Diğer yandan da uzun yıllar saklanan önemli bazı FETÖ’cü isimler yakalanıyor.
Bunların arasında FETÖ elebaşı Gülen’in yeğenlerinin bulunması dikkat çekiyor. Bu gelişmede, örgüt içi güç savaşı etkili oluyor. Dört gruba ayrılan örgüt üyelerinin yolsuzluk, taciz ve tecavüz konularında birbirini suçlarken açık ve gizli biçimde birbirlerini ihbar etmeye başladığı bildiriliyor.
DÖRT GRUBUN GÜÇ SAVAŞI
Konuyu baştan anlatayım; FETÖ’cüler, elebaşı Gülen’in sağlık durumunun kötüleşmesi, örgüt üzerinde kontrolü yitirmesi ve ölümü sonrası liderlik savaşı nedeniyle kendi içinde “Gelenekçiler”, “Yenilikçiler”, “MÖZ-Mustafa Özcan Grubu” ve “Barbaros Kocakurt Grubu” olarak güç savaşına giriştiler
Gülen
UNESCO’nun Atatürk’ün doğumunun 100’üncü yılı ile ilgili aldığı bu kararın, kuruluşun tarihinde bir başka örneği yoktur.
Cumhuriyet’in 100’üncü yılı
Atatürk’ün “Benim en büyük eserim” dediği Cumhuriyet’imizin 100’üncü yılında, Amerikalı Disney Plus isimli televizyon kanalı iki bölüm olarak hazırladığı Atatürk belgeselini yayınlamama kararı almış. Bu kararı almasının arkasında ise Ermeni lobilerinin Atatürk hakkında ortaya attığı ‘soykırım iftiraları’nın etkili olduğu söyleniyor. Nitekim Amerika’da bu konuda başı çeken bir Ermeni lobisi, belgesel yayınının kendi girişimleriyle durdurulduğunu yayıyor. Dünya ve tarih biliyor ki, ne Atatürk ne de Türklerin tarihinde soykırım gibi insanlık suçu yoktur. UNESCO Genel Kurulu’nun 1978 tarihli kararındaki şu cümleler bunu açıkça gösteriyor:
“Tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımını gözetmeden, bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını anımsatarak eylemlerini her zaman barış uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı yönünden yapmıştır.”
Mesele belgesel değil
Olayı yalnızca bir televizyon kanalının Atatürk belgeselini yayınlamaması olarak görmek eksik değerlendirme olur. Son yedi yıldır Türkiye, başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin doğrudan ve dolaylı saldırısı altında. 1920 tarihli Sevr’den beri bir türlü parçalayamadıkları Türkiye’yi bölmek için dışarıdan PKK, içeriden FETÖ ve işbirliği yaptıkları siyasetçilerle amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar. Bir yandan “müttefik” görünüp diğer yandan Türkiye düşmanı terör örgütlerini destekleyip himaye eden emperyalist ülkeler, 100 yıl önce olduğu gibi yine perde arkasında kendilerini gizliyorlar. Kurtuluş Savaşı’nın sadece Anadolu’yu işgal eden Yunanistan’a karşı verildiğini söylemek nasıl eksik bir değerlendirme olursa, Atatürk belgeselinin de Ermeni lobisinin etkisiyle yayınlanmadığını söylemek aynı şekilde hatalı olur.
Oysa, CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mansur Yavaş ile “Aramızda kalsın” konulu muzip videoları, “Kazandık, kazanıyoruz” konulu mitingleri, seçim akşamı dört kez ekrana çıkıp yaptıkları “Kazandık” açıklamaları ile Kemal Kılıçdaroğlu’nu 13’üncü Cumhurbaşkanı ilan edişi, en sonunda da “Yarın sabah uyandığınızda Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı” sözleri, kendisi için Cumhurbaşkanı Yardımcısı unvanlı davetiye bastırmış olması hafızalardaki yerini koruyor.
Kaybedenler kulübünün üyesi İmamoğlu, Oksijen gazetesinde beyaz gömlekli, kolları sıvarken çekilmiş fotoğrafı ile yeniden başlamaktan söz ediyor. Hem de yanında hâlâ Kılıçdaroğlu’nun etrafında dolaşan hatta onu Grup Başkanı olarak TBMM’de temsil ederken Zoom toplantısında yakalanan “Brütüs Özgür” yani Özgür Özel ile.
CESUR LİDER, ‘ADAYIM’ DİYEMİYOR
Sayfalar dolusu makalede “demokratik liderlikten”, “cesur liderlikten” ve birçok şeyden bahsediyor ama bir türlü CHP Genel Başkanlığı için aday olduğunu söyleme cesareti gösteremiyor.
Lafı dolandırıyor da dolandırıyor; ekonomiden, çevreden, beklenen İstanbul depreminden, gençlerden her yerde bulacağınız cümlelerle bahsettikten sonra nihayet sözü Kılaçdaroğlu’na getiriyor, şöyle diyor:
“Demokratik lider toplumla imzaladığı mukavele uyarınca ona verilen yetkiyi belli bir süre kullanır, ona verilen misyonu yerine getiremediğinde ve toplumsal beklentilerin gerisinde kaldığında görevi bırakmayı bilir.”
Seçim sürecinde hakkında
2007 yılında aldığım “Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Ödülü” benim için ayrı bir onur ve sorumluluktur. Ama bu, herhangi bir güç odağına, bir gruba, bir kitleye karşı değil sadece ve sadece gerçeğe karşı bir sorumluluk. Bunu yapmanın yolu ve yöntemi “tek başına da kalsan”, kimin işine yaradığına yaramadığına bakmadan yalnızca olguyu, gerçeği aktarmaktan geçer.
Bir partiye, bir siyasi görüşe, bir toplumsal gruba, iş ya da sendikalara, etnik veya inanç grubuna yakın olarak yapılan gazetecilik şekilleri de vardır. Gazeteciliği, yabancı ülkeler ve çıkar grupları için “etki ajanlığı” olarak yürütenler olduğu gibi günümüzde PKK ve Fetullahçı Terör Örgütü adına çalışan, propagandasını yapan, kendisine “gazeteci” diyenler de bulunuyor.
SADECE GERÇEK
Benim üzerinde durduğum dünyada bilinen adıyla “Soruşturmacı Gazetecilik(Investigative Journalism)”, bizdeki yaygın adıyla “Araştırmacı Gazetecilik”...
New York Times gazetesinin soruşturmacı gazetecilik editörlerinden Rebecca Corbet, Oxfort Üniversitesi’nde 2 Mart 2020 günü verdiği konferansta bunu şöyle tarif etmişti: “Soruşturmacı gazetecilik kanıta dayalı gazeteciliktir. Bir görüş değildir. Savunuculuk değildir. Tek amacı gerçeği bulmak ve onu tüm gücüyle aydınlığa kavuşturmaktır.”
Çok bilinen bir söz var ya, “Halkın bilgi edinme hakkı adına” diye, işte bunu gerçekleştirirken halkı bilgilendirmek için yanlış bilinene karşı gerçeği aktarırken, üzerinizdeki devletin, yargının, bürokrasinin, iktidarın, muhalefetin, STK’lar dahil tüm güç odaklarının, hatta kamuoyunun baskısına da karşı duracaksınız. Çünkü önyargıyı kırmanın, yanlışı düzeltmenin gücü sadece gerçeğin elindedir ve gazetecinin görevi yalnızca o gerçeği aktarmaktır.
Yıllardır konferanslarda ve üniversitelerde verdiğim derslerde hep bunu anlattım.
“O geceyi bizzat yaşamasa dahi, FETÖ’cü hainlerin işlediği cürümlere şahit olan birinin, FETÖ’ye müsamahakâr davranması mümkün değildir. Üstünden değil 7 yıl, 70 yıl da geçse 15 Temmuz’u unutmacağız. FETÖ’yle mücadelede oluşacak en küçük bir zafiyetin bize neye mal olabileceğini hemen yanımızdaki ‘Gazi Mekân’da görebiliyoruz. Bir daha benzer ihanetlere maruz kalmamak için; hem hafızamızı diri tutmamız hem de tedbiri elden bırakmamamız gerekiyor” dedi.
FETÖ ile mücadele konusunda kararlılığın en iyi vurgulanacağı yerlerden birisi de Polis Akademisi’dir. Çünkü 15 Temmuz gecesi FETÖ’cüler tarafından katledilen 253 insanımız arasında 51’i Özel Harekât Başkanlığı’nda olmak üzere toplam 63 şehit polisimiz var.
FETÖ’CÜ 41 BİN POLİS İHRAÇ EDİLDİ
17/25 Aralık 2013 sonrası emniyet teşkilatında yapılan kısmi tasfiyenin önemine işaret eden ve “Vakitlice alınan tedbirler devletimizi işgal girişiminden kurtardı” değerlendirmesini yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Şayet o dönem Polis Akademisi’ni yeniden yapılandırmamış, hassas birimlerde tasfiyelere gitmemiş olsaydık, daha büyük bedeller ödemek zorunda kalırdık. Bir taraftan Polis Teşkilatımızı FETÖ’cü unsurlardan temizlerken, aynı zamanda emniyet hizmetlerinde sıkıntıya mahal vermedik. Darbe girişiminden bugüne toplam 41 bin emniyet mensubunun kurumla ilişiği kesildi” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasını dinlerken pek şahit olmadığımız bir kelimeyi kullandığını fark ettim: Mahrem yapılanma...
Cümlesi tam olarak şöyleydi: “FETÖ’nün devlet içindeki uzantılarının önemli bir kısmını tasfiye ettik. Mahrem yapılanmasına yönelik operasyonlarımız kesintisiz sürüyor.”
FETÖ MAHREM YAPILANMASI
“Mahrem”
PKK için silahtan çıkan mermi ne ise FETÖ’cüler için medya üzerinden yaydıkları yalan ve iftira ve kumpas odur.
Bold Medya isimli internet sitesi de FETÖ’cülerin yalan, algı, iftira ve kumpas için kullandıkları mecralardan birisidir.
Onlar beni, ben de onları yakından takip ederim!
Bu vatan hainleriyle mücadele için onları yakından takip etmek gerekir.
Geçen hafta Yükseköğretim Kurumlar Sınavı sonuçları açıklandı. FETÖ’cü Bold Medya sitesinin yayınladığı bir haber dikkatimi çekti. Haberin başlığı: “KHK’lı Osman Ataş, bu yıl girdiği YKS sınavında 215’inci oldu.”
ALGI OPERASYONU
Şunu biliyorum; Bold Medya gibi FETÖ’nün bugün artık yurtdışından yayın yapan medya organları, örgüt üyesi değilse YKS’de derece yapan birisini asla haber yapmaz.
Yalan, fitne, iftira, kumpasa dayalı habercilik yapan FETÖ medya yapılanması, eğer birisi hakkında olumlu ya da mağduriyet haberi yapıyorsa o kişi mutlaka örgüt üyesidir.
Yalnızca gerçeğe gözünü kapatmakla kalmayan, gerçeği çarpıtan, göz göre göre seçmenlerinin aldatılmasına aracı olan gazeteci ve televizyoncuların durumu hepsinden acı.
Bir de sözde objektif yayıncılık yaptığını söyleyen, kimseyi de beğenmeyen Halk TV’nin, sıradan bir gazetecilik faaliyeti olan basın ve grup toplantılarını yayınlama karşılığı CHP ile bir sözleşme yaparak işi para ilişkisine çevirmiş olması, şimdiden basın tarihine “rezalet” olarak geçti.
BESLEME HALK TV, TELE1, KRT
Siyasi rakip olduğu için CHP’ye yakın medya tarafından sürekli hedef alınan Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce tam bir yıl önce bunların ipliğini pazara çıkarmıştı aslında.
İnce, “Halk TV, Tele1, KRT, CHP’den ve İYİ Parti’den her ay düzenli maaş alıyor. Miktarlarını bile söylerim. Son zamları bilmiyorum ama. Bizi haber yaptıkları zaman ‘Maaşı keseriz’ diye tehdit ediyorlar.
‘Biz sözleşme yaptık” diyorlar. Utanmazlığın bu kadarı olur. Maaşın adını sözleşme yapmışlar. Hizmet satın alıyorlarmış. Haraca bağlamışlar bütün muhalefet belediyelerini. Her bir belediyeden haraç alıyorlar resmen. Aylık maaş alıyorlar. Besleme basınsınız siz” diye eleştirmişti.
Tele1’in sahibi Merdan Yanardağ da Muharrem İnce’nin iddiasını şu sözlerle doğrulamıştı:
“Tele1 ve tüm televizyon kanallarının gelirleri, reklam ve sponsorluk gelirleridir. Biz bazı hizmet satış anlaşmaları yapıyoruz, bunların içinde siyasi partiler de var. CHP ile zaman zaman yaptığımız anlaşmalar var. Onların mitingini canlı olarak yayınlıyoruz ve bunun karşılığında bir bedel alıyoruz.”
Kemal Kılıçdaroğlu için bir süredir “sinsi siyaset” yaptığını yazıyor, söylüyorum.
Bunu cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde defalarca kanıtladı. Masa ortakları veya uzantıları tarafından en ağır saldırı altındayken bile sinirlerine hâkim oldu. Karşı saldırı yerine amacını unutmadan ya saldırıyı “Şimdi onu boş verin” gibi kısa cümlelerle bertaraf etti ya da konu hakkında konuşmayarak unutulmaya bıraktı.
Kafasındaki amaca doğru yürürken yalan söylese de geriye dönüp bakmadı. Kimi yalanlarında ısrar etti, herkesin görebileceği şekilde ortaya çıkan yalanlarını tamamen unutulmaya bıraktı.
Öncesi de var ama müsaadenizle son birkaç örneği hatırlatayım:
- ABD seyahatinde yanındaki gazetecileri de atlatarak sekiz saat ortadan kayboldu. Suskunluğa bürünerek ne atlattığı gazetecilere ne de kamuoyuna tek bir açıklama yapmadı.
- FETÖ’cüler, Muharrem İnce hakkında montaj kumpası kurduğunda bunu Rusların yaptığını, elinde delil olduğunu söyledi ama bir türlü açıklamadı.
- Hem ittifak ortaklarından hem parti yönetiminden hem kendi seçmenlerinden hem de tüm kamuoyundan gizli bir biçimde