Maçın kaderini orta sahalar belirledi. Geçmiş haftalara bakacak olursak iki teknik adamın da belki hayatlarında bu kadar sıkıntılı, bu kadar baskı altında hazırlandığı maçlar olmamıştır.‘Kaderi orta sahalar belirledi’ derken Beşiktaş oyuna hem hücum hem defansif manada çok fazla katkı sağlamayan, etkili olmayan bir orta saha ile başladı. Buna karşılık Fenerbahçe orta sahası oyun yönetimini ele alan, organize edebilen ama bunlardan daha da önemlisi çok rahat topla buluşabilen bir görüntü verdi.
KRUSE’NiN EN RAHAT MAÇI
Özellikle Max Kruse futbol hayatının belki de en az baskı hissettiği maçını oynadı.
Beşiktaş’ın oyuna bu tercihle başlaması esasında Fenerbahçe tribünlerinin bir ölçüde belki sıkıntı yaşamamasına neden oldu. Çünkü Beşiktaş’ın bu başlangıçla önde top tutma şansı son derece düşüktü ve olmadı. Bu oyun Fenerbahçe’ye hem skor hem oyun üstünlüğünü getirdi.
TOLGA TERCiHi iSABETLiYDi
Tabii şunu söylemek çok yanlış olmaz... Fenerbahçe’nin Tolga’yı sol çizgide kullanması, Gökhan’ın son sezonlarda en az hücum etkinliği olan maçlardan birini çıkarmasına neden oldu. Bunun yanında Beşiktaş’ın gol atma şansı ancak Atiba’nın ilk yarı itibariyle bulduğu bir pozisyonla sonuçlandı. Beşiktaş bence maçtaki ideal kadrosunu 62. dakikada bulabildi. Kısacası temposu yüksek başlaması beklenen bir müsabakaydı. Öyle de başladı. Tempo bir yerde özellikle ilk 45 dakika itibariyle tek taraflı oldu. Bütün bu tabloya baktığım zaman maçı kazanan Fenerbahçe, rakibinin sadece 1 puan önüne geçti. Dolayısıyla bu tabloyu geçtiğimiz yıllardan da hatırlayacak olursak, Göztepe’ye kaybeden Galatasaray dahil bu yarışın mutlak içinde olacaktır.
VAZGEÇTiĞiN ZAMAN KAYBEDERSiN
Teknik adamların 90 dakikalık tercihleri başarılı ve başarısız olarak değerlendirilebilir. Ama bu takımlar bulundukları yerlerde bu teknik adamlarla bulunuyorlar. Dolayısıyla hatalarıyla ve başarılarıyla bu yarışın içinde devam ediyorlar. Bir hafta boyunca, ‘O kaybederse şöyle olur’ denilen senaryolara hiç gerek yok. Futbolda önemli olan yarışın sonudur. Kısaca şunu söyleyeceğim; yarışın içindeki takımlar kaybettikleri zaman değil, vazgeçtikleri zaman kaybederler. Ve benim gördüğüm kadarıyla hiçbirinde vazgeçme niyeti yok. Klasmanda yerleri ne olursa olsun, tarihleri boyunca bu yarışın içinde olan teknik adamlar hiçbir şekilde kopmazlar.
-Beşiktaş Bursa’de iki puan bıraktı. Maç hakkında ne diyebiliriz?
-HAKİKATEN dişe diş bir 90 dakika yaşandı. Beşiktaş’ın hafta içinde oynadığı Partizan maçına gitmiştim. Dün, o maçtan daha istekli, en azından daha mücadeleci bir Beşiktaş vardı ama sonucu lehine çeviremedi. Bursaspor da müthiş dirençli, istekli bir futbol sergiledi. Beşiktaş özellikle ikinci yarının başında Oğuzhan’ın organize ettiği paslarla pozisyon yarattı, gol buldu. Bu hız bir 15 dakika devam etti. Bursa’nın maçı bırakmaya hiç niyeti yoktu nitekim düşündükleri golü son dakikalarda buldular. Karius ve Chedjou takımlarında ilk kez forma giydiler ve doğru tercih olduklarını gösterdiler. Sahada kalite olmasa bile efor olarak her şeyini ortaya koymayan futbolcu yok gibiydi. Keyifli bir 90 dakika izledik. Ligin başı her zaman enteresan sonuçlara gebedir. Tabloya baktığımız zaman da bunu çok net görebiliyoruz.
COCU HALEN KARARSIZ
-Hiddink, Beenhakker, Advocaat ve şimdi de Cocu... ‘Hollandalı hocalar Türkiye’de başarılı olamaz’ sözü bir kez daha gerçekleşir mi?
-UNUTTUĞUNUZ bir isim daha var, G.Saray’da görev yapan Rijkaard. Hepsi çok değerli... ‘Hollandalı hocalar Türkiye’de başarılı olamaz’ sözü yanlış ancak Hollandalı hocalar şimdiye kadar Türkiye’de başarılı olamadılar denebilir çünkü ortada 5 deneme var. Burada daha değişik faktörler var. Ülkeye veya kulübe uyum sorunu yahut değerlendirme ve gözlemlerin farklı olması gibi ki F.Bahçe’de bunu görüyoruz.
1-) Galatasaray, sezon başında bu yana sorunlar yaşadığı Gomis’i sattı. Ticari boyutu bir kenara bırakırsak bu hamle doğru mu? Yeri dolar mı yoksa G.Saray Gomis’i arar mı?
Bir transfere ticari amaç olarak da teknik açıdan da bakabilirsin. Gomis veya herhangi bir forvet yeri doldurulmayacak kişiler değildir. Bu her takım için geçerli. İkincisi bana göre Gomis kadar değerli bir alternatif var: Eren. Ayrıca hiçbir takım hedef santraforla oynamak zorunda değil. Zaten G.Saray’ın yerine göre hedef santrforsuz oynayacak bir kadro yapısı da var. Ön tarafta Rodrigues gibi müthiş süratli, Onyekuru gibi çok iyi koşu yapabilen, Emre gibi, Selçuk gibi, Fernando gibi, (kımıldarsa) Belhanda gibi geriden top kullanabilen, Mariano ve Nagatomo gibi kanattan hücuma destek veren oyuncuları var. Yani G.Saray Gomis’siz hatta zaman zaman Eren’siz oynayabilir. Dolayısıyla bu ticari açıdan bir artı, teknik açıdan da bir eksiklik değil.
Bir de şunu söyleyeyim; Bazı golcülerin kendini aştığı yıllar vardır. Gomis geçen sezon onu yaşadı. Ama sene başında yaptığı hareket, bu sezon onun ve takımı için sorunlu geçeceğinin işaretiydi. Dolayısıyla G.Saray böyle bir soruna mahal bırakmadan konuyu erken kapattı. Gomis taraftarın da sempatiyle baktığı bir isimdi. Ancak Fransız yıldızın sezon başından bu yana izlediğim vücut dili hiç olumlu mesaj vermiyordu. Benim açımdan Gomis’in gönderilmesi G.Saray adına artı bir hareket.
2-) Galatasaray, Alanya’yı ağırlıyor. Nasıl bir sonuç bekliyorsunuz. Emre Akbaba için de özel bir maç olacak...
Galatasaray iki haftada 6 puanı hanesine yazdırdı. Zorlanmadı mı, zorlandı. Hem Ankaragücü hem de Göztepe maçlarında zorlandı ama kazandı. Demek ki Galatasaray kendi çizgisine yakın oynamasa bile kazanıyor. Dolayısıyla lige kötü başlayan Alanya karşısında da mutlak favori. Emre Akbaba’ya gelirsek... Oynarsa tabii ki biraz farklı duygular hissedeceği bir maç olacaktır. Karşısında oynayacağı oyuncuları çok iyi tanıması avantajına olacak. Sonuçta karşısında, onlara karşı nasıl üstünlük sağlayacağını bildiği eski takım arkadaşları olacak. Eğer oynarsa, Emre açısından artılarla sona erebilecek bir maç olabilir.
3-) Beşiktaş da kaleye Karius’u aldı. Şampiyonlar Ligi’nden bir travma taşıyan Karius seçimini nasıl buluyorsunuz? Rehabilete mi olur yoksa ‘bir düşüş’ olarak mı algılar buraya gelmeyi?
İLK Benfica maçından önce “F.Bahçe gol atarsa turu geçer” demiştim. Ama F.Bahçe ne ilk maçta ne de rövanşta turu atlatacak golleri bulamadı. Özellikle stadın dışında ve içinde tur atlamaya inanmış muazzam bir taraftar topluluğu vardı. Ki Benfica ataklarının önemli bir bölümünü tribündeki taraftar ıslığı kesti diyebiliriz, müthiş bir müdahale vardı. Fakat F.Bahçe’nin rövanştaki dizilişi ve tercihleriyle tur atlayacak bir skoru bulması çok zordu, ne yazık ki...
İKİ FARKLI BLOK
Futbolda ‘bloklar arası’ tabiri çok gerilerde kaldı ancak Benfica önünde F.Bahçe bu tabiri yeniden hayata geçirdi. Benfica gibi çok yüksek kalite olmayan ama çabuk oynayan ve orta sahası dörtlü-beşli olan bir takıma karşı sadece Eljif Elmas ve Mehmet Topal’la karşı koymak ve oyun üstünlüğünü yakalamak çok zordu. Benfica karşısına çıkan kadro ligde birçok takıma karşı hem bol gollü galibiyet hem de keyif veren bir futbol ortaya çıkarabilir ama bir Şampiyonlar Ligi ön elemesinde bu kadro ve anlayış zorlanır. Nitekim zorlandı. Eğer bir takımda asgari 7-8 kişi iyi ve iyinin üzerinde olmazsa tur atlama şansınız son derece zordur çünkü ilk maçta elde ettiğin 1-0’lık mağlubiyeti çevirmenin birinci anahtarı gol yememektir.
TEMPOLU BAŞLADI
Ancak rövanştaki kadro ve dizilişle bunun zor olacağı oyunun başında hissedildi. Evet istekli ve tempolu başlamak bir atmosferin ortaya çıkardığı durumdur. Taraftarın oyun başındaki müthiş tezahüratı da bu isteği ortaya çıkardı. Ama neticede tur atlamak için yemeden atacağın iki gole ihtiyacın var.
SAHADAKi GÖRÜNTÜYLE TUR ATLAMAK ZATEN ÇOK ZORDU
Isla, Neustadter, Hasan Ali defansta görev yapamazken Skrtel vasat bir görüntü ortaya koydu ancak onlardan daha akıllı ve aktifti. Ayakta kalmaya çalışan üç kişiden ikisi Topal ve Elmas’tı. Biraz da Alper enerjisiyle onlara ayak uydurdu. Bir takımda sadece üç-dört kişi iyiyse o takımın hiçbir kupada başarılı olma şansı yoktur. Ayew, Giuliano, Valbuena hiçbir şekilde oyuna etkinlik koyamadılar. Dolayısıyla F.Bahçe’nin tur atlama şansı bu görüntü itibarıyla yok denecek kadar azdı.
Oyunun büyük bir bölümünü
“Derbiyi sürpriz yapan” kazanır dediniz. Sürpriz olmadığı için mi berabere bitti.
SÜRPRIZE açık olması gereken F.Bahçe’ydi. Aykut Hoca, Ekici ile bunu yapmak istedi ama olmadı. Ekici iyi değildi. G.Saray’daysa Fernando ile Donk tercihlerinden biri olacaktı. Hoca doğru şekilde Fernando’yu seçti. O da sahada kaldığı sürece başarıyldı. Oyunda “Bu nereden çıktı” dediğimiz bir şey olmadı. Maçtan önce de “Üç sonuçtan ikisi G.Saray için iyi olur. F.Bahçe’ ise galibiyetle iddiasını sürdürür” dedik. Beraberlik tek F.Bahçe için kayıp, G.Saray için belki büyük kazanç değil, ama en azından kayıp da değil.
Genel olarak baktığınızda derbide galibiyeti kaçıran taraf sizce hangi takımdı?
KALİTEDEN bahsedemeyiz ama heyecan yüksekti. 90 dakikayı hatırladığında iki tarafın da kazanacak kadar pozisyonu oldu. Böyle bir oyun için de verilen verilmeyen kartlar veya penaltı pozisyonları öne çıkıyor. Bence sonuç bu kararların dışında, adaletliydi. Hiçbirinin ezici bir üstünlüğünün olmadığı bir derbi oldu. Futbol kalitesi derbi kalitesinin çok altındaydı.
- İlk maçlarından itibaren takip ediyorum. Butün ülke insanı gibi ben de finalde yanlarında olmayı arzuladım. Ve bu mutluluğu onlarla birlikte yaşadık. Final heyecanı başkadır. Rakip de çok güçlüydü. Önce final heyecanını yendiler, sonra güçlü rakiplerini...
Maçtan önce oyuncularla bir araya geldiniz mi?
- Evet, çıkış tünelinde takımla birlikte oldum. Onlarla maç öncesi konuşmanın hem heyecanını, hem mutluluğunu yaşadım.
Sizce başarı nasıl geldi?
- Bu takım bu başarıyı nasıl kazanacağını zaten ilk baştan itibaren bize gösterdi. Maç öncesi vücut dillerinde, gözlerinde, ‘Biz bir takımız, biz bir ruhuz, şimdi çıkıyoruz, kupayla döneceğiz’ hissini yaşattılar. Bu bir Avrupa şampiyonluğu değil, insanlık şampiyonluğu. Hepsinin kısaca hikayesini bildiğim için ve hep şunu dedim: Bu engelliler engel tanımaz.
Milli maçlar için hep bir prim konusu vardır. Bu çocukların da hakkı değil mi prim?
- Bunlar prim istemez ama devlet verir. Bunlar prim istemez ama özel sektör verir. Bunlar prim istemez ama vatandaş da verir!
Esasında tribünlerde gözlemlediğim bir milli maç, saha içerisinde ise El Clasico. Katalonya marşıyla başlayan seremoni içerdeki mücadeleyle devam etti.
Benim beklentim ikinci yarıda Arda ve Iniesta ile coşacak bir Barcelona’ydı. Tabi yıllardır Barcelona’yı büyüten, mükemmel yapan bir orta sahası vardı.
Hâlbuki dün Barcelona’nın en fazla sıkıntı yaşadığı yer oldu orta sahası. Sadece bu maçta değil bundan öncekilerde de bu kadar gereksiz, korku dolu paslar yapan, yana oynayan, dünyanın belki de en etkili hücumcularının aynı takımda olduğunu düşünürseniz, ortaya nasıl bir tablo çıktığını kafanızda canlandırabilirsiniz.
Önünde Messi, Suarez, Neymar gibi olağanüstü hücumcuların olduğu takımda Rakitic, Busquets ve Gomes gibi bir orta saha ile etkili olamayacağınızı yaşamanız kadar doğal bir şey olamaz.
İlk Yarı:
İlk yarıda topa sahip ama temposuz bir F.Bahçe vardı. Sizce bu tespit doğru mu?
Doğru. Genel görüntü o. Fakat ben maçtan ziyade ilk 45 dakika başka bir şeye baktım. Baktığım da direk olarak Robin van Persie’ydi. Bu kadar büyük bir isim, bu kadar büyük bir kariyer... Maçı izlerken, onun futbol adına bir şeyler yapıp başarmasını istiyorum. Çalışıyor; çabalıyor ama kim olduğunu, nasıl oynadığını bulamıyor. Belki beklentilerin altında eziliyor. Bir gerçek ki RVP bu değil. Yoksa hakikaten gazetede çıkan Barcelona haberlerinin doğruluk payı mı var? Bu görüntüsünde ya bu söylediklerim ya da aklının karışık olduğu gibi bir çıkarımım var.
Maça gelince 45 dakikanın aşağı yukarı tamamını F.Bahçe baskısı altında geçirdik dersek, yeridir. Maç başladı, taraftar başladı. Fener bastırdı, taraftar bastırdı... Sağdan geliyor, soldan geliyor ama sadece geliyor. Bir tek net pozisyonu yok. Ve dakikalar 45’i gösterirken skorboard da yerinde duruyordu.
Aykut Kocaman’ın Konya’sını nasıl buldunuz?