Bize dokunanların isimlerini biz isteyerek ölümsüzleştiriyoruz.
2013’te pankreas kanserine yenik düşen, Pozitif’in kurucularından Mehmet Uluğ’un ismi Kaş’ta Düşler Akademisi’ndeki müzik evinde yaşatılıyor.
Türkiye’nin müzik hayatına hatrı sayılır bir katkısı olan, dolayısıyla ben ve benim gibilerin en güzel yaşlarında ruhuna dokunan biriydi Mehmet Uluğ. Bizim gençliğimizi zenginleştirenlerdendi.
Düşler Akademisi iki yıl evvel Kaş’ın Çukurlubağ Köyü’ndeki ilkokulun binasına kurulan bir kamp. Burada toplumsal dışlanmayı yaşayan tüm birey ve gruplara sürdürülebilir ücretsiz eğitimler sunuluyor.
Mehmet Uluğ’un her zaman gençleri odağına alan sürdürülebilir eğitim, doğayla müziği birleştirmek gibi bir hayali olduğu için adını yaşatacak ilk projenin bu kesişim noktasında olması özellikle anlamlı.
Ahmet Uluğ ve Cem Yegül, yaşadıkları kayıptan sonra Mehmet Uluğ’un ismini, hayatını bu tarz çalışmalara adamış insanları destekleyerek ve onlarla ortak projeler düzenleyerek yaşatmaya karar verdiler.
Ahmet Uluğ, Mehmet Uluğ Müzik Evi’nin bu projelerden sadece biri olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Akbank Caz Festivali kapsamında yapılan Mehmet Uluğ Anma Gecesi’nden elde ettiğimiz gelirin üzerine Cem, ben ve Pozitif olarak ek bütçe ayırdık. Mehmet Uluğ Müzik Evi’ne bağışlayarak ilk adımımızı attık. MUME, bu hafta Memo’ya yakışır bir misafir kadrosuyla; Barış İçin Müzik Vakfı öğrencileriyle kapılarını açıyor. Barış İçin Müzik Vakfı ancak hayatımızı adayarak gerçekleştirebileceğimiz bir projeyi 10 yıldır büyük bir başarıyla sürdürüyor. Bu noktada da bize onları desteklemek düşüyor.”
TÜRKIYE’de çocuk olmak görünüşte harika.
Pek sever bu ülke çocuklarını.
Burada çocuk hayatın merkezidir.
Burası çocuklarına özel bayram ilan eden tek ülkedir.
“Çocuk yap. 3 çocuk yap. 5 çocuk yap” telkinlerinin son bulmadığı yerdir.
Sokakta el âlemin çocuğundan yanak alıverenlerin memleketidir.
Yüzeyde ve epey yüzeysel şekilde pek sever bu ülkenin insanı çocukları.
İyi olmak zorunda değiliz.
Ama her gün mevzumuzun ölüm olduğu bir yerde insanca yaşamayı sürdürebilmek ve ‘Barış mümkün mü?’ sorusunun cevabını bulmak için cesur olmak zorundayız.
İçine devlet karışmış dinlerin, içine din karışmış devletlerin barışı engellediğini, insanlığı böldüğünü görmek zorundayız.
Hükümetlerin bu haliyle barışı tesis edemediği, çünkü bizim yansımamız oldukları gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız.
Önce biz içimizdeki ateşi söndürmeliyiz.
*
Suruç’la ilgili bir kısım insan derin bir acı duyarken bir kısım insan da acının kıyısından geçmedi. Ya da ona gereken saygıyı göstermedi. Aynısı, öldürülen iki polis için de geçerli.
RTÜK’te AKP’li İlhan Yerlikaya’nın başkanvekili olmasının ardından kurulun aldığı kararlar tartışılıyor.
Bir yemek programında margarita içkisinin tarifi yapıldı diye, bir dizide sanatçının elinde bira şişesi var diye, bir programda kadın bikinili diye, bir meşrubat reklamında oyuncu ‘şehvetli biçimde öpüştü’ diye ceza isteniyor. Prezervatif reklamına, dizide ‘Beren Saat’in çıplak omuz başı’na ceza veriliyor.
“Gençlerin ve çocukların ahlaki gelişimi zedeleniyor... Genel ahlaka aykırı” sözleri RTÜK’ten yankılanıp duruyor.
*
7 Haziran seçimlerinin ardından ‘RTÜK’te AKP saltanatı bitti’ sandık.
Evrensel yayıncılık ilkeleri yeniden gündeme alınacaktı, RTÜK görevinin dışına çıkarak belli bir ahlak anlayışı doğrultusunda toplumu dönüştürme misyonunu kendine vazife edinemeyecekti.
*
TUNCELİ Emek gazetesi Türkiye’de hiçbir gazetede olmayan bir özelliğe sahip. Sahibinden muhabirine, editöründen sayfa sekreterine tüm çalışanları kadın.
Kurucusu Hüsniye Karakoyun Erzurum’a üniversiteye giderken, çatışmalı süreçte dağ ve devlet arasında heba olmasınlar diye kardeşlerini de yanında götürüyor. Bir yandan okuyor, bir yandan çalışıp onlara bakıyor. Öğretmen olunca Güneydoğu’da bir ile atanıyor.
Faili meçhul cinayetlerin sıkça yaşandığı bu ilde kadının yaşamı kuşatılmışken, bir yerel gazetede köşe yazıları yazmaya başlıyor. 3 yıllık yazma serüveninin ardından 2004’te Tunceli’ye döndüğünde iki kız kardeşi ve yeğeniyle birlikte haftalık bir yerel gazete çıkarıyor. Kimse işi kotaracaklarını düşünmüyor; “3-5 sayı çıkıp kapanacak” diye bahse girenler oluyor.
Buradaki iki gazete onları rakip gördüğünden gazeteyi matbaalarında basmak istemiyorlar. İlk 5 ay baskıyı Elazığ’da yapmak zorunda kalıyorlar. Karakoyun, Global Fund For Women’ın kadın projelerine hibe verdiğini okuyor bir yerde. Proje sunuyor. Kabul ediliyor. Ardından KOSGEB’e proje sunuyor.
Bankadan maaşı karşılığında kredi çekiyor, matbaa açıyor ve gazeteyi günlüğe çeviriyorlar.
Gazeteyi kız kardeşi Dilek Karakoyun adına kuruyorlar.
Hüsniye Karakoyun öğretmenliğe devam ediyor. 2011’de gazete, dönemin Tunceli Valisi’nin usulsüzlüklerini habere konu ettiği için Kütahya’nın Simav ilçesinin Dağardı köyüne sürülüyor. Sonra mahkeme kararıyla eski görevine iade ediliyor.
Bazıları derelerini ellerinden alan HES’ler yüzünden...
Bazıları yeraltı sularını tüketen termik santraller yüzünden...
Bazıları zeytinliklerini katleden duble yollar yüzünden...
Bazıları tarımı bitiren madenler yüzünden...
Kamuoyunu ilgisizliğinden dolayı eleştirelim.
Ama medyanın da çoğunlukla sorumluluğunu yerine getirdiğini söyleyemeyiz.
Gezi eylemleriyle eşzamanlı olarak çevre mücadeleleri daha görünür oldu.
KARADENİZ’in nineleri suyun başında oturup torun sevmek varken...
Yıllardır direnişin kitabını yazıyorlar.
Dereleri teker teker HES’lerle kurutulurken bedenlerini siper ediyor, sabahlara kadar düşman bekler gibi dozerleri bekliyor, güçleri yettiğince güzelim doğalarını katletmek isteyenlere geçit vermiyorlar.
Onlar o derelere hayatlarını borçlular; bunu sizden benden çok daha iyi biliyorlar.
Bizim gibi egzozların içinden uzaklardaki cenneti izlemiyorlar. Onlar derenin yanında çocuğunu doğuranlar, tarlasına o derenin suyunu akıtanlar, çamaşırını o derede yıkayanlar, abdestini derede alanlar, deresine bakıp türküsünü söyleyenler, ağıt yakanlar, masal anlatanlar.
Karadeniz’in nineleri biliyor ki o dereler olmasaydı onlar da olmazdı. Bu yüzden ki, Karadeniz’in dereleri kuruyunca, yaşam alanları yerle yeksan olunca göç ediyor, bu arada sadece doğaları değil, kültürleri, dilleri, türküleri de yeryüzünden birer birer siliniyor.
*
Kapasitesinin iki katı yolcu taşıyan araçtan cansız bedenler yola saçıldı, yaralılar etrafa savruldu. 17 işçi öldü.
TBMM’deki muhalefet parti vekilleri defalarca mevsimlik tarım işçileri için araştırma komisyonu kurulmasını isteyerek yazılı önerge vermiş olmalarına rağmen ancak bu feci kazadan sonra bir komisyon kurulabildi.
Komisyonun hazırladığı rapor geçtiğimiz ay kamuoyuyla paylaşıldı. Yani, raporu hazırlayan komisyon üyesi milletvekillerinin vekillikleri bittikten sonra.
Umalım ki yeni Meclis en azından raporun ‘Öneriler’ kısmını gözden geçirsin; zaten çoğu bilinen ve yalnızca toparlanıp uzun bir listeye dönüştürülen önerileri zamana bağlı ve hak temelli bir yaklaşımla çözmeye çalışsın.
Yoksa bu işin ramazanda verilen iftarlar, yardım paketleri veya himmetlerle çözüleceği yok.
*
Bir yandan, rapor da sorunlu.