Mete Tamer Omur

Göç başladı yatırımlar hızlandı

21 Ağustos 2017
DÜNE kadar İzmir başta olmak üzere Ege kentleri emeklilik sonrası ikinci yaşam için düşünülüyordu.

 

Ama artık bu tablo değişti. Bunun en somut örneği de TÜİK’in geçen yıl açıkladığı 2015’te 16 bin 129 kişinin İstanbul’dan İzmir’e taşınmasıydı. Bu veriye göre İzmir en yüksek göçü İstanbul’dan aldı. Bu göç dalgası başta İstanbul olmak üzere birçok kentten her geçen yıl artarak devam ediyor. İstanbul’daki trafik, aşırı betonlaşma ve yavaşlayan sosyal etkileşim İzmir’e göçü hızlandırıyor. İstanbul’dan ayrılmak isteyen ve İzmir’de iş pozisyonları arayan 40 yaş üstü yöneticilerde de artış dikkat çeken başka bir detay. Tüm bunlara bir de İzmir ile İstanbul arasındaki ulaşımı 3.5 saate indireceği konuşulan otoyol projesi eklenince bu göçün artarak devam edeceği bir gerçek. Tüm bu gelişmeleri gayrimenkul sektörü de yakından takip ediyor. Özelikle birçok İstanbullu yatırımcının gündeminde artık İzmir’le ilgili proje var. Gündemindeki projeyi hayata geçirenlerden biri de DAP Yapı. Firma, Bornova’da 700 konutluk projesinin startını verdi.

 

O projeler etkili oldu

“İzmir’de kalıcı olmaya geldik” diyen DAP Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Yılmaz, hem mevcut projelerini, hem de gelecek planlarını paylaştı. İzmir’in potansiyeline inandıklarını belirten Yılmaz, “İstanbul - İzmir arasını 3.5 saate indirmesi beklenen otoyol projesi ve Körfez Geçiş Köprüsü İzmir’in kırılma noktası. Biz de bu projeleri görünce yatırım kararı aldık. 2016’da İzmir, İstanbul’dan 24 bin göç aldı. Şehrin sanayisi son 10 yılda yüzde 140 büyüdü. Dünyada sanayisi en hızlı büyüyen ikinci şehir İzmir. Gelen turist sayısı ise 1 milyonu buluyor. Her yönden geleceği parlak olan İzmir’de gayrimenkul değerleri de yükseliyor. 2 sene sonra yeni ve güzel bir projeden metrekaresi 10 bin liranın altında ev bulmak güç olacak. Konut pazarı da bakir. Şehirde yapı stoğu oldukça eski. Biz de kentsel dönüşüm konusunda üzerimize düşeni yapmaya hazırız” görüşünü paylaştı.

 

Hedef 100 bin talep

Yazının Devamını Oku

Kelepir amcanın sihirbaz torunu

20 Ağustos 2017
İlkokul üçte ‘Kelepir Amca’ lakaplı dedesi tarafından eline sabun dolu tabla tutuşturulur ve pazarın yolunu tutar.

 

Dedesinden el alan Ali Osman Enç, liseyi bitirene kadar da ticaret alanında birçok tecrübe edinir. Dedenin bakkal, babanın toptan bakkaliye ürünleri dağıtımıyla büyüttüğü aile işletmesinin 2003’te yol ayrımına gitmesiyle Ali Osman Enç, bayilik kanalında büyür. Lojistik ve dağıtımın ardından filo alanında da şirketleşir. ‘Yumurtaları ayrı sepetlere koyma’ misyonuyla hareket eden Ali Osman Enç, dördüncü kuşaktan aldığı güçle gıdaya da girer. 2015’te Sir Winston’ın Türkiye’de marka haklarını satın alan Ali Osman Enç, şimdi dönerden kahveye, pizzadan meyhaneye kadar birçok farklı konseptle tüketiciyle buluşuyor. Şu anda farklı markalarla zincirleşen Ali Osman Enç’in gündeminde önce ulusal sonra da yurt dışında büyümek var.

 

ALİ Osman Enç... Manisa Alaşehirli ‘Kelepir Amca’ lakaplı Mehmet Enç’in ticari hoşgörüsüyle büyüyen ve ondan aldığı bayrağı daha da yukarı taşımak için neredeyse her iki yılda bir yeni bir yatırımın fitilini ateşleyen bir girişimci. Bugün filo, dağıtım, lojistik ve gıda alanında yoluna devam eden Osmanlı Şirketler Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Ali Osman Enç ile hem girişimcilik hikayesini hem de gelecekle ilgili planlarını konuştuk. 1972 Alaşehir doğumlu Ali Osman Enç, ticaretin içinde doğan ve büyüyen biri olduğunu belirterek, şöyle devam etti:

 

İlk gün pazarın yolunu tuttu

Yazının Devamını Oku

Dededen toruna girişimciler

13 Ağustos 2017
Her şey Makedonya’da çiftçilik yapan Hüseyin Uçak’ın 1955’te İzmir’e gelmesiyle başlar. Kula Mensucat’ta işçi olarak çalışma hayatına adım atar.

Daha sonra pamuk depolarının yolunu tutan Uçak, 4 senenin sonunda işten çıkarılınca bir borsa ajanının yanında işe girer. Bir süre sonra da 3 arkadaşıyla ortak şirket kurar. 1984’te yola ortanca oğlu Yaşar’la devam etme kararı alan Hüseyin Uçak, 1995’te ise pamuğun yanına iplik üretimini ekler. Zamanla diğer çocukları Muharrem ve Muhammet’in de işe dahil olmasıyla işleri büyüten Uçak, bugün Uçak Tekstil’le hem iplik, hem de örme konusunda sektörünün güçlü bir ismi. Üçüncü kuşağın da işe dahil olduğu aile şirketi, şimdi bir yandan ikinci fabrikanın üretime geçmesi için gün sayıyor, diğer tarafta ise turizm ve enerji alanındaki yatırımlara odaklanmış durumda.

HÜSEYİN Uçak... Düne kadar Türkçeyi dahi zor konuştuğu bu topraklarda çalışkanlığıyla önemli işlere imza atan bir girişimci. Bugün her ne kadar emekli olsa da hala pazar günleri de dahil her gün fabrikaya gelen Uçak Tekstil’in kurucusu Hüseyin Uçak’la ikinci kuşaktan Muhammet ile üçüncü kuşaktan Onur ve Erman Uçak, hem firmanın kuruluş öyküsünü, hem de gelecek planlarını konuştuk. İşin fitilini ateşleyen ve 1932 Makedonya doğumlu olan Hüseyin Uçak, dedesinin 1923’te İzmir’e geldiğini söyleyerek, hikayenin devamını şöyle anlattı:


İŞÇİLİKTEN PATRONLUĞA
“Ellili yıllarda göçler başlayınca İzmir’deki yakınlarımız bizleri de çağırdı. 20’li yaşlarda ailemle birlikte İzmir’e geldim. Makedonya’da tarımla uğraşıyorduk. İzmir’de de Kula Mensucat’ta işçi olarak çalışmaya başladım. İplik üretiminde kullanılan bir makinede çalıştım. Dokuz ay sonra ise bir pamuk deposunda işe girdim. Burada da depo sorumluluğuna kadar yükseldim. Ama 4 yılın ardından işten çıkarıldım. Pamuğu bildiğim için de bir borsa ajanının yanında işe başladım. Patronumun vefatıyla da üç arkadaşımla kurduğumuz şirketle işi devam ettirme kararı aldık. 1984 yılında ise borsa ajanı olan ortanca oğlum Yaşar’la Uçak Tarım’ı kurduk. Bir süre sonra ise büyük oğlum Muharrem ile küçük oğlum Muhammet de bize katıldı. Pamuktan çok güzel paralar kazandık, ama riskleri hafifletmek adına üretime de geçme kararı aldık.”

Yazının Devamını Oku

Değişim zamanı

23 Temmuz 2017
GAYRİMENKUL sektörü düne kadar konut projelerinin özelliklerini anlatırken havuz, otopark ve yeşil alan argümanlarını kullanıyordu.

Ama artık bu alandaki söylemler değişmeye başladı. Daha doğrusu farkındalık yaratmayı kendine misyon edinen şirketler bu ifadelerin ötesinde adımlar atar oldu. Bunlardan biri de Ontan... Gayrimenkul sektörünün genç aktörlerinin kurduğu ve son dönemde İzmir’de ses getiren projelere imza atan firma yakında hayata geçireceği ‘Modda Bulvar’da alışılmışın dışındaki sosyal donatılarıyla dikkatleri üzerine çekecek gibi görünüyor. Ontan’ın yeni projesinde müzeden kültür merkezine, hatta akvaryuma kadar farklı detaylar yer alıyor.

 

500 milyonluk yatırım

Ontan Grup Yönetim Kurulu Başkanı Onur Öktem’le hem yurt içindeki yeni projelerini, hem de yurt dışı hedeflerini konuştuk. Bugüne kadar 2 bin 500 bağımsız bölüm inşa ettiklerini anlatarak söze başlayan Öktem, 2017’de de iddialı projelerinin bulunduğunu açıkladı. “Ciddi projelerimiz var” diyen Onur Öktem, İzmir’deki en büyük inşaatlardan birine başlayacaklarını söyleyerek, “Altındağ’da bin 100 konut ve çarşıdan oluşan Modda Bulvar’a başlıyoruz. Yaklaşık 2.5 yıldır takip ettiğimiz bir işti. 3 etaptan oluşan projenin yatırım tutarı 500 milyon lira. İlk etabımız 300 konuttan oluşuyor ve 2019’da teslim etmeyi planlıyoruz. Projenin tamamını ise 2020’de bitirmek gibi bir planımız var” dedi.

 

Akvaryumdan müzeye

Yenilik yapmayı sevdiklerini ifade eden Öktem, Modda Bulvar’da da bunun en güzel örneğini ortaya koyacaklarını paylaştı. Onur Öktem, “Hem projeye değer katmak, hem de sosyal sorumluluk mantığıyla farklı donatılarımız olacak. Bunlardan ilki kültür merkezi. Hatta ‘Modda Sahne’ adı altında bunun küçük boyutunu eylülde Bayraklı Ontan’da hayata geçireceğiz. 100 kişi kapasiteli bir sahnede tiyatro gösterileri yapılacak. Modda Bulvar’da bunun 600 kişilik olanını yapacağız. 2 de müze projemiz var. Bunlardan biri bilim, diğeri de modern sanatlar. Bir de akvaryum ve spor merkezi planımız bulunuyor. Tüm bunları etap etap yapacağız. İlk başta kültür ve spor merkezini hayata geçireceğiz” bilgisini paylaştı.


Yazının Devamını Oku

‘Benim de adım Coşkun’sa bu işi yaparım’ dedi ve...

23 Temmuz 2017
Küçük yaşta babasını kaybedince çocukluğunu yaşayamadan çalışma hayatına adım atar...

Birçok işte çalışır. Asker dönüşü ise Çeşme’de bir dükkan açar. Sakız reçeli aldığı üreticinin ‘kavanoz yok, ürün veremem’ sözüne kızan Coşkun Vural, kayınpederiyle birlikte bir kilo şekerle kolları sıvar. Tat-Sun markasıyla Coşkun Vural, sakız reçelini Çeşme’nin simgesi haline getirmeyi başarır. Kendi üretimi olan damla sakızıyla sakız reçeli üreten tek firma unvanını alır. Bugün sakızın yanı sıra yeşil incir, Çeşme limonu, sarı turunç ve bergamot reçelleri de üreten Coşkun Vural, bayrağı üçüncü kuşaktan kızı Ebru Vural Bostancı’ya devretti. Dümene geçen üçüncü kuşak ise hem satış mağazası hem de reçelin yanı sıra damla sakızıyla yapılan çeşitli ürünleri üretmeyi hedefliyor.

COŞKUN Vural... Birçok zorluğun üstesine gelerek sınırlı kaynaklarla hem kendi hikayesini yazan hem de sakız ağacının yeniden canlanmasında önemli rolü olan bir girişimci. Kayınpederi Muhittin Özbayır’dan aldığı bayrağı daha yukarıya taşıyan Coşkun Vural ile iki yıl önce dümene geçen üçüncü kuşaktan Ebru Vural Bostancı, hem Tat-Sun markasının kuruluş hikayesini hem de gelecekle ilgili planlarını anlattı. 1937 Çeşme doğumlu olduğunu anlatarak söze başlayan Coşkun Vural, ailesinin 4 asırlık Çeşme geçmişi olduğunu söyleyerek, hikayenin devamına şöyle anlattı:


YEDİSİNDE SORUMLULUĞU ÜSTLENDİ
“Atalarım denizci. Ama 400 yıl önce Çeşme’ye yerleştiklerinde tarım ve ticarete yönelmişler. Babam ise tarım, hayvancılık, ticaret ve kasaplık gibi meslekler yapıyordu. Ben 7 yaşındayken de vefat etti. İki ağabeyim vardı, ama onların ticari bir kabiliyeti olmadığı için tüm yük benim omuzlarıma bindi. Birçok iş yaptım. Asker dönüşü de borçla Çeşme’de bir dükkan açtım. En az sermayeyle kurulduğu için manavlık yapmaya başladım. Zamanla gıda ürünlerinin de satışını yapar oldum. Mübadele ile Sakız Adası’ndan Çeşme’ye gelen bir aile sakız reçeli üretiyordu. Onlardan ürün alıp satıyordum. Ancak daha sonra ‘kavanoz yok’ diye bana reçel vermeyi durdurdular. Başka bir dükkanda onların sakız reçelini görünce de ‘bana neden ürün vermediklerini’ sordum; ‘O dükkanın eski müşterileri olduğunu’ söyleyince benim tepem attı. ‘Bu işi yapanlar ölmedi. Bu işi yapmazsam benim de adım Coşkun değil’ dedim...”


Yazının Devamını Oku

Anne erzağından ilham aldı Anadolu’yu kutuya sığdırdı

16 Temmuz 2017
Diş hekimi baba ve eczacı annenin ticarete olan yatkınlığı Berkay Çerçi’ye de bulaşır. Taso ve meşe de satar, bisiklet tamiri de yapar...

‘Çıraklık kafasına çok girmedim’ diyen Çerçi, lise yıllarında ise babasının çiftliğinde çalışır. Çerçi, Özyeğin Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’ni kazandığı dönemde de komşu ve hocalarına zeytinyağı satar. 2015’te yaz okulu için gittiği Amerika’da Türk ürünlerinin tanıtım ve pazarlama eksikliği Berkay Çerçi’de kırılma etkisi yaratır. Türkiye’ye döndüğünde Çerçi, İzmir’deki ailesinin gönderdiği erzak kutularından ilham alarak Anadolu Kutumda’yı kurar. Bugün kurumsal firmalar için gıda ve el sanatlarından oluşan kutular hazırlayan Çerçi, Anadolu Kutumda’yı daha da büyütmeyi hedefliyor.

BERKAY Çerçi... Kuvâ-yi Milliye ateşini Tire’de yakan dedelerinden aldığı bayrağı, bölgenin değerini ulusala ve uluslararası platformda tanıtarak daha da yukarı taşımayı kendine misyon edinmiş genç bir girişimci... Bugün bir yandan üniversite eğitimine devam eden, öte taraftan da Anadolu Kutumda’yı büyütmek için koşturan Berkay Çerçi ile girişimcilik serüvenini ve gelecek planlarını konuştuk. 1995 İzmir Tire doğumlu olan Berkay Çerçi, ticarete olan yatkınlığının yetiştiği çevreyle alakalı olduğunu söyleyerek, şöyle devam etti:


ÇIRAKLIK KAFASINA GİRMEDİM
“Babam diş hekimi, ama müteahhitlikten işletmeciliğe kadar birçok iş deneyimine sahip oldu. Ben de bu yapının içinde yetiştim ve çocukken hep bir şeylerin ticaretini yaptım. Meşe ve taso ticareti yaptım. Boncuk tabancaya karşı büyük bir merakım var. Birkaçını parçalayıp yeni bir ürün ortaya çıkarıyordum ve bunları da çevremdeki arkadaşlarıma satıyordum. Kuşadası’ndaki yazlıkta ise bisiklet tamiri yapardım. Bu hamleler hep ticari anlamda kafamı geliştirdi. Tabii, çok çıraklık kafasına girmedim, ama annemin eczanesinde çok çalıştım. Burada da ciddi deneyim kazandım. İnsanları yakından tanıma fırsatım oldu. Lise yıllarında babamın hobi olarak başladığı, ama zamanla ticari bir yapıya dönüştürdüğü çiftliğinde çalıştım. Atıcılığa olan merakım nedeniyle babam, ‘sana tüfek alacağım’ diyerek beni kandırdı ve çiftlik işlerine bulaştırdı. Tire’de 2008 gibi alınan ve zamanla zarar eden bu çiftliği büyütme kararı aldık.”

Yazının Devamını Oku

Pazarda patron var

9 Temmuz 2017
Hikaye tam 60 yıl önce baba Ali İhsan Çıngıl’ın Milas’ta peynir ticaretine yönelmesiyle başlar.

Yıllar sonra babanın vefatıyla dümene, o dönem 9 yaşında olan oğlu Mehmet Çıngıl geçer. Yaşıtlarının oyun oynadığı çağda baba mirasına kardeşiyle birlikte sahip çıkan Mehmet Çıngıl, toptan peynir ticaretinin yanı sıra pazar kanalıyla tüketiciyle de buluşur. Mandıra kurar. 2000’li yılların başlarında ise ‘Çıngıloğlu’ markasıyla mağazalaşmaya gider. Aynı yıllarda kardeşiyle de yollarını ayıran Mehmet Çıngıl, bugün 5 mağazayla yoluna devam ediyor. Hala haftanın belirli günleri pazara çıkan Mehmet Çıngıl, şarküteri mağazalarını Bodrum dışına da taşımayı hedefliyor.

MEHMET Çıngıl... Yaşına bakmadan büyük sorumluluk alan, devraldığı bayrağı daha da yukarı taşımak adına birçok yolu deneyen ve başarıyı yakalayan biri... Şimdi üçüncü kuşaktan da güç alan Çıngıloğlu Süt Ürünleri Ve Gıda A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Çıngıl, hem girişimcilik serüvenini hem de geleceğe dair planlarını anlattı. Mehmet Çıngıl, aslen Milaslı... Dedesinin de o yörenin önemli tüccarlarından biri olduğunu ve bölgedeki askeri kampa erzak taşıdığını söylen Mehmet Çıngıl, hikayeye şöyle devam etti:


DOKUZUNDA BÜYÜK SORUMLULUK
“Babam Ali İhsan Çıngıl da erken yaşlarda dedemin yanında çalışıp deneyim kazanır. Bir süre sonra ise dedemden ayrılarak peynir ticaretine yönelir. O dönem bu işi iyi yapan birilerinin olmaması nedeniyle peynircilik serüveni 1957’de başlar. Toptan ve perakende olarak peynircilik faaliyetini yürüten babam, 73’te vefat etti. O zaman ben 9, kardeşim ise 5 yaşındaydı. Ve aile büyüklerinin de desteğiyle dokuzumda dümene geçtim. Başka da bir seçeneğim yoktu. Tabii 5 yaşından itibaren babamın yanında çalışıyordum. Tam anlamıyla çekirdekten yetiştim. Yaşıtlarımız oyunlar oynarken kardeşimle birlikte baba mirasına sahip çıktık.”

Yazının Devamını Oku

Dün hayalini bile kuramıyordu şimdi ise...

2 Temmuz 2017
Hem aile bütçesine hem de geleceğini garantilemek adına ilkokul yıllarında lastikçide de çalışır, sıhhi tesisatçıda da.

Ali Deniz, bu mantıkla meslek lisesinin yolunu tutar. Staj dönemlerinde gördüğü ortamlar nedeniyle Ali Deniz, düne kadar hayalini bile kurmaktan çekindiği üniversiteden başka kurtuluşun olmadığına karar verir. Sıkı bir çalışmayla tıp fakültesini kazanır ve doktor olur. Tarih 2005’i gösterdiğinde ise radikal bir kararla memurluktan istifa eden Ali Deniz, dört ortaklı bir yapıyla hastane kurmak için kolları sıvar. Ali Deniz, sağlık sektörünün yoğun temposu nedeniyle 2016’da makas değiştirir. Deniz, sağlıktan Zübeyde Hanım Eğitim Kurumları ile eğitim sektörüne geçer. Bir yıl gibi sürede 4 noktaya ulaşan Ali Deniz, İzmir’de beş kurum daha açma hedefiyle yoluna devam ediyor.

 

ALİ Deniz... Tüm maddi imkansızlıklara, zor hayat koşullarına rağmen engelleri birer ikişer aşarak hedefine ulaşan bir girişimci. Çalışma hayatına ilk adımını sağlık alanında atan ve bugün yoluna eğitim sektörüyle devam eden Zübeyde Hanım Eğitim Kurumları Yönetim Kurulu Başkanı Ali Deniz ile hem girişimcilik öyküsünü hem de gelecekle ilgili planlarını konuştuk. 1973 İzmir doğumlu Ali Deniz, liseye kadar hayatının Menemen’de geçtiğini söylüyor. Babasının bir fabrikada, annesinin ise mevsimlik işçi olarak çalıştığını söyleyen Ali Deniz, hikayenin devamını şöyle aktardı:


ANNESİ KOLYE VE KÜPESİNİ SATTI
Ailemin maddi durumu çok iyi değildi. Ben de ev ekonomisine katkı olması ve bir meslek edinmek adına ilkokuldan itibaren çalışmaya başladım. Liseye kadar demirciden lastikçiye, dökümcüden sıhhi tesisata kadar birçok işte çalıştım. Gelecek adına garanti meslek olsun diye de meslek lisesinde elektrik bölümüne gittim. Bu kez de elektrik odaklı stajlarla yola devam ettim. İmkansızlıklar nedeniyle üniversitenin hayalini bile kurmuyordum. Ama ailem o dönem varını yokunu ortaya koydu, annem kolyesini ve küpesini satıp beni dershaneye yazdırdı. İşte kaderim orada değişti. Nasıl olduysa deneme sınavı sonrası en iyi sınıfa düştüm. Sağımda fen, solumda Anadolu lisesinden çok iyi öğrenciler vardı. Ayrıca staj yaptığım ortamları da düşününce tek çıkışın üniversite olduğunu karar verdim ve sıkı bir çalışma içerisine girdim. Ve 90’da Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandım.”


Yazının Devamını Oku