Karabulutların yağmurla dağılıp, ardından güneşin açmasını ve o güneşle beraber güzel günlerin başlamasını beklediğimi belirtmiştim. Biliyordum dostlukların tekrar başlayacağını, biliyordum taraftarın takımını deliler gibi sevdiğini. Ve biliyordum her şeyden önemlisinin Ankaragücü olduğunu.
Pazar günü işte öyle bir gündü. Camia olmanın bir örneği verildi. Kırgınlıklar, kızgınlıklar rafa kalktı. Taraftar coştu, futbolcu coştu ve ilk galibiyet geldi. Bundan sonra yol açık. Bu günü yaşatan herkese helal olsun.
Bir başka güzellik ise Hikmet Karaman. Yıllardır Ankaragücü’nün içerisindeyim, birçok teknik direktör çalıştı, çoğu da yakın arkadaşımdı. Ama doğrusu Hikmet hoca gibisi bugüne kadar gelmedi. Takımıyla, camiasıyla, taraftarıyla bu kadar bütünleşen olmadı. Kırk yıllık Ankaralı ve Ankaragüçlü gibi. Bir helal olsun da ona demek boynumuzun borcu.
Rüzgar
Bu ara kafayı meteorolojik olaylara taktım. Karabulut, yağmur, güneş derken sıra rüzgara geldi. Rüzgar öyle bir şeydir ki önüne kattığına güç verir. O rüzgarı alan bu güce kendisi bile inanamaz. Ve o güçle her engeli aşacağını zanneder. Açık denizlere korkusuzca yelken açar. Yakıta ihtiyaç duymaz, motorunun gücünü kontrol etmez. Dedik ya o rüzgarın etkisiyle coşar gider. Ta ki o şiddetli rüzgar, tatlı bir melteme dönüşene kadar. Şişkin yelkenler biranda söner, okyanusun ortasında çaresiz kalıverir. Yeni bir rüzgarın esmesini bekler, hatta hafif bir esintiye bile razıdır. Sonra bir bakar ki gücünü motorundan alan bir tekne yanından hızla geçer gider. Öyle hızla gider ki yarattığı dalgayla ancak kendine gelir. O yeni bir rüzgar beklerken öteki hedefe çoktan ulaşır.
İşte kısa bir rüzgar hikayesi. İsteyenler içinden hissesini alsın. Almak istemeyenlere de zaten ne söylesen boş. Yağmur, rüzgar, fırtına fark etmez. Bir de ’rüzgar eken fırtına biçer’ derler. Konumuzla ne alaka demeyin. Bir kenarda saklayın ileride o da lazım olur.