Sezen kocasından yeni ayrıldığı için bu haber sorun yarattı ve Üstün’le birlikte konuyu çözümleyebilmek için bana uğradılar. Gazetecileri ikna ettik. O günden sonra Sezen de benimle çalışmaya başladı.
16.03.1979 Eşim Asu Maralman’dan boşandım.
05.03.1983 Ferhan Şensoy, Harbiye Orduevi’nde askerlik yapıyor. Orduevindeki bir gece için benden Nasan Şoray’ı istedi. Biz de teklifini kabul edip geceye katıldık. Ferhan askerlik sonrası tiyatroda birçok yenilik yapacağını söyledi.
15.08.1986 Elime para geçince çevrem yine genişledi. Demek ki tüm arkadaşlıklar paraya bağlıymış.
07.10.1988 Nazan Öncel’in promosyon işlerini üstlendim. O da bana 500 binlik bir çek verdi. Düzgün bir çalışma yapacağımız kesin. Çünkü işe ticari gözle bakan bir kişi Öncel.
06.08.1989 Babaeski Festivali’ndeyiz. Burhan Çaçan’dan sonra Hülya Avşar sahneye çıkıyor, o daha fazla alkış topluyor. Bizimkisi buna çok içerliyor... İstanbul’a dönerken Ayşegül Aldinç’e gidiyorum. Morali çok bozuk, afişini küçük kullanmışlar.
02.01.1990 Eysan Oteli’nin 900 bin lirasını bankadan çekerken, veznedar yanlışlıkla 9 milyon verdi. Yanlışlığı anladım ve parayı iade ettim. Adam bin kere teşekkür etti.
Formül belli, Eurovision yarışmasını Türkiye’ye uydurmak.
Her bölgeden bir şehir seçip, koro kurmuş arkadaşlar. Oylama da zekice. Hemşehrilik duygularınız kabartıp şehriniz ya da bölgeniz için SMS atıyorsunuz.
Yeterince milliyetçi, muhafazakâr bir ülkeyiz.
Bir de bu yarışmayla birlikte mikro-milliyetçiliği azdırmaya ne gerek var? Aslında bu yarışmayla güzel de bir Türkiye portresi çıktı ortaya, büyük maliyetli anketler düzenlemeye gerek kalmadı. Yarışmada ilk iki sırada yer alan iller: Mardin ve Malatya. Son ikide ise Bursa ve İzmir var.
Daha çok dizi ve programları yayından kalkan yapımcılar, RTÜK’ün bu kaygısına ortak olmuştu.
Şimdi ise durum farklı.
Televizyon İzleme Araştırma Komitesi (TİAK), bir yapımcının, kendi dizisinin izlenme oranı yükselsin diye reyting cihazı olan 20 evi maaşa bağladığını açıkladığından beri tartışmalar bitmek bilmiyor.
Artık dizisi, programları iş yapan da yapmayan da reytinglerin manipüle edildiğini söylüyor. Kimse AGB tarafından 2 bin 500 haneye yerleştirilen reyting ölçüm cihazlarını yeterli bulmuyor. Çünkü kimse zan altında kalmak istemiyor. Kısacası RTÜK’ün istediği ortam artık oluştu.
Ölüm korkusu. Ölüyorum sandım. Çok korktum. Oysa ölmesi gereken karımdı. Ölmesi gereken karımın yanındaki adamdı...
Hamdi Koç’un “Bir Eski Kocanın Öğleden Sonrası” adlı romanı bu cümlelerle başlıyor...
Aslında eski koca Murat, zengin bir işadamı. Ve evliliği genç kızlarla yaşadığı çapkınlıklar yüzünden bitmiş... Ama eski karısını bir adamın kollarında görünce dayanamıyor, adamı öldürtmek istiyor...
Kadın-erkek ilişkilerine genelde kadınların penceresinden bakan kitaplar, köşe yazıları ve röportajlar okuyoruz... Koç’un romanı bu anlamda diğerlerinden sıyrılıyor, her şeyi erkeklerin bakış açısından anlatıyor.
Mesela Murat bir ara karısının bir tercihte bulunduğunu ve yaptığı hataları düşünüyor ama sonra karısının bu tercihinden tiksinti duymaya başlıyor, öfke patlamaları yaşıyor.
Murat’ın en büyük arzusu ise karısını geri kazanmak ama eski çapkınlıklarına da devam etmek. Karısı evde uslu uslu oturup onu bekleyecek yani.
Vallahi Murat arkadaşımız bencil, “Hep bana, hep bana” diyor ama kadınlar için erkeklerin doğasına dair önemli ayrıntılar veriyor.
Bakanlığın çok sevdiği, birçok projesine destek verdiği İsmail Güneş yine şanslı yönetmenler arasında... Güneş, “Ateşin Düştüğü Yer” filmi için 225 bin TL para alacak. “Niye Güneş’e taktın” diyeceksiniz, hemen açıklayayım: Güneş’in filmleri hiç gişe yapmaz, ödül de almaz ama ne hikmetse bakanlıktan hep destek alır. Bilmeyenler için hatırlatayım Güneş geçtiğimiz yıl vizyona giren “Sözün Bittiği Yer” filmi için de 225 bin TL destek almıştı. Ancak 54 bin kişinin izlediği film sadece 320 bin TL gişe yaptı. Dağıtımcı, salon, vergi masrafları için 320 bini ikiye bölerseniz Güneş’e 135 bin TL kalıyor. Bu paradan 80 kopya masrafını düşün kalır geriye 55 bin TL. Promosyon masraflarını da hesaba katarsak Güneş’in fena halde zarar ettiği ortada.Şimdi sorular kısmına geçelim. Güneş, zarar ettiği filmden Kültür Bakanlığı’na olan borcunu ödedi mi? Ödediyse bu para cebinden mi çıktı? Yeni filmi için neden farklı bir şirket ismiyle bakanlığa başvurdu? Bunları kimseyi töhmet altında bırakmak için sormuyorum, derdim kamuoyunun bilgilenmesi. Gelelim ikinci tartışma konusuna. Bakanlık geçtiğimiz yıl destek verdiği ama çekilmeyen iki filme tekrar para verdi. Bu filmler Mustafa Altıoklar’ın “İstanbul İşgal Altında’sı ve Rönesans Film Ticaret Ltd.Şti.’nin “Umut Üzümleri” filmi. Her iki yapımda geçtiğimiz yıl kullanmadıkları 400 bin TL’yi bakanlıktan tekrar aldılar. “Umut Üzümleri” hakkında aldığım duyumlar filmin bu yılda çekilmeyeceği yönünde. Çünkü prodüksiyon aşamasında büyük sorunlar var. “İstanbul İşgal Altında” ise çok büyük bir proje, 3-4 milyon dolar gerekiyor. Eğer Altıoklar bu parayı bulamazsa film yine çekilemeyecek ve her iki yapım da iki yıl boyunca başkasına gitmesi gereken parayı haksız bir şekilde işgal etmiş olacak.
Yarın Paris’e dönüyorum, yıkanma
Radikal kitap ekinden Z. Heyzan Ateş yazdı, Napoleon Bonaparte’ın büyük aşkı Josephine için kaleme aldığı ‘Novella’sı İngilizceye çevriliyormuş... Napoleon 51 yaşında St. Helene’de öldüğünde Josephine için yazdığı bu kitap özel eşyalarının arasında bulunmuştu. Ancak kitap daha sonra ortadan kayboldu ve kayıp el yazması olarak sayfa sayfa koleksiyoncular arasında el değiştirdi. Neyse ki, daha sonra kayıp parçalar tarihçilerin, koleksiyoncuların özverili çalışmalarıyla bir araya getirilip kitap halini aldı ve Napoleon’a dair birçok bilinmeyen gün ışığına çıktı.Gelelim yazının başlığına... Napoleon’un Josephine için yazdığı “Yarın Paris’e dönüyorum. Yıkanma” sözü bu kitapta yer alıyor. Napoleon neden Josephine “Yıkanma” dedi acaba? Evet, sevgili okurlar “Adam gelip sevgilisini itinayla kendi yıkayacak” dediğinizi biliyorum ama yanılıyorsunuz. Bazılarınız için tiksinç gelebilir ama vücutlarımızın kendi öz kokuları doğal afrodizyak kabul ediliyor. Eski Mısırlılar sevişmeden önce özellikle yıkanmazlarmış mesela... Bu doğal aromayı daha da yoğunlaştırmak için cinsel bölgelerine yağ sürerlermiş. Tabii tercih meselesi bu ama dünyayı dize getirmiş Napoleon’un ve büyük uygarlık Mısırlılar’ın da bir bildiği vardır herhalde.
Vatikan’ı ateist bilim adamı kurtarırsa...
Baştan söyleyim “Melekler ve Şeytanlar”, “Da Vinci Şifresi”nin etkisini yaratmıyor... Bu durum Ron Howard’ın ilk filme benzer bir formülle sahaya çıkmasından kaynaklanıyor. Tabii bunda Dan Brown’un her iki kitapta da aynı kurguya yer vermesinin etkisi de büyük. Tamam, bu formül acayip sürükleyici, konuya yabancı olsanız bile sizi adrenaline boğuyor ama bir filmin anlatım açısından eskisiyle çok benzer özellikler taşıması sizi bilmem ama bende tekrar duygusu yaratıyor. Ancak filmin öyküsü müthiş. Simgebilimci kahramanımız Robert Langlon son macerasında yeni Papa’nın seçilme döneminde kaçırılan din adamlarını kurtarmaya çalışıyor ve Vatikan’ı havaya uçuracak bombanın peşine düşüyor. Aslında bomba değil de CERN’deki deneyden kaçırılan karşıt madde parçacıkları demek daha doğru olur. Tabii bu da harika bir gönderme olmuş. Evet, kitabı okumayanlar için konu hayli karışık. Özetle şöyle söyleyim: 400 yıl önce kurulan, Vatikan ve dini öğretilere bilimle savaş açan Illuminati adlı bir örgüt, modern çağda intikam peşinde koşuyor... Tabii film bu her türlü sürprize hazırlıklı olun!Bu arada Papa’nın evlilik dışı çocuğu hikâyeden çıkarılmış gibi. Çocuk var ama geçmişi farklı ve kısa tutuluyor. Bu durumun romanı okuyanları üzeceği kesin. Bana göre filmin en güzel hareketi Vatikan’ın ateist bir bilim adamı tarafından kurtarılmasıydı. Tabii bu noktada Vatikan’a saygısızlık yapılmadığını da belirteyim. En ilginç replik ise “Bütün dinler kusurludur çünkü insanoğlu kusurludur” olur herhalde.
Spor müsabakalarından sonra herhalde ulusça kenetlendiğimiz tek organizasyon bu olsa gerek. Baksanıza memlekette eli kalem tutan herkes Hadise’yi yazıyor, ana haber bültenleri Eurovision Yarışması ile yatıp kalkıyor ama bunca hengâmenin arasında sadece Hadise’nin dansöz kıyafeti tartışılıyor. Oysa tartışılacak daha önemli bir konu var. Yarı finalde Hadise’ye destek için gönderilen 40 milyon SMS mesela... Önce bilmeyenler için bir hatırlatma yapayım: Eski Yugoslavya ve Rusya’dan dağılan ülkeler birbirlerine kıyak geçtikleri için bu yıl Eurovision oylama sistemi değiştirildi ve jüri sistemine dönüldü. Artık SMS’le gelen halk oylarıyla jüri oyları eşit ağırlıklı olarak (her biri yüzde 50) birleştiriliyor.
Bir cep numarasından da en fazla 20 SMS atılmasına izin veriliyor.Şimdi 40 milyon SMS meselesine dönebiliriz... Geçtiğimiz hafta Rixos Oteller Grubu Yönetim Kurulu üyesi İbrahim Artukarslan, Rus GSM operatörlerinden Megafon ile yaptıkları anlaşma sayesinde Hadise’ye destek için 40 milyon SMS göndereceklerini açıklamıştı. 12 Mayıs’taki yarı final elemelerinde SMS’leri uygulamaya koyacaklarını belirten Artukarslan ayrıca TRT ile işbirliği içinde Rusya’nın değişik bölgelerinde ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyesi ülkelerde promosyon çalışmaları yürüttüklerini de söylemişti. Yani Hadise’nin finale kalmasında bu 40 milyon SMS de büyük rol oynadı. 40 milyon SMS ne demek? 70 milyonluk nüfustan çocukları çıkarsak 40 milyon SMS atacak insan bulamayız. Bu SMS vakası neye benziyor biliyor musunuz? Organize oylarla internette Tosun Paşa’yı tüm zamanların en komik filmi seçmemize... Aslında Hadise’nin bu yardıma hiç ihtiyacı yoktu. Norveç ile birlikte en iyi şarkı bize ait. Dedim ya bu yarışmayı çok ciddiye alıyoruz. Öyle ciddiye alıyoruz ki centilmenliğe aykırı bir şekilde Hadise’ye kirli destekte bulunuyoruz. Artukarslan, TRT ile işbirliği içinde olduğunu söylemiş. Umarım devlet 40 milyon SMS için ödenek ayırmamıştır. Eğer böyle bir şey yaptılarsa bu daha büyük skandal. Kim bilir belki de final için de örtülü ödenekten para ayrılmıştır. Mel bir garip oğlan
Bu fotoğraf önceki gün Malibu’da çekildi... 900 milyon dolar serveti bulunan Mel Gibson, 1980’lerin ilk yarısında üretilen Toyota Cressida kullanıyor... “Ne var bunda Cem Yılmaz’ın da Anadol’u var” diyeceğinizden eminim. Evet, var ama Cem o arabayı, espri olsun diye bir iki kere galaya giderken kullanmıştı.
Ama Mel ciddi ciddi ikinci el araba kullanıyor. Daha önce de bu arabayla görüntülendi. Cimri de değil aslında. 28’lik Oksana için 28 yıllık karısını servetinin yarısını tazminat olarak ödeme riskini göze alarak terk etti. Peki, Mel bu arabayı niye kullanıyor? Aklıma gelen tek yanıt yabancı yıldızların harbiden hiçbir şeyi takmadıkları. Onca para ve şöhrete rağmen içimizden biri gibiler yani. Mel’in yüz ifadesine gelince... Evet, o da araba kadar acayip. Sanki nefes almakta zorlanıyor gibi. Yabancı basında bu fotoğrafla ilgili en gırgır yorum direksiyonun altında Oksana’nın olduğu yönündeydi. Ah Oksana ah! Dağ gibi Cesur Yürek’i ne hallere düşürdün.
Hoca olmak da zor iş Nihat Hatipoğlu’nun da işi zor. Hep güler yüzlü ve anlayışlı olmak zorunda ve bu tip saçma sorularda bile öfkelenmemesi gerekiyor. Hangi ruh haliyle bu soruları yöneltiyorlar vallahi çok merak ediyorum. Dalga geçme ihtimalleri yüksek ama Haydar Dümen’e gelen okuyucu mektuplarında olduğu gibi dalga geçmeme ihtimalleri de var. O daha vahim. KİM NE DEDİ
“Bazen polise de hizmet verdik. Yardım etmesi için polise gittik ama polis bizi satıcılarımıza teslim etti.” (Amerikan PBS kanalında yayınlanan, Türkiye’de seks kölesi yapılan kadınların hikâyesini anlatan belgeselde Ukraynalı bir hayat kadını...)İlahiyat Profesörü Salih Akdemir: “Sperm bankası yoluyla doğacak çocuk sorunlu olur. ‘Babam kim?’ dediğinde ona ‘Buzdolabında bekleyen spermdi’ mi diyeceksiniz?”“Kriz yedi yıl önce olsaydı 70 yılda toparlanamazdık. Allah, Türk insanının yüzüne baktı.”(Yeni Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, krizin AKP iktidarı sayesinde çok az zararla atlatıldığını belirtirken...)
Göçer her programda yaptığı gibi şarkı öncelerinde beste ve sözün kime ait olduğunu açıklayınca Alanson’un kimyası bozuldu ve “Biz konser sırasında söylerken şarkıların kime ait olduğuna bakmayız. O şarkılar hepimizin olur. Bunları sıralamak yerine keyifli sohbet etsek daha iyi” diye Göçer’e çıkıştı.
Bu sözlerin üzerine Göçer de her zamanki gibi ünlü gülüşünü atıp ‘ultra efendi’ pozisyonuna geçti.
Sonuç?
Alanson için yapılacak bir şey yok, nevi şahsına münhasır biri.