Tarihçiliğine lafım yok. ılber Ortaylı insanı hayrete düşüren hafızası, engin bilgisi ve huzur veren sesiyle bize tarihi sevdirdi. Buna kimsenin itirazı yok. Benim itirazım Ortaylı’nın Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü olarak ne iş yaptığı...
Ortaylı saraydaki şarap krizinden sonra aynen şunları söylemişti: “şirketin yöneticilerinin Milli Virtüözümüzün sarayın önündeki Çaykovski konserinden anladıkları demek ki sadece şarapmış. şarabı alıp çayıra yayılacaklar. O zaman mangal yapanları niye eleştiriyoruz ki.”
Yani Ortaylı özetle “Müdürü olduğum sarayda düzenlenen etkinliğin kapsamından ve şarap içildiğinden haberim yok” diyordu. Gelelim asıl bombaya. Önceki gün güvenlik elemanı Ali Gezer’in Topkapı Sarayı’nın bahçesinde Hint keneviri yetiştirdiği ortaya çıktı. Ben sarayda şaraba karşı çıkan Alperenler için “IV. Murat da içmiştir bilmem kim de içmiştir” diyen Ortaylı’nın hint keneveri vakası için de “Efendim o sarayda ne alemler yapıldı, açtırmayın şimdi benim ağzımı” demesini beklerken olaya bu kez toplumsal bir sorun olarak yaklaştı: “Ot yetiştirdiğini tespit edip emekli etmişler. Maalesef ayaktakımından güvenlik yaparsan böyle olur. Özelleştirmeden sonra Türk Telekom’dan atılanlar müzede güvenlik elemanı oldu. 2 bin lira da maaş alıyorlar. Sarayın güvenliği bunlara emanet. Ama komando getirseniz ne yapacak?”
Özetle Ortaylı müdürü olduğu saraydaki güvenlik görevlilerinden de bi haber. “Güvenlik görevlilerini de o mu seçsin” dediğiniz duyar gibiyim, haklısınız. Benim her iki olayda da dikkatinizi çekmek istediğim nokta Ortaylı’nın görev alanına giren konularda kendini eleştiriyor olması.
Müdür nedir?
Geminin kaptanıdır.
Gemiyi en son terk eden, en küçük hatada dahi sorumluluğu üstlenen kişidir.
Belki de birileri Ortaylı’ya “Abi seni Topkapı Sarayı’na padişah yaptık, takıl kafana göre” dedi. O da kendini padişah sanıyor. Baksanıza şu benzetmelere: Hint keneviri yetiştiren güvenlik görevlisi için ‘ayak takımından’, saraya taarruza geçenler Alperenler için de “Bab ı humayun’u bile geçemediler. Topkapı sarayı tarihinin en başarısız protestosu diyebiliriz” dedi.
Ortaylı’nın bu adli vakalarda bile bıyık altından gülerek yaptığı açıklamaları dinlemek büyük zevk ama üniversitede yoğun bir ders programı olan, televizyonlara program hazırlayan, arada harika kitaplara imza atan birinin Topkapı Sarayı’na ayıracak vaktinin olduğuna inanmıyorum.
Belki arada kahve içmeye gidiyordur o kadar.
Topkapı Sarayı ve diğerlerinin acilen gerçek müdürlere ve maddi kaynaklara ihtiyacı var.
Müzecilik ciddi bir iş
Yurtdışında saray ve müzeleri gezenler bilir. Herhalde en iyi de İlber Ortaylı bilir.
Nasıl anlatsam ki...
Oralarda müzecilik anlayışı tarihi bir eseri camdan çerçeveye alıp, altına küçük bir not düşmekten ibaret değil.
‘İnteraktif müze’ diye bir şey var.
Göze, kulağa hatta burna hitap eden müzecilik anlayışı bu. Londra’da bir savaş müzesinde 2. Dünya Savaşı’ndan kalma bir denizaltıyı geziyordum. Bir kapak var ve üzerinde “Üç ay yıkanmayan denizaltı mürettebatının nasıl koktuğunu merak ediyor musunuz?” yazan bir not vardı. Kapağı kaldırdığınızda etrafınızı bozuk yumurta gibi kötü kokular sarıyordu.
Bir örnek daha vereyim.
Liverpool’da bir başka müze. Çocuklara Ortaçağ kıyafetleri giydirmişlerdi, onlar da müzeyi dolaşıp not alıyorlardı. Müzede yürürken yanınızda birden üç boyutlu bir görüntü çıkıyor. Ortaçağdan emekli yaşlı bir amca size derebeyinin zulmünden bahsediyor. Afrika’dan getirdikleri kölelere yaptıkları soykırımı betimleyen bir oda yapmışlar. Kölelere yapılan işkenceler ekrana yansıtılıyor, kulaklarınız arka fondan gelen kölelerin çığlıklarıyla inliyor.
Kim bilir sizin de anlatacağınız daha ne güzel örnekler vardır.
Bizim de ise bırakın ‘interaktif müzeciliği’ tarihi eserlerimiz depolarda çürüyor.
Topkapı Sarayı’nda 30 TL verip harem diye üç-dört boş oda gezdirilen turistler bir daha geri dönmüyor.