3 Temmuz 2009
Bir-iki gün önce Kanal D Genel Yayın Yönetmeni İrfan Şahin’le hem röportaj hem de uzun uzun sohbet etme fırsatı buldum.
Sohbete “Yorucu bir sezonu geride bıraktınız. Tatile ne zaman çıkıyorsunuz” açılışıyla başladım ve İrfan Bey’in “Tatil yapmam, benim en uzun tatilim üç gündür. En çok da pazar günü canım sıkılır. Pazar gününün bitmesini dört gözle beklerim” sözleriyle afalladım.
Yok, İrfan Bey, tahmin ettiğiniz gibi hayatı sadece işten ibaret bir işkolik değil. İşini bir hobi gibi zevk alarak yaşamına yaymış biri. Detaylarını röportajda okursunuz.
Benim asıl değinmek istediğim konu İrfan Şahin’in görevde olduğu dönemde bütün dizilerde başarıyı yakalaması, “Binbir Gece”, “Aşk-ı Memnu” ve “Yaprak Dökümü”nün fenomene dönüşmesinin sırrı.
İrfan Bey, kanalında özel bir ekip kurmuş. Bu ekip dünyada ve Türkiye’deki bütün kamuoyu araştırmalarını toplamakla kalmıyor, ayrıca kendileri özel anketler düzenliyormuş. Amaç toplumsal trendleri çok yakından takip etmek ve halkın nabzını daha iyi tutmak. Tamam, bu yöntem yeni değil ama bir televizyon kanalının her hafta, haftalık toplantısına bir kamuoyu araştırmasıyla başlaması bayağı etkileyici.
Bir diğer ilginç örnek ise dizilere dair internetteki forumlarda ve ekşisözlük’te yazılan yorumların takip edilip senaryoda sürekli değişikliklerin yapılıp izleyicilerin ters köşeye yatırılması.
“Lost”un senaristleri de aynı yöntemi uyguluyor hatırlatırım.
Tüm dizilerin tutmasındaki bir diğer etken ise hepsinin bir-bir buçuk yıl gibi büyük bir hazırlık sürecinden geçmeleri. Örneğin eylülde ekrana gelecek olan “Hanımın Çiftliği” dizisinin yönetmeni bir yıl önceden belliymiş, 12 bölümlük senaryo her şeyi ile bitmiş, hazır bir şekilde bekliyormuş.
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2009
Dün sabah her zamanki gibi uykulu gözlerle sokaktaki poğaçacı amcaya uğradım. “Kandilde öldü, iyi adammış” dedi. “Hayırdır kim öldü” dedim. Bakmaya fırsatım olmadığı elimdeki gazeteyi gösterdi, “Mişhel ceksın ölmüş” dedi. Gazeteye baktım, donup kaldım...
Nasıl anlatsam ki, acayip kötü oldum. Çocukluğum bir film şeridi gibi değil tuğla gibi düştü önüme. Televizyonda hep o vardı. Moon walk dansı, filmi için okuldan kaçtığım, atari salonunda saatlerce oynadığım “Moonwalker”, dinlene dinlene kafayı yiyen “Thriller” kasetim, biletini alıp da gidemediğim konseri geldi aklıma.
Ve sonra diğerleri... Voltran, Kara Şimşek, Beyaz Gölge, Milli Vanilli, Samantha Fox, Commodore 64 oyunları, Perihan Abla... Şeytan Rıdvan o zamanlar Sarıyer’de oynuyordu...
Evet, yazı 80’li yıllara flashback tadında ilerliyor biliyorum, ama Michael Jackson’ın ölümüyle bir anlamda 80’li yıllara da elveda çekmiş olduk. Rahmetli, temmuz ayında Londra’da vereceği konserlere hazırlanıyordu. Hayranları Kral’ın o müthiş dansı ‘moon walk’u yapıp yapamayacağını merak ediyordu. TMZ sitesi Kral’ın en son Los Angeles’ta Staples Center’da dansçılarıyla birlikte prova yaparken görüldüğünü açıkladı. Belki de Kral yer çekimine meydan okuyan o ünlü dansı tekrar yapabilmek için kendini fazla zorladı.
Toprağı bol olsun. Türkiye’de de çok seveni varmış. Sokaktaki poğaçacı amca da onu daha çok skandallarıyla tanıma fırsatı bulan gazetedeki liseli stajyerler de, herkes Michael Jackson’ın ölümünü konuşuyor. Ölüme dair böyle büyük bir hayal kırıklığı hiçbir yabancı yıldızda gözlemlememiştim. Abartılı olacak ama sanki Kemal Sunal ölmüş gibi bir hava var.
Banu Güven’e rakip çıktı
Daha önce TV8 ve 24’te program sunuyordu ama onun da yıldızı NTV’de parladı. Hayranları hızla artıyor, Facebook’ta hayran grupları var...
Gülay Özdem’den bahsediyorum. Banu Güven’den sonra gece haberleri Can Dündar’ın “Canlı Gazete”siyle format değiştirmişti. Yaz ekranında tekrar normal akışa dönüldü ve gece haberlerini Gülay sunmaya başladı.
İlk başlarda sanki Banu’nun bir kopyasını izliyor gibi oldum. Benzerlik sadece ikisinin de esmer tenli ve siyah saçlı olmalarından kaynaklanmıyor. Haber sunuş tarzları da birbirine çok benziyor. Tabi bu NTV’nin serinkanlı haber sunuş formatından kaynaklanıyor.
Gelelim farklara. Gülay’ın seksapelitesi daha fazla. Zekice bakışları, gülüşü ve sol dudağının altındaki ben, onu daha bir çekici yapıyor.
Bu arada bakar mısınız bana. Sanki Best Model yarışmasında yorumda bulunan jüri gibiyim.
Ne diyordum? Gülay’ın ses tonu da çok iyi. Banu’nun aksine mimiklerini de iyi kullanıyor. Tamam, tamam bu kadar yeter Banu’yu bunalıma sokmayalım!
Görsel yorumları geçip habercilik misyonuna yelken açarsak eğer Gülay’ın bu alanda pek bir tecrübesi yok galiba. Olsun NTV aynı zamanda büyük bir okul, bu alanda da eksiğini yavaş yavaş kapatır diye düşünüyorum.
Tabii oyuncu olmak istemiyorsa!
Bir ara “Sesler, Yüzler, Mekânlar”ı sunarken verdiği bir röportajda Gülay oyuncu olmak istediğinden bahsediyordu.
NTV’ye geçtikten sonra herhalde bu arzusundan vazgeçmiştir.
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2009
Haberlerini okumuşsunuzdur. Kanal T’de 1 Temmuz’da “ımana Gel” adlı yeni bir bir program ekranlara gelecek.
Gülgün Feyman’ın sunacağı programa her hafta ikna kabiliyeti yüksek bir haham, bir papaz, bir budist rahip ve bir imam katılacakmış ve bu ekip yayına aldıkları 10 ateistten birini imana getirmeye çalışacakmış.
Ben bu programı yayınlanmasa bile şimdiden Türk televizyon tarihinin en uçuk yapımlarından biri ilan edip aklıma takılan soruları paylaşmak istiyorum.
1- Türkiye’de her hafta 10 yarışmacı bulacak kadar ateist potansiyeli var mı?
2- Var diyelim. Peki, 70 milyonun önünde “Dinsiz; Allahsız” damgasını yiyecek cesarete sahip ateistler bulunabilecek mi?
3- Aziz Nesin’e yapılanları düşünürsek, programda imana gelmeyen ateistlerin mahalle bakkalına, kapı komşusuna deşifre olduktan sonraki akıbeti ne olacak?
4- Peki tüm bunlar olurken RTÜK ne yapacak?
5- Tek derdi huzur ve sükûnet aramak olan bir Budist rahipten reyting canavarı bir tartışmacı nasıl yaratılacak?
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2009
6 yaşında: Babam her şeyi biliyor.
10 yaşında: Babam çok şey biliyor.
15 yaşında: Ben de babam kadar biliyorum.
20 yaşında: Şu muhakkak ki babamın öyle pek fazla bir şey bildiği yok.
30 yaşında: Bir kere de babamın fikrini sorsam fena olmayacak.
40 yaşında: Ne de olsa babam bazı şeyleri biliyor.
50 yaşında: Babam her şeyi biliyor.
60 yaşında: Ah, babam hayatta olsaydı da kendisine danışabilseydim...
Yazının Devamını Oku 19 Haziran 2009
“Herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak” derler ya o hesap...
15 dakika değil, 10 saniyeliğine meşhur oldu hem de türünün en meşhuru oldu ama sonra sert bir tokat darbesiyle hayata veda etti. Tokadı atan “Enayiyi çiviledim” deyip yerde yatan sineğin cesedini gösterdi. Fazla duygusal cümleler kurdum galiba. Evet, normal hayatta her gördüğü sineği sevip okşayan biri değilim. Hatta cani çocukluk döneminde yakaladığım sinekleri, örümcek ağına atmışlığım da vardır ama ne bileyim işte ABD Başkanı Barack Obama’nın tokadıyla yere serilen sineği ve hemen arkasından yükselen kahkahaları görünce kötü oldum.
Bence bu cinayetin asıl suçlusu Obama’nın kameralar karşısında sergilediği sokaktaki vatandaş olma şovunda abartıya kaçmasıdır. Hamburgerci de sıraya girip “Bakın ben de sizin gibiyim” der gibi yapan Obama, normal vatandaş gibi sineği öldürünce olacakları hesaplamadı.
Sineği Bush öldürse unutur giderdik ama söz konusu kişi barışa dair heyecan yaratan vaatleri ve “Yes we can change” (Evet değiştirebiliriz” sloganıyla gönülleri fetheden Obama olunca işin rengi değişiyor. Sineği öldürdükten sonra kahkahalar atması belki de Obama’nın bittiği an olacak. Şimdi değil tabi! İnsan hafızası biriktirir böyle kareleri.
Her neyse bu sinek cinayetinin yankıları büyüyecek. Hayvanları koruma derneği PETA, Obama’yı kınayacak. Sineğin cesedini saklamayı akıl eden birisi varsa, o da muhtemelen köşeyi dönecektir. Tabii Obama da bol bol ti’ye alınacak. Pardon alınmaya başlandı bile. Sizleri bu olayla ilgili okuyucu yorumlarıyla baş başa bırakıyorum.
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2009
Şu sıralar internetin yeni çılgınlığı salihande.blogspot.com adresinden yayın yapan blog... İnanılmaz ilgi görüyor. Blog’un kahramanları Salih ve Hande adında birbirlerini deliler gibi seven iki genç. Her gün aşklarını ve yaşadıkları maceraları blog’larında yazıyorlar. Ama ne yazmak! Ben böyle bir samimiyet hiç görmedim! En iyisi Türkçe’yi katleden imla hatalarıyla birlikte sözü onlara bırakalım.
Hande: “buca tepesine hep gidiyoruz. orada salihim beni ilk kez öptü. orada bir arsa alıp ev yaptırmak istiyorum. salihimin kadını olduğum yerde çocuklarımız büyüsün istiyorum. salih kızıyor, sana orda tecavüz ederler diyor. salihin kıskançlıkları bazen sinirlendirsede beni ona o kadar aşğımki napacağımı bilmiyorum. bana hala güvenmiyor. bugün 70 mesaj attı.”
Hande: “Ben yaşarım kömürlükte bile çünkü kayıınvaldem dünyanın en şeker insanı. Zaten bacakları olmadığı için hiçbirşey yapamıyor. bana ne kötülüğü olabilir. tuvaletini nasıl yapacağını da öğrenmiş.”
Salih: “bazı koltuk altlarını bile almayan turistler var. kadında temizlik en önemli şey. handemi çiçeğimi bu yüzden çok seviyorum. bir tek kıl görmedim daha onda. yabancılar öyle değil, tatile gelmiş afadersiniz kızlar okumayın burayı oralarını almamışlar. kaç gündür marmaristeyim her akşam orası kıllı kadınlar görüyorum. Çok kötü. batılıların ahlaksızlığını almayalım o yüzden”
Salih (yabancılara takmış devam ediyor): “turistler çok medeni insanlar ama yinede türkler en güzeli. vatanımızın kıymetini bilelim. onların denizleri bile yok buraya geliyorlar o kadar düşükler düşünün. gelip denizimizi neden kirletiyorlar biliyor musunuz. biz osmanlılar olarak onları ezdik rezil ettik onlarda intikanm için domuz giribi, kuş gıribi, aids ve hayat kadınlarını buraya yollayarak bizi içten içe yıkmaya çalışıyorlar. düşmeyin bu tuzaklara.”
Hande: “Salihime diyorum dokanma fazla kadınlara oda sanıyor kıskanıyorum. yoo kıskanmıyorum işi o o bir sanatçı fazıl say gibi büyük bir sanatçı o. fazıl sayın karısı fazıl saya çıkma oraya kadınlar sana bakma derse türkiye ne hale gelir biliyormusun diyor.”
Hande: “salihle kavga ettik halamın kızının kalçasına baktın diye suçladım onu. Halamın kızı benden şişman neden ona baksın ben varken.”
Salih: “hislerimde yanılmadığımı anladım. aslıdan sonra ilk kez bir kıza değer vermiştim oda o..spu çıktı. hepiniz aynısınız. yazıklar olsun seni gezdirdiğim benzin paralarına. 750 milyon borçlusunuz bana. keşke anamın cemilemin sözünü dinleseydim.”
Yok ilişki bitmiyor, barışıyorlar. Yazılanlar kuşku uyandıracak derecede fazla absürd. Ekşisözlük’te bu blog’un sahte olduğunu, böyle saçma sapan şeyler yazacak insanların var olmadığını düşünenler de var. Bence aramızda bu tip insanlar da var. Çok acayip bir nesil yetişti çünkü.
Ayrıca sayfalarca yorum yazıp, bu kadar imla hatası yapmak da büyük emek ister. Eğer bu blog sahteyse de harcanan emeğin önünde saygıyla eğiliyorum. Çünkü acayip komik. Arada girin günün stresini anında kurtulursunuz.
Perez Hilton’dan Emine Erdoğan yorumu
Emine Erdoğan ile dünyanın en çok okunan magazin yazarı Perez Hilton’un bir gün yollarının kesişeceğini hiç tahmin etmezdim ama oldu. Perez, milyonlarca kişinin takip ettiği ünlü blog’unda top model Naomi Campbell ile Emine Erdoğan’ın buluşmasını yorumlayıp, görüşmenin fotoğraftaki gibi dostane bir havada geçip geçmediğini çok merak ettiğini belirtmiş. Perez’in Emine Erdoğan’la bir sorunu yok, Naomi’yi diline dolamış.
Naomi’yi biz güzeller güzeli bir top model olarak biliyoruz ama Amerikalılar onu en psikopat model olarak görüyor. Katıldığı her organizasyonda olay çıkaran Naomi, en son yardımcısına cep telefonu fırlattığı için kamu hizmeti cezasına çarptırılıp, beş gün boyunca bir hastanede yerleri süpürmüştü. Perez de bu olayı hatırlatarak fotoğrafta Emine Hanım’a “Lütfen bana telefon fırlatma” dedirtmiş. Haberle ilgili yorumlar daha da ilginç. “Naomi gibi bir arızanın Emine Hanım’ın yanında ne işi var” diyen bile var.
Yazının Devamını Oku 12 Haziran 2009
Arda Turan, Fatih Terim’in futbolcularını motive etmede dokuz kaplan gücünde olduğundan bahsederken güzel bir örnek verdi. Macaristan maçında kendini yeniçeri gibi hissettiğinden bahsediyordu Arda.
Evet, motivasyon önemli. Kadir Abi de (ınanır) Buket Saygı’yı oynadıkları diziye motive etmek için mesaj çekmişti gecenin bir yarısı. Tabii motivasyonun fazlası da zararlı. (bkz. olaylı ısviçre maçı)
Motivasyon denince aklınıza sadece Fatih Terim gelmesin. Çok daha ilginç örnekler var.
Biraz Flying Dutchman’in blog sayfasından otlandım, biraz da araştırdım. Mesela Jose Mourinho’nun oyuncularını motive etmesi için konuşmasına bile gerek yokmuş, bir bakışı yetiyormuş.
Miroslav Blazevic, Hırvatistan’ın başında iken, bir maç öncesi soyunma odasında kolundan Rolex’ini çıkarıp yere atmış, üzerinde tepinerek saati paramparça ettikten sonra da “Bu Rolex’i ezdiğim gibi sizin de rakibi ezmenizi istiyorum” demiş.
Yazının Devamını Oku 6 Haziran 2009
Ben bu satırları yazarken, muhtemelen sanatçılarla İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın merakla beklenen buluşması gerçekleşmiş olacak. Cerrah, korsana karşı yaptıkları mücadeleyi anlatmış, sanatçılar da halka “Emeğe saygı gösterin, korsan almayın, korsancıları ihbar edin” demiş olacak. Sonra herkes evlerine dağılacak ve her şey kaldığı yerden devam edecek.
Hadi sokaktaki vatandaşın sesi olayım.
Kimsenin “Korsana Hayır” kampanyasını umursadığı yok. Korsanda 3 TL olan CD ya da DVD’yi halktan 20 TL’ye bandrollü olarak almasını beklemek, bence gerçekleşmesi imkansız bir ütopya.
Garajında 10 arabası olan, dolarların içinde yüzen Fifty Cent’in bile korsan film izlediği ortaya çıkmıştı. Bence sorun insan doğasıyla alakalı. Parası olan da korsan alıyor.
İnternet teknolojisindeki gelişmeleri göz önüne alırsak eğer, korsan sorununun hızla çözümsüzlüğe gittiğini görmek mümkün.
İstediğiniz kadar site yasaklayın, anında farklı bir domain ile yeni bir site açılıyor. Daha uç bir örnek vereyim; korsanı savunan siyasi parti bile var!
İsveç’te internetten film ve müzik indirilmesinin yasaklanmasını protesto etmek amacıyla Korsan Partisi adlı siyasi bir parti kuruldu. Son kamuoyu yoklamasına göre, seçmen desteğini yüzde 8’e çıkardılar. Şaka gibi ama çok çalışırlarsa, belki iktidara bile gelebilirler...
South Park’ta “Korsana Hayır” kampanyalarıyla dalga geçen bir bölüm vardı. Cartman ve arkadaşları korsan indirirken yakalanıyor ve onlara sonra korsan yüzünden sanatçıların uğradığı zararlar anlatılıyordu. P. Diddy’nin artık üçüncü uçağını, başka bir ünlü şarkıcının ise çok istediği Pasifik’teki adayı alamayacağı anlatılıp, dalga geçiliyordu.
Korsan sorununa bir de bu gözle mi baksak acaba?
Kurtlar Vadisi Gladio abartmış
Yakında gösterime girecek olan “Kurtlar Vadisi: Gladio”nun tanıtımları televizyonda dönmeye başladı.
Tanıtımda ekrana yansıtılan “Cem Ersever, Gladio’nun hangi gerçeğini öğrendiği için öldürüldü”, “Cumhurbaşkanı Özal, Musul ve Kerkük’e girecek diye mi zehirlendi”, “Apo suikastını Gladio nasıl engelledi” soruları yurdum insanı için bayağı gaza getirici...
Bu sorular üzerine herhalde her kahve başında farklı bir komplo teorisi üretilmiştir.
“Kurtlar Vadisi Irak”ta çuvalın intikamını beyazperdede alarak gişe rekoru kıran PANA Film, bu kez Ergenekon soruşturmasıyla kafası karışan Türk halkının derdine derman olup voliyi vuracak gibi gözüküyor.
Amaç sadece ticari başarıysa, vursunlar, hak ediyorlar. Ne de olsa Türk halkının kodlarını çözmüş bir ekip PANA Film.
Ancak bu sefer olayı fazla abartacaklar gibi gözüküyor. Tanıtımda yer alan bir diğer anons aynen şöyleydi: “28 Şubat süreci bin yıl sürecekken beş yılda nasıl sona erdi?”
Bin yıl fazla olmamış mı? Osmanlı İmparatorluğu bile bin yıl hüküm sürmedi. O bin yılı 10, bilemedin 20 yıl yapsak olmaz mı?
Bir bölümü 9 ayda çekiliyor
Guinness Rekorlar Kitabı’nda en uzun süre devam eden animasyon yapım olarak yer alan “The Simpsons”ın başarısı hakkında ne desek boş... Yazının bundan sonraki kısmını CNBC-e dergisinin editörlerine bırakmak gerekiyor aslında. Dergi bu ay harika bir The Simpsons özel sayısı hazırlamış. Ben bu özel sayıdan bazı notlar çıkardım, belki ilginizi çeker...
30 saniyelik kısa bölümlerden oluşan ilk “The Simpsons” çizgi dizisi, 19 Nisan 1987 tarihinde The Tracey Ulman Show’da gösterildi.
Sahneleri yumuşak kalemle çizilen “The Simpsons” için Los Angeles’ta 100, Güney Kore’de ise 120 animatör çalışıyor.
Dizi için bir sezonda ortalama 22 bölüm hazırlanıyor. Başarının ardında yatan sır ise her bölümün altı ile dokuz ayda hazırlanması olsa gerek. Bölümlerin her birinin maliyeti ise 1 milyon dolar.
“The Simpsons” ekibi, yapım kontratında bulunan FOX’un hikâye akışına hiçbir şekilde karışamayacağını belirten madde sayesinde yapımcı firma hakkında diledikleri kadar olumsuz espri yapabiliyor.
Dizideki karakterlerin ten renkleri, kanal zaplamaktan hoşlanan izleyicilerin dikkatini çekebilmek için sarı yapıldı.
Yazının Devamını Oku