’in “Değişime ihtiyaç var” dedikten sonra kendisini CHP Genel Başkanlığı için aday olarak ilan etmesi iki şeyi akıllara getirdi: Bugüne kadar CHP’deki tüm başarısızlıkların ortağı olan Özgür Özel ya liderini arkadan hançerleyen Brütüs ya da ‘tavşan aday’...
SEZAR’I HANÇERLEYEN BRÜTÜS
Önce, “Özgür Özel Brütüs mü?” ona bakalım.
“Brütüs” siyasi tarihe ihanet ile geçmiş bir Romalı askerdir. Milattan önce (M.Ö.) 85 ve 42 yıllarında yaşayan Marcus Junius Brütüs Roma Cumhuriyeti diktatörü Julius Sezar’ın oğludur. Roma Senatosu’nda M.Ö. 44’te Sezar’a karşı yapılan suikasta bizzat katılır ve öz babasının sırtına kılıcını saplar. Sezar’ın, diğer senatörlerin yanında kendisini arkadan vuran oğlunu görünce, “Sen de mi Brütüs?” dediği rivayet edilir.
Özgür Özel
Geceyi Erdoğan yüzde 52.18 oy ile önde bitirdi.
Ekrem İmamoğlu ise geceden “zafer masallarıyla” uyuttuğu seçmenler henüz uyanmadan 29 Mayıs sabahı kamera karşısına geçti. Kampanya boyunca desteklediği, “Cumhurbaşkanım” diye hitap ettiği Kılıçdaroğlu’na karşı şu sözlerle cephe açtı: “Kimse endişe etmesin, her şey yeniden başlıyor. Unutmayın; ‘Değişmeyen tek şey değişimdir. Her sahada, her ortamda değişim. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuç asla beklemeyeceğiz artık.”
KAZANSA YARDIMCISI OLACAKTI
Kılıçdaroğlu’nun seçilmesiyle “cumhurbaşkanı yardımcısı” koltuğunda oturma hayali kuran İmamoğlu, şimdi Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlık koltuğuna gözü dikmiş durumda. Bunun için de ortaya attığı kavram: DEĞİŞİM...
Seçim sonrası CHP tabanında ve parti teşkilatında Kılıçdaroğlu’na karşı oluşan tepkiyi kendisi için fırsata çevirmeye çalışan İmamoğlu, son yaptığı açıklamada “Değişim konusundaki fikrimde net olarak kararlıyım. Menzile yürüme hususunda net olarak kararlıyım. Asla kişilere bağlı bir düzenin değil, kalıcı bir demokrasi düzeninin bu ülkede var olması için, bunun partimizde de var olması yönünde kararlıyım” dedi.
KOLTUKTA DEĞİŞİM
Elbette “değişim” derken herkes neyi kastettiğini soruyor. Aynı zamanda herkes biliyor, “değişim” derken “Kılıçdaroğlu gitsin ben geleyim” mesajı veriyor.
CHP Genel Başkanlığı hedefini sadece
İki hafta öncesine kadar Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyenler şimdi onun hakkında “tuvalet terliği, saksı, Merzifon e..., kutu kola...” benzetmesi yapıyorlar.
İki hafta önce seçimi kazansaydı “kahraman dede” ilan edecekleri Kemal Kılıçdaroğlu’nun destekçileri, seçim hezimetinden tek başına onu sorumlu tutarak sadece istifasını istemiyor, itibar suikastı ile adeta diri diri mezara gömüyorlar.
İki hafta öncesine kadar, Alevilikte “işin piri” anlamında saygı ifadesi olarak “Piro Kemal” diye seslenilen Kemal Kılıçdaroğlu, “Hain Kemal” diye anılmaya başlandı ve neredeyse “AKP’li” ilan edilme noktasına geldi.
NEFRET SİLAHI KENDİNE DÖNDÜ
Yıllardan beri kitlesinin ruhuna işlediği nefret şimdi ona yöneldi. İzlediği politikalardaki yanlışlıklara gözlerini kapatanlar, sosyal medya hesaplarından beddua edip gözyaşları içinde ağza alınmayacak hakaretleri ediyorlar.
Tekrar tekrar vurgulamak isterim; bu küfür ve hakaretleri siyasi rakipleri değil, adı soyadı belli Kılıçdaroğlu destekçisi olan ünlü, ünsüz gerçek kişiler başta olmak üzere yine kendilerine yakın sosyal medya trolleri ediyor.
Kılıçdaroğlu’nun sözcüsü Özgür Özel yine algı operasyonu ile “Parti içinde Kılıçdaroğlu istifa etsin diyen yok. Sosyal medyada var. Alınan sonuç, Genel Başkan’ımızı rencide edecek bir sonuç değil. Nefret yayan hesapların altını kazıyın, AK Partili çıkar” diyerek eline yüzüne bulaştırsa da internette hakaret ve küfürleri Kılıçdaroğlu ile yan yana yazdığınızda kimin kime ne dediği karşınıza geliyor.
BATI’NIN PROJESİYDİ
“Bugüne kadar olduğu gibi görev sürem içerisinde de birinci önceliğimiz artan bir azim ve kararlılıkla terörle mücadele olacaktır. Ülkemizin huzur ve güvenliğini tehdit eden her türlü terör örgütü ile en son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar mücadeleyi sürdüreceğiz.”Konuşmasında benim dikkatimi çeken ise, PKK, DEAŞ gibi örgütlerin ismini vermeden “her türlü terör örgütü” ifadesini kullandıktan sonra özellikle Fetullahçı Terör Örgütü’nün adını zikretmesi oldu. Görevi teslim aldığı gün net olarak şunu söyledi: “FETÖ ile mücadele de artan bir azim ve kararlılıkla sürdürülecektir.”
FETÖ ile mücadeleye özel bir başlık açması bana, bir asker olarak 15 Temmuz gecesi yaşanan ihaneti unutmadığını gösterdi. Sadece kendisi değil, Genelkurmay Başkanı olduktan sonra bu ihanetin unutulmaması için Karargâh’taki tüm odaların duvarlarına emir olarak şu yazıyı astırdı: “FETÖ ile mücadele son FETÖ’cü Ordu’dan atılıncaya kadar devam edecektir.”
UNUTULMAZ İHANET
Bir asker ömrü boyunca savaşır, kazanır ya da kaybeder. Birçoğu ise girdiği çatışmaların sayısını bile unutur.
Ama bir asker için en ama en unutulmaz şey, girdiği çatışma, kazandığı ya da kaybettiği savaş değil beraber can vermeye yemin ettiği, kardeşinden bile yakın “silah arkadaşı” dediği kişilerin ihanetidir.
İşte, 1980’li yıllardan itibaren “Atatürkçü” kılığına bürünerek TSK içine sızan FETÖ elemanları o gece, yıllarca beraber görev yaptıkları “silah arkadaşlarına” ve onları bugünlere getiren Türk milletine ve devletine ihanet ettiler.
Elbette, Türklerin tarihinde bir örneği olmayan böyle bir ihanet ve bu ihanete çıplak elleriyle direnen Türk milleti, o gece ülkesi için can veren 252 şehidimiz, 3 bine yakın yaralı gazimizin kahramanlığı unutulmaz.
Ve biliyorum ki
TBMM seçiminde çoğunluğu Cumhur İttifakı kazandı. İkinci tur seçiminde ise ittifakın adayı Erdoğan, Cumhurbaşkanı oldu.
TBMM’deki yemin töreninin ardından 100’den fazla ülkeden devlet temsilcisinin katılımı ile tören düzenlendi.
İki şey beni hiç şaşırtmadı: Birincisi; CHP, HDP ve İP milletvekillerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBMM’deki yemin töreninde ayağa kalkmaması, ikincisi de Genel Sekreter hariç NATO’da “müttefik” olan ABD ve Avrupa ülkelerinin törenlere katılmaması...
Yani anlayacağınız, “batı cephesinde yeni bir şey yok”.
İLK İŞARETİ OTURARAK VERDİ
“Batı Cephesinde Yeni Bir şey Yok” aslında bir roman adı. 1929 yılında Erich Maria Remarque’ın yazdığı ve savaşın anlamsızlığını anlatan “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanının konusu farklı olsa da kitabın başlığı Türkiye ile Batı ve Batı’nın Türkiye’deki adamlarının durumunu yeterince ifade ediyor.
28 Mayıs seçimlerinden sonra Türkiye ile Batı ilişkilerinin daha iyi olacağını bekleyenler ya da bunu isteyenler için hayal kırıklığı yaşanacak. Çünkü, ABD ve AB ülkelerinin istediklerine boyun eğmedikçe Türkiye’nin onlarla arasının düzelmesi imkânsız. O yüzden Erdoğan ile değil, Kılıçdaroğlu ve benzerleri ile çalışmayı beklerler. Kılıçdaroğlu da seçimden sonraki tutumuyla onlara yakın çizgisini koruyacağını gösteriyor. Bunun için daha önce yaptığı gibi sakin görünümlü sinir siyasetini devam ettirecek. Cuma günü milletvekilleri yemin törenine katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın izleyici locasına gelişi sırasında Kılıçdaroğlu ayağa kalkmayarak bunun ilk işaretini verdi.
Ertesi gün, Cumhurbaşkanı yemin etmek için TBMM Genel Kurulu’na geldiğinde CHP milletvekilleri ile terör örgütü PKK’nın siyasi kolu YSP’liler ayağa kalkmadı. CHP ve İstiklal Marşı’nı söylemekten bile kaçınan PKK/YSP’lilere bazı İP’li milletvekilleri de eşlik etti. Ayağa kalkan İP’liler de alkışlamayarak tutumlarını ortaya koydular.
Bir gün önce artıgerçek.com isimli internet sitesine “HDP açısından TBMM seçimi: Neden böyle oldu?” diye makale yazan Demirtaş ertesi gün de uzun bir röportaj verdi. Her şeye değindi ama sadece PKK terör örgütüne karşı tek bir laf edemedi.
Ancak medyada Demirtaş çok önemli şeyler söylüyormuş gibi tartışmalar yapıldı.
Hatırlayacaksınız, seçim sürecinin en başında da hem partisi HDP’ye hem de asıl patronu olan PKK’lı terör örgütüne yönelik bazı çıkışları olmuştu. “Kürt açılımı, Türk açılımı” gibi boş laflar edip Kılıçdaroğlu ile “helalleşme” ve “açılım” oyunları oynamışlardı.
PKK terör örgütünün Mersin Mezitli’de gerçekleştirdiği bombalı saldırıyı kınaması sonrası HDP’nin sessizliğini eleştirince terör örgütü tarafından “münafık” ilan edildi.
PKK ‘MÜNAFIK’ DEDİ
Örgüt ise ona, 1979 yılında yakalanan ve itirafçı olan, 1990’da da PKK tarafından infaz edilen İrfan Sönmez’in akıbetini örnek gösterdi. İrfan Sönmez, 1979 yılında yaptığı itiraflarla PKK yöneticilerinin isimlerini vermiş, örgütün kurucusu Öcalan bu nedenle Suriye’ye kaçmak zorunda kalmıştı.
PKK tarafından 3 Nisan 1990’da öldürülen itirafçı İrfan Sönmez’in örnek gösterildiği ve Alişar Piran kod adıyla yazılan yazıda, küçümsenip aşağılanan Selahattin Demirtaş örgüt tarafından “demokratik siyaset alanında verilen görevi üstlenen birisi” diye tanımlanarak şu ifade kullanılmıştı:
“Selahattin Demirtaş kuşkusuz bir devrimci değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. Ancak devrimci mücadeleden etkilenen, mücadelenin yarattığı imkân ve değerler ortamında büyüyen ve yetişen, siyasi olarak da orta sınıf çizgisini temsil eden bir kişidir. Bu açıdan bu mücadelenin öyle veya böyle bir tarafında yer almış, demokratik siyaset alanında bazı görevler üstlenmiş biridir. Elbette
Kazanacaklarından son derece emin bir şekilde seçime giren Kılıçdaroğlu ve taraftarları, kendileri dışındakilere öylesine vahşice ve ahlaksızca saldırdılar ki, elleri ve dilleriyle bugün içine düştükleri çukuru kendileri kazdılar.
Sadece Erdoğan taraftarlarına değil, önlerine engel gördükleri cumhurbaşkanı adayları Muammer İnce ve Sinan Oğan’a da yapılmayan linç kampanyası kalmadı. Linç kampanyaları da kendilerini vurdu.
YALANA İNANDILAR
PKK’nın siyasi kolu HDP dahil 7’li masa ve ortakları, anketçileri, besleme ve yurtdışından fonlanan medyasındaki gazeteci ve televizyoncularının kendilerine söylediği yalanlara inandılar. Oysa sadece kendileri gibi düşünmeyenleri biraz dinleselerdi, yere göğe koyamadıkları siyasetçileri eleştirenleri, “muhalefete muhalefet etmekle” suçlamasalardı, hakaret ederek susturmasalardı bugün ortaya çıkan sonucun sürpriz olmadığını görebilirlerdi. Ama onlar, “Yüzde 60 oy ile birinci turda cumhurbaşkanı olacağım” diyen Kemal Kılıçdaroğlu ve etrafının yalanlarına inanmayı seçtiler.
BAHANELERİ DE YALAN
Kılıçdaroğlu’nun onları heyecanlandıran hiçbir projesi olmadığı gibi, söylediği yalanları bile önemsemediler. Onları motive eden tek şey, “Erdoğan’dan kurtulmak” fikriydi. O da gerçekleşmeyince “büyük bir şok” sarmalına girdiler. Yenilgi için ürettikleri bahaneler, cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun kampanya sürecindeki bazı vaatleri gibi gerçek dışı ve saçma sapandı. Girdikleri bunalıma çare olarak da Erdoğan’a oy verenlere hakaret ve küfür etmeyi seçtiler.
PKK, FETÖ VE ABD
Oysa, sadece
14 Mayıs’a kadar söylediklerinin tam tersini söyleyerek “milliyetçi” rolüne bürünen Kılıçdaroğlu, 6’lı Masa’dan kalkarak ikinci tur için Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile ayrı bir masaya oturdu. Ümit Özdağ da masa masa dolaşıp destek arayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun önüne öyle bir protokol metni koydu ki adeta siyasi kariyerinin tabutuna son çiviyi çaktı. Artık, kaybedecek hiçbir şeyi kalmadığı için önüne konulan protokole imza attı.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu Atatürk’ün koltuğunda oturan Kılıçdaroğlu’na Anayasa’nın ilk dört maddesine, 66’ncı maddesine bağlılık ve “milli birlik, laiklik ve üniter yapıya” sadakat konusunda protokol imzalattı. Böylece Kılıçdaroğlu attığı skandal imza ile siyasi tarihe ve CHP tarihine geçti.
CHP LİDERİNE DERS
Kılıçdaroğlu ile Özdağ’ın imzasını taşıyan 7 maddelik protokol metninin birinci ve ikinci maddelerinde aynen şunlar yazıyor: “Anayasa’mızın ilk 4 maddesi ve 66’ncı maddesinde yer alan Türk Vatandaşlığı konusundaki tanımı ve içeriği korunacaktır.
1924 yılında kurulan milli-üniter-laik devletten asla taviz verilmeyecektir.”
Protokolün 4’üncü maddesinde ise, “Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısını hedef alan hiçbir siyasi ve hukuki düzenlemeye izin verilmeyecektir” yazıyor.
Bir Cumhuriyet Partisi genel başkanı hatta bir CHP’li, herhangi birisinden “milli birlik, laiklik ve üniter yapı” konusunda ders alacak son kişi bile değildir.
Çünkü sayılan bu maddeler, CHP’nin kurucu ilkeleri ve amblemindeki 6 ok ile temsil edilir. Ancak